
Hürriyet Gazetesi yazarı İhsan Yılmaz, "İbrahim Çallı’nın Atatürk portresi nerede" başlıklı bugünkü köşe yazısında, Türk resim sanatının en önemli isimlerinden İbrahim Çallı’ya ait olduğu belirtilen ve akıbeti meçhul olan tarihi bir Atatürk portresini gündeme taşıdı. Yılmaz, Antalya Kültür Sanat (AKS) tarafından düzenlenen ‘Bir Başka Antalya Sanat Çalıştayı’ sırasında, eğitimci ve sanatçı Hasan Pekmezci’den dinlediği çarpıcı detayları okurlarıyla paylaştı.
İhsan Yılmaz’ın yazısına göre, 12 Eylül darbesi sonrasında Ankara Yarıaçık Cezaevi’nin deposunda keşfedilen ve 1926 tarihli olduğu belirlenen bu eşsiz eserin şu an nerede olduğu bilinmiyor.
İşte Hürriyet yazarı İhsan Yılmaz’ın kaleminden, İbrahim Çallı’nın kayıp tablosunun gizemli hikayesi ve detayları:
İhsan Yılmaz yazısında, sanatçı Hasan Pekmezci’nin tabloyu 1980’li yılların başında nasıl keşfettiğini detaylarıyla aktardı. Pekmezci’nin anlatımına göre olaylar, 1983-84 yıllarında Gazi Eğitim’de görevliyken Ankara Yarıaçık Cezaevi Savcılığı’nın kendisinden yardım istemesiyle başladı.
Yılmaz, Pekmezci’nin o günü ve karşılaştığı manzarayı şu sözlerle aktardığını belirtti:
"Gittiğimde bir depoda çok sayıda fotoğraf bulunduğu, bunların zaman içinde bozulduğu, kullanılamaz hale geldiği anlatıldı; benim gözden geçirerek hazırlayacağım tutanakla bunların imha edileceği bildirildi. Gerçekten de zaman içinde solmuş, bozulmuş, eskimiş, pek çok poster, resmi dairelere asılanlardan çok bilinen Atatürk fotoğrafları vardı. Hepsi de kayıtlara geçtiği için ancak bir tutanakla kayıttan düşülebilecekti. Özellikle Atatürk fotoğrafı söz konusu olduğundan o günün askeri müdahale ortamında savcı beyin duyarlılığı yerindeydi."

Hasan Pekmezci, imha edilecek malzemeler arasında klasik ressamların kullandığı türden "telis dokulu" bir tuvalin dikkatini çektiğini ifade etti. Yılmaz’ın yazısında yer verdiği bilgilere göre, üstten yırtıldığı için sarkan ve üzeri tozla kaplanmış bu resim ayrıldıktan sonra temizlendiğinde gerçek ortaya çıktı.
Pekmezci süreci şöyle anlattı:
"Ayırdığımız resmin kaba temizliğini yapınca bir Atatürk portresi olduğu meydana çıktı. Zaman içinde şaseye bağlı kenarlar çürüdüğü, tuval rulo haline geldiği için kirlenme dışında boya tabakalarında dökülme, tuval çürümesi, büyük çatlamalar-kırılmalar yönünden fazla zarar görmemişti. Tablo farklı bir Atatürk portresiydi ve temizlenince daha da netleşti. Kırmızı renkle atılmış eski Türkçe bir imza ve tarih. Hem renkli imza, hem de eski Türkçe imza bu tablonun 1927 öncesi yapıldığının işaretiydi."
İhsan Yılmaz, yapılan incelemeler sonucunda Gazi Eğitim’deki uzmanların imzayı okuduklarını ve eserin 1926 tarihli bir İbrahim Çallı tablosu olduğunun kesinleştiğini belirtti. Ayrıca kayıtlara bakıldığında tablonun, 2 Ocak 1948 tarihinde 384 numara ile ve 50 lira bedelle Islahevi demirbaşına kaydedildiği bilgisine ulaşıldı.

Yılmaz’ın yazısında dikkat çektiği bir diğer önemli nokta, tablonun kompozisyon özellikleriydi. Hasan Pekmezci’ye göre bu eser, Çallı’nın diğer portrelerinden ve yerleşik anlayıştan oldukça farklıydı.
Tablonun betimlemesi yazıda şu şekilde yer aldı:
"Üst bölümde, geride Ankara Kalesi silueti, Atatürk’ün arkasında ve sağında yanmış-yıkılmış eski Ankara; sol yanında da inşaat halinde, iskeleler kurulmuş ve çalışan işçilerle yeni Ankara. Tam ortada sivil giyimli; genç, dinamik Atatürk. Bu eser Türk sanatçılarının yaptığı Ankara betimlemeleri içinde ilk örnek."
İhsan Yılmaz, dönemin siyasi atmosferi nedeniyle tablonun gizli tutulduğunu vurguladı. Hasan Pekmezci durumu savcıya bildirdiğinde, tablonun üst makamlarca elden alınabileceği endişesiyle kimseye bilgi verilmemesi ve fotoğraf çekilmemesi konusunda kesin bir dille uyarıldı.
Pekmezci, bir aydan uzun süre askerler eşliğinde cezaevine giderek 140x140 cm ölçülerindeki eseri restore etti. Eser, korunması amacıyla cezaevi konferans salonunun en üst bölümüne iskele kurularak asıldı.
Tablolarla İstanbul Turu: Eşsiz Manzaralar
Yılmaz, Pekmezci’nin o dönemde gizlice çektiği fotoğrafın ve tuttuğu notların önemine şu ifadelerle değindi:
"O günün koşulları içinde elinde bulunan bir makine ile tablonun fotoğrafını gizlice çeker ve kayıtlara girebilmesi adına sanat dergisinde yayınlanmak üzere bir yazı hazırlar. Ancak savcılık yayınlamaya da kesinlikle izin vermez. Savcı 1985-86 yılında Yargıtay’a atanınca gidip özel izin alır ve yazı Artist Sanat Dergisi’nin Mart 1986, 2. sayısında yayınlanır."
Hürriyet yazarı İhsan Yılmaz, yazısının finalinde tablonun bugünkü akıbetinin belirsiz olduğunu ve Hasan Pekmezci’nin endişelerini dile getirdi.
Pekmezci’nin yıllar sonra Kaya Özsezgin ile tabloyu görmek için yaptığı başvuruların reddedildiği, ancak fotoğraf sanatçısı Ozan Sağdıç ve oğlu Oğuz Sağdıç’ın bir çalışma sırasında tesadüfen tablonun görselini çekebildikleri belirtildi. Yılmaz, bu fotoğrafın tablonun son görüntüsü ve tek kanıtı olduğunu vurguladı.
Hasan Pekmezci’nin son durumu hakkındaki ifadeleri ise Yılmaz’ın yazısında şöyle yer aldı:
"Hasan Pekmezci yıllar önce ortaya çıkardığı tablonun artık yerinde olmadığını, işin tuhafı çalışan personelin de tabloyu hiç görmediklerini söylediğini belirtiyor. Tablonun oradan çalındığından kuşkulanan usta sanatçı bir yandan da araştırmaya devam ediyor."
Sayfa başına git







