ERMAN ŞENTÜRK/HABER SERVİSİ-Herkes İçin Demokrasi Derneği Genel Başkanı Birol Soylu, Türkiye’nin içinden geçtiği barış sürecinden, Çiğli’ye olan bağına, yerel seçimle ilgili planlarından dernek çalışmalarına, geçmişte yaşadığı zorluklardan bugünlere uzanan başarı öyküsünde dair dobra dobra açıklamalarda bulundu. Zorlu bir çocukluk ve gençlik geçirdiğini, cezaevlerinde kendini yetiştirdiğini anlatan Soylu, hayatı boyunca sol mücadeleden kopmadığını anlatarak, “Hiçbir zaman sosyete solcusu olmadım” diyerek çarpıcı bir mesaj verdi. EGE POSTASI’na içini döken Soylu, çamurlu yollarda lastik ayakkabıları ile yürüdüğü günleri, cezaevi koğuşlarından İzmir ARENA’ya uzanan başarı öyküsünü anlattı.
“Anamızın karnından solcu doğduk”
Hayatının en zor dönemini 12 Eylül sürecinde yaşadığını belirten Soylu başından geçenleri şu sözleri ile özetledi; “İnsanlar doğarlar, büyürler kişilikleri, düşünceleri ve ideolojik tercihleri oluşmaya başlar. Ve safları da netleşir bizim gençliğimiz biraz daha farklıydı. Ama biz annemizin karnından solcu olarak doğduk. Benim annem ve babam Sivaslı'dır. Demek istediğim, Sivaslılar nasıl solcu olmak zorundaysa, biz de öyle solcu olduk. Bu işin feodal yanıdır. Bir de okuyan nesil olarak işin bilimsel yanına bakarsak, solun ve sosyalizmin evrenselliğini anladıkça biz bunun sevdalısı olduk. Bu sevda bizim için hiçbir zaman tükenmedi. Yüreğimizde bu ateş her zaman var. O devrimci mücadele yıllarında henüz 16 yaşındayken, Mamak Cezaevi’ne düştüm ve 6 ay süre ile orada kaldım. Cezaevleri o zamanlar büyük bir okuldu. Şimdi o da değişti ve artık tamamen herkesi birbirinden izole eden bir sistem hakim. Şimdiki mahkumlar bizim kadar şanslı değiller. Bizim kadar işkence görmüyorlar belki ama, bizim kadar da fikir tartışmaları içerisinde olamıyorlar. Biz o yıllarda devrimci saflardaydık. Babam da CHP saflarındaydı ve bizimle aynı yolu yürüdü. O da Mamak zindanlarında, o yaşında işkenceler gördü. Ama övünerek söylüyorum ki, öyle bir babanın oğluyum ki, o da en az benim kadar inanmış bir insandı.”
“Yaşamak daha zor, kaçmak daha da zor…”
Yaşadıkları sonrasında 1980-1987 yılları arasında kaçak olarak yaşamak zorunda kaldığını da belirten Soylu, duvarlardaki dönemin cunta karşıtı yazıları altında kendisinin de imzası bulunduğu kaydederek, şöyle devam etti; “Arkadaşlarımın bir kısmı yurt dışına kaçtı. Bir kısmı yakalandı ve cezaevine gitti. Bir kısmı da dağa çıktı. Ben hiçbirisini beceremedim. Bir baktım ki, yemekhanelerde çalışmaya başladım. Otellerde komilik yaptım. Hatta arkadaşlarım dalgasını bile geçerdi. “Kominist Birol’un, nist kısmı silindi komi oldu” diye… Hayata böyle devam ettim. Oradaki amacım, karnımı doyurmak, gece yatacak bir yer bulmaktı. Hayata dişimle tırnağımla yapıştım. Biz tamamen tesadüfler ile yaşıyoruz. Emin olun yatmak çok zor, kaçmak çok daha zor. Kaçarken tek başınasınız. Daha sonradan babam beni ikna etmek için oldukça fazla uğraştı. Ama karşı koymak durumunda kaldım. Öyle olur, böyle olmaz derken, her şeyi göze aldım ve bu süreçte askere gittim. Askerlik şubesine gittim. Ama beş dakika sonra kafama on tane namlu doğrultulduğunu gördüm. Ondan sonra tek şansım ise 21 gün gibi kısa bir süre işkence görmüş olmamdı. Diğer arkadaşlarım aynı sıkıntıyı aylarca çekti. Ulucanlar Cezaevi’nde yaklaşık üç yıl süre kadar yattım. Örgüt liderliği, adam öldürme, adam yaralama gibi suçlardan idamla yargılandım. Çoğundan beraat ettim. Verdikleri ceza da daha sonra Yargıtay’dan bozuldu ve 1990 yılında cezaevinden çıktım. Tahliye oldum ama uzun süren bir tutukluluk yaşadım.”
Askerlik yılları: Komutanın yüzünü kara çıkarmadım
Askerliği sırasında yaşadığı ilginç bir deneyimi de paylaşan Birol Soylu, “Askerliğim sırasında görev aldığım hastaneye Kenan Evren gibi paşalar geliyordu. Bir gün bizim paşamız beni çağırdı. “Sen içerde mi yattın, nede? diye bana sordu. Ben de evet yattım, devrimciydim dedim. Üç aydır buradasın, herhangi bir yanlışını görmedim, sana kefil oldum, seni normalde kışlaya götüreceklerdi. Bu saatten sonra yapacağın her yanlışta ben yanarım. Bunu göze alıyorsan devam et dedi. Ben de kazasız belasız askerliğimi tamamladım” dedi.
“İlk beş yıldızlı oteli açtım”
İş hayatındaki başarı yolculuğunu da özetleyen Soylu, “Uzun yıllar Antalya ve Samsun’da turizm sektöründe çalıştım. Kocaeli’nde ilk beş yıldızlı oteli açtım. Beş yıldızlı tesislerde ve tatil köylerinde otel genel müdürlükleri yaptım. Daha sonra 2004 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Grand Plaza A.Ş.’de 4 yıl görev aldım. Sonrasında ise İzmir Arena’da yoluma devam ediyorum ve farklı firmalarla da çalışıyorum. Mesleğimin hep zirvesinde kaldım ve kalmaya da devam edeceğim” diye konuştu.
Neden CHP'
Ben genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun kendisine de söyledim. Özellikle onun gelmesi işle birlikte partinin kapalı olan sol pencerelerini açtığı için kendisine teşekkür ediyorum. Herkes İçin Demokrasi Derneği adına kendisine ödül verirken bu teşekkürümü dile getirmiştim. 2000 yılına kadar sandığa gidip bir kere bile oy kullanmadım. Vatandaşlık görevi oy kullanmaktır, ama ben o görevimi bile yerine getirmedim. Bunun sebebi, kendi siyasi bakış açım ya da siyasetten uzak durmam değil. Önemli olan inanmaktır. Tabii bu AK Parti iktidarı ile birlikte gidişatı görüyoruz. Bu gidişata duyarsız kalmak, ilgisiz kalmak, tarafsız kalmak bize yakışmazdı. Ve AK Parti iktidarına karşı, faşizme karşı, yobazlığa karşı, gericiliğe karşı tüm sıkıntılarına rağmen var olan en büyük merci CHP’dir. Dolayısı ile benim de bu mevzide yer almam gerekiyordu. Dünyaya hala sosyalist pencereden bakıyorum. O devrimci ruhumdan hiçbir şey kaybetmedim ve beni böyle kabul ettiler. Ve beni böyle seviyorlar. Kendimi dışlanmış ya da ötelenmiş hissetsem zaten bu partide durmazdım. Yani CHP bir kile partisi ve sosyal demokrat bir parti ise ve solun tüm katmanlarını da kucaklıyorsa, ben de onların arasındayım. Baykal dönemi ile ilgili fazla bir şey konuşmak istemiyorum. O bir dönemdi. Maalesef Diyarbakır ziyaretimizde de o dönemin bize neleri kaybettirdiğini gördük. 10 tane milletvekili çıkardığımız Diyarbakır’da yüzde 2’lere düştüysek, burada kendi üzerimize düşen özeleştiriyi de yapmak durumundayız. Kendimizle yüzleşmemiş gerekiyor. Siyaseten hiçbir zaman sorunun bir parçası olmadım. Hep çözümün bir parçası olmaya çalıştım. Çözüm odaklı çalışıyorum. Şu anda da böyleyim. İş dünyasında bunu bilen bilir. Krizden güçlü çıkan her daim kazanan olmuştur. Siyaseten de her krizi lehine çevirebilmek lazımdır. Daha çok yol var. Bu partiye, bu ülkeye, bu ülkede yaşayanlara bizim hizmet borcumuz var. Bunları kullanamıyorsan, inandığın değerlere ihanet ediyorsun demektir.
“Kendi partilisi ile uğraşan haindir”
“Bu ülkeye borcumuz var” diyerek sözlerine devam eden Soylu, “Bizim borcumuz sadece kente değil, ülkeye de. Ömrümün baharını Ankara’ya, sonbaharını da İzmir’e verdim. Daha önce de dile getirdim, 1963’ün 3 Nisan’ın da Sasalı’da dünyaya geldim. Orda benim babam Çamaltı Tuzlası’nda çalışıyordu. Sonra da Ankara’ya gitmiş. Ankara’da nüfusa kaydedilmişiz ama kendimi ait hissettiğim yer İzmir’dir. Benim kız kardeşim, akrabalarım, ailemin de büyük bir kısmı Çiğli’de. Siyasette kavga etmeyi hiç sevmiyorum. Ben sadece faşizmle kavga ediyorum. Benim kavgam ideolojik olarak karşıt gördüklerimle. Ama kendi partilim ile hiç uğraşmam. Her zaman söylenen bir laf vardır, kendi partilisi ile kardeşleri ile uğraşan haindir. Hiçbir zaman kendi partilisi ile uğraşan biri olmadım, olmayacağım da. Çünkü, insanların CHP’li olması bile iyi bir insan olması için yeterli bir gerekçedir. Bu bir duruştur. Olaya böyle bakıyorum” diyerek kendisine sıkça sorulan “Neden Çiğli'” sorularına da yanıt verdi.
“Sosyete solcusu olmadım”
Birol Soylu, günümüzdeki sol görüşün bir ayağının eksik olduğunu savunarak, “Ankara’da gecekondularda, çamurlu yollarda, ayağımla lastik ayakkabı ile büyüdüm. Bir işçi çocuğuydum ve bundan gurur duyuyorum. Sınıfsal mücadeleye desteğim halen daha sonuna kadar devam etmektedir. Bugün çalıştırdığım ve çalıştığım emekçi insanları da çok iyi anlayabiliyorum. Onların ne hissettiğini gayet iyi biliyorum, çünkü onlar ile aynı koşullarda yetiştim. Hiçbir işçinin ter kokusundan utanmam. Onun teri benim de onurumdur. Ben hiçbir zaman sosyete solcusu olmadım, olmam da… Çünkü, sol ideoloji sınıf mücadelesidir. Yılbaşında insanlar eğlenirken, sahnede kimin olduğu önemli değil, oradaki binler eğlenirken, bulaşıkhanede bulaşık yıkayan bir insan da var. O çoluğunun çocuğunun yanında değil. Ben o yılbaşı akşamı o bulaşık yıkayan çalışanıma sarılarak yeni yıla giriyorum. Ve o insan mutlu oluyor. Her şey para değil. İnsanlar ve toplum birbirini anlamadığı için, anlayamadığı için bu sıkıntılar yaşanıyor. Bugün Türkiye’deki durum ortada. Diyarbakır’a gittim gördüm. Halk ile konuştum, temaslarım oldu. İki günde bir şey çözülemez elbette. Ama paranın iki yüzü var. Yazı ve tura. Balıkesir’deki insan da aç, Diyarbakır’daki adam da aç. Aynı kaderi paylaşıyorlar” şeklinde konuştu.
“Akil grubu”na karşı “Aydın grubu”
Diyarbakır gezisine yaptığı yorumun ardından faşizme ve ırkçılığa karşı olduğunun altını çizerek sözlerine devam eden Birol Soylu, “Ben her ne kadar Türk faşistine ne kadar karşıysam, Kürt faşistine de karşıyım. Aynı şekilde hem orada yaşayan insanlar, hem de burada yaşayan insanlar bu faşist tutumları dışlayacak ve kafatasçılığı yok edecekler. Ve böylece birbirlerini anlayarak bir araya gelecekler. Bu yaranın merhemi de soldur. İyi soldur, gerçek soldur, hatta sosyalizmdir. Dolayısı ile oradaki halk ile görüştüğümde hak verdiğim tonla şey var. Ama onların da bu tarafta hak vermesi gereken unsurlar var. Elbette devletin orada haksızlıkları oldu, köyler boşaltıldı, köyler yakıldı, o insanlar şehre geldi, işsiz aşsızlardı. Uyuşturucuya bulaşan, dağa çıkan oldu ve çok az insan kendini kurtarabildi. Söyledikleri rakam ne kadar doğru bilemiyorum ancak, o dönemde 17 bin insanın sokaklarda infaz edildiğini duyduk. Oradaki insanlara pislik de yedirildi bunu biliyoruz. Bu kadar haklı gerekçeler, oradaki insanların bana haksızlık yapma gerekçesi vermiyor. Haklı olmak başka, kendi haklılığını başkasına haksızlık yaparak aramak başka bir konu. Buradan İzmir hoşgörüsüne de geleceğim. Bugün Gündoğdu Meydanı’nda Kürt kardeşlerimiz gösteri yaptığında bir şey diyen karışan var mı, yok. Bugün İzmir’de petrolcü, restoran işletmecisi, fabrikatörü, iş adamı olan bir dünya Kürt var. Kimse rahatsız ediyor mu, yok. İşte aynı hoşgörüyü Diyarbakır’a giden Türk iş adamlarına ya da CHP’lilere de gösterdikleri zaman bu sorun çözülecektir. Tek taraflı bir çözüm olmaz. Ben AK Parti’nin çözüm süreci olarak başlattığı girişime karşı değilim. Herkes barıştan yana. Biz zaten barış savaşçısıyız. Ömrümüz barış için savaşarak geçirdik. Ama, “Neyin karşılığında barış'”, işte bunu bize izah edemiyorlar. Neyin barışı, ne karşılığ? Bu sürecin nereye gittiğini bilmiyoruz.ancak bu işe aydınların müdahil olması lazım. Akiller demiyorum, aydınlar... Türk ve Kürt aydınları bu konuda el ele vererek soruna çözüm getirmeli. Bana göre bu akil grubuna karşı bir aydın grubu oluşturulmalı. Ben bu derneğin başkanı olarak bunu dile getirmek istiyorum. Burada herkesin elini taşın altına sokması gerekiyor.Herkes konuşuyor ama icraat yok” diyerek sözlerine son verdi.