Manisa'da toplanan Ege ve Marmara bölgesindeki illerin baro başkanları, Türkiye'nin içinde bulunduğu süreci ve yargının sorunlarını değerlendirdi. Yapılan ortak çıklamada, "OHAL-KHK süreçlerinin, giderek demokrasinin alternatifi olacak bir 'özel rejim'e dönüşmüş olması, son derece kaygı ile değerlendirilen bir noktaya gelmiştir" denildi.
Manisa'da Büyük Saruhan Otel'de dün bir araya gelen Ege ve Marmara bölgesindeki illerin baro başkanları, Türkiye'nin içinde bulunduğu süreci ve özellikle de yargının sorunlarını görüşüp değerlendirerek ortak bir açıklama yaptı. Yapılan yazılı açıklamada şöyle denildi:
"Ülkemizde yargının çok ciddi sorunlarının yaşanmakta olduğu, bu sorunların Cumhuriyet tarihimizde örneğine rastlanmayacak ölçüde vahim bir noktaya ulaştığı tespit edilmiştir. Özellikle de OHAL-KHK süreçlerinin, giderek demokrasinin alternatifi olacak bir 'özel rejime' dönüşmüş olması, son derece kaygı ile değerlendirilen bir noktaya gelmiştir. Bu rejimin yargı bağlamında oluşturduğu sonuçlar, bağımsızlık/tarafsızlık gibi vazgeçilmez kavramların içinin boşalmasına neden olmuştur. Yargı, siyaset stratejilerinin uygulama alanı olarak tasarımlanmıştır. Yargı mensuplarının güvenceden yoksun kılınması, baskılardan sonuç alınmasını sağlayan kararların verilmesine neden olmaktadır. Yargıçların verdikleri kararlar nedeniyle tayinleri sıklaşırken, en son Yargıçlar Sendikası Başkanı'nın tayini de yargıç teminatına bir darbe olmuştur. Diğer yandan, gerek gözaltı/tutuklama ve gerekse tahliye kararlarının hukuksal temelden uzaklaşması, halkın adalet arayışını ve kurumlara güvenini ciddi olarak etkilemiştir. Ege-Marmara Baro Başkanları, yargıç ve savcıların mesleğe kabullerindeki 'örtülü kriterlerin', tarif edilemez çok daha ağır sonuçlar doğuracağını bu bildiri ile tarihe not etmektedir."
Açıklamada ülkedeki OHAL sürecinin savunma mesleği olan avukatlığı ciddi biçimde yaraladığını tespit edildiği de vurgulanan açıklamaya şöyle devam edildi:
"OHAL ilanından bu yana, savunmaya getirilen kısıtlamalar, her KHK ile savunma makamının haklarını daha da daraltılmıştır. Bugün, cezaevi görüşmelerinden dosya incelemeye kadar uzanan bir dizi hukuksuzluk, kanun hükmünde olsa da hukuk hükmünde olmayan KHK'larla uygulamaya taşınmaktadır."
Avukatlık mesleğinin yargı içindeki etkisinin azaltılmaya giderek itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı öne sürülen açıklamada şunlar yer aldı:
"Özellikle Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda değişiklik yapılmasına dair hazırlanan ve TBMM'de görüşülecek olan tasarı ile, yargıcın, avukatı 'duruşmadan çıkarması' veya 'duruşmaya kabul etmemesi' gibi 'akla ziyan' yaklaşımlar, bu stratejinin taktikleridir. Uyumlu ve uslu avukatlar, yargıda adaletin oluşmasının koşulu değildir. Avukat olmayan ve bu mesleğin yapılmasındaki tüm ilkelerden bihaber olan yasa hazırlayıcılarının elinden çıkan bu düzenleme, tek kelime ile ayıptır. Bu düzenlemeyi savunanlar, savunma stratejisi denilen kavramı bilmeli ve onun gereği olan düzenlemeleri önermelidirler. Avukat yargının kurucu unsurudur ve bu nedenle de yargılamanın şekli bir unsuru olarak görülemez. Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetinin vasıtası ve teminatı olan avukatlara getirilen her kısıtlamanın, özü itibariyle halkın hak arama hürriyetine getirilmiş bir sınırlama olduğu bilinmeli ve bu düzenlemeden ivedi olarak vazgeçilmelidir. Keza, kısa bir süre içinde TBMM'ne getirileceğini öğrendiğimiz Avukatlık Yasa Tasarısı da anlatmaya çalıştığımız, siyasal stratejilerinin bir parçasını oluşturacak anlayış ile düzenlenmiştir. Adalet Bakanı'nın Barolara tercih ettiği özel toplantılarındaki konuşmalarından öğrendiğimiz bu gelişme, düzenlenmesindeki usulden, tartışıldığı mekanlara ve içeriğine kadar antidemokratiktir. Adalet Bakanlığı'nda bir tek avukatın bile katılmadığı, sadece 'yargıç kadrolu' kamu görevlileri tarafından hazırlanan tasarı, mesleğin sorunlarına çözüm getirmediği gibi, yeni çözümsüzlüklerin kaynağı olacaktır. Bu tasarı, barolar üzerinde Adalet Bakanlığı'nı vesayet makamı konumuna getirmektedir. Baroların, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak konusundaki işlevselliğinden mahrum bırakılması, demokrasi iddiasından vazgeçilmesiyle eşdeğerdir. Özellikle de baroların ve Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) seçimlerine yönelik olarak getirilen düzenleme, Bakanlığın asıl niyetinin demokrasiyi güçlendirip, mesleğin geleceğini şekillendirmekten çok, siyasal özlü manipülasyonla meşgul olduğunu göstermektedir. 2006 yılında Anayasa'ya aykırı olarak sınavı kaldıran Bakanlığın, mesleğimize indirdiği darbeden sonra, şimdi yürürlüğe sokmayı düşündüğü düzenleme ile sınavı yeniden getirmekte olması, bir özeleştiri olarak değil, tarihsel yanılgılarının ikrarı olarak değerlendirilmelidir. Bu yanılgının bedelini ödemek zorunda bırakılan avukatların sayısı 4 yıl sonra 150 bine ulaşacaktır. Bu rakam, ihtiyacı ifade eden bir sayı değildir. Ege-Marmara Baro Başkanları olarak, Avukatlık sınavını 'ön koşul' saymakla birlikte, önemli başka sorunlarımıza da işaret etmeyi görev sayarız. Bu sorunlarımızı yargı reformu bağlamında tartışacağımız, adı adaletle anılan Bakanlığın, mesleğimizin yasalarını hazırlarken Baroları ve TBB'ni gözardı etmesini anlamakta güçlük çekmekteyiz. Bu çerçevede çabalar geliştirmek yerine, zorunlu arabuluculuk gibi, Anayasaya aykırılığı açık olan düzenlemeler ile 'meslek alanının daraltılması' ve giderek bunun emek dünyasının yalnızlaştırılmasındaki bir unsura dönüştürülmesi, asla kabul edilemez. Keza, halkın adalete erişimindeki en temel mekanizma konumunda bulunan Adli Yardım için yeterince kaynak aktarılmamasının, giderek mesleğimizin angaryaya dönüşmesi gibi sonuçlar doğurmakta olması, temel kaygı nedenimizdir. Demokratik ülkelerin avukatları, o ülkelerin yurttaşlarının sesidir. Avukatların sesi kesilirse, yurttaşların da nefesi kesilir. Ege- Marmara Baro Başkanları, bu sesi duyurmaktadır."