Dışişleri Bakanlığı’nın düzenlediği ve dünya gündemindeki en önemli bölgesel ve küresel meselelerin masaya yatırıldığı Antalya Diplomasi Forumu, Belek'te başladı. Forumun açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi:
“Sizleri medeniyetler beşiği, Akdeniz’in incisi güzel Antalya’mızda özellikle misafir etmekten büyük bir bahtiyarlık duyuyorum. Antalya Diplomasi Forumu’nun ülkelerimiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Geçen sene, salgın şartlarına rağmen Antalya Diploması Forumu’nun ilk toplantısını başarıyla icra ettik. Tüm insanlığın sağlık kriziyle boğuştuğu bir dönemde Antalya’dan verdiğimiz barış, diyalog ve dayanışma mesajlarının foruma çok ayrı bir anlam kattığına inanıyorum. 2. Antalya Diplomasi Forumu’na gösterilen teveccüh, forumun zaman içerisinde küresel diplomasinin kalbinin attığı bir zemine dönüşmesi temennimizin kısa sürede gerçeğe dönüşeceğine işaret ediyor.
“AÇLIK, YOKSULLUK, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN YOL AÇTIĞI ÇEVRE FELAKETLERİ KÜRESEL GÜNDEMİN EN ÜST SIRALARINDA YER ALIYOR”
Rusya ve Ukrayna krizinin ardından iki ülke arasındaki ilk üst düzey temasın dışişleri bakanları seviyesinde dün burada gerçekleşmiş olması, forumun amacına ulaşmaya başladığını gösteriyor. Foruma iştirak eden devlet ve hükümet başkanları, ülke temsilcileri ve diğer misafirlerimizin oturumlara yapacağı katkılar yanında aralarında tesis edecekleri güçlü diyaloğu da önemli görüyorum. Aynı şekilde istikbalimizin teminatı olan gençlerimizin foruma olan yoğun ilgisini memnuiyetle karşılıyorum. 2. Antalya Diplomasi Forumu’nun, rüştünü ispat etmiş bir uluslararası etkinlik olarak inşallah yoluna kararlılıkla devam edeceğine inanıyorum. Dünyamız 21. yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakmaya hazırlanırken insanlığın küresel barışa, huzura ve refaha duyduğu özlem de o derece artıyor. Bilimde, teknolojide, tarımda, sanayide, iletişimde ve ulaşım imkanlarında yaşanan onca ilerlemeye rağmen insanlık olarak temel meselelerimizi henüz çözüme kavuşturamadığımızı görüyorum. Terörizm, açlık, yoksulluk, kıtalar arasındaki adaletsizlik, sıcak çatışma ve iç savaşlar, iklim değişikliğinin yol açtığı çevre felaketleri, küresel gündemin en üst sıralarında yer almayı ne yazık ki sürdürüyor. Ekonomiler büyürken, gökdelenler yükselirken, birilerinin cüzdanları şişerken, belli başlı ülkeler günden güne zenginleşirken, istatistikler bize daha müreffeh bir dünya resmi çizerken maalesef hemen yanı başımızda çocuklar açlıktan ölmeye devam ediyor. Açlık virüsü, her yıl dünyada koronavirüsten daha fazla insanın hayatına mal oluyor. Bugün yeryüzünde her 10 saniyede bir çocuk, bir lokma ekmek, bir yudum su bulamadığı için ölüyor. İstikrarsızlık ve çatışmalar sebebiyle milyonlarca insan evlerini terk etmek zorunda kalıyor. Akdeniz’de, Sahra Çölü’nde veya karlı bir dağın tepesinde yitip giden hayatlar, insanların içinde bulunduğu çaresizliği ortaya koyuyor.
“1 MİLYAR İNSAN GÜNDE 2 DOLARIN ALTINDA BİR GELİRLE HAYATTA KALMA MÜCADELESİ VERİYOR”
Burada hepimizi düşündürmesi gereken bazı çarpıcı rakamları sizlerle paylaşmak istiyorum. 2014 yılından bu yana Akdeniz’in mavi suları, 25 bine yakın umut yolcusunun mezarı oldu. Son 10 senede dünya genelinde mülteci sayısı, iki kattan fala artarak 85 milyona ulaştı. Bu sayıya, 15 günde iki milyondan fazla Ukraynalı mülteci eklendi. Yerlerinden edilen kişi sayısının önümüzdeki dönemde daha da yükseleceği anlaşılıyor. Halihazırda bir milyar insan, günde iki doların altında bir gelirle hayatta kalma mücadelesi veriyor. Esasen bu rakamların her biri, tek başına karşı karşıya bulunduğumuz adaletsizliği göstermeye yeterlidir. Dahası bu sayıların her biri candır. Onurlu, güvenli hayat sürmeye hakkı olan birer anne, baba, kardeştir. Çocukların çaresizlikten, daha körpe bir fidanken solduğu, 800 milyon insanın temel gıda maddelerine erişemediği, her gün yüz milyonlarca insanın yatağa aç girdiği bir dünyada yaşıyoruz.
“HER ZULMÜN ENİNDE SONUNDA BİZİ DE ETKİLEYECEĞİNİ, BİZİ DE YAKACAĞINI BİLMELİYİZ”
Kabul edelim ki böyle bir dünyada hayal ettiğimiz kalıcı barış ve istikrar tesis edilemez. Bırakın yeni savaşların önüne geçmeyi, 10 yıllardır süren çatışmaların dahi çözülemediği bir denklemde kimse kendisi emniyette hissedemez. Dünyanın devasa bir köye dönüştüğü günümüzde, nerede yaşarsak yaşayalım hiçbirimiz, ‘başkasından bana ne’ diyemez. Söndüremediğimiz her yangının, durduramadığımız her çatışmanın, engelleyemediğimiz her zulmün eninde sonunda bizi de etkileyeceğini, bizi de yakacağını bilmeliyiz. Bu acı gerçeğe Suriye’de, Yemen’de, Afganistan’da, Libya’da, Irak’ta, Arakan’da ve bir daha birçok kriz bölgesinde defalarca şahit olduk. Bu çatışma alanlarında çoğu kadın ve çocuk milyonlarca sivil hayatını kaybetti. Medeni değerler çok ağır yara aldı. Uluslararası kuruluşlara güven iyice dibe vurdu. Terör örgütleri ve aşırılık tüm dünyada zemin kazandı. İnsanlığın ortak kültür mirası olan kadim şehirler enkaz yığınına döndü. Kimi zaman coğrafi ve kültürel sebeplerle görmezden gelinen bu kriz bölgelerinin tamamında, ihmallerin bedelini sadece sorumlular değil, insanlık olarak da hep birlikte ödedik, ödüyoruz.
Tarih, ibret almayanlar ve kısadan hisse çıkarmayanlar için tekerrür eder. Ders alınmadığında sadece tarih değil, acılar da tekrarlanır. Ukrayna meselesi bu hakikatin en son örneği olarak karşımızda duruyor. Öncelikle burada bir hususun altını çizmek istiyorum. Türkiye hem Akdeniz hem Karadeniz ülkesidir. Ukrayna ve Rusya, Karadeniz’den komşumuz ve dostumuzdur. Komşularımız arasındaki krizin sıcak çatışmaya dönüşmesinden üzüntü duyuyoruz. Gerilimin tırmanarak bu aşamaya evrilmesi en fazla bizi rahatsız etti, en çok bizi endişelendirdi. Komşumuz olan bir ülkenin egemenliğine yönelik saldırgan eylemeleri asla maruz göremeyiz. Kırım’ın yasadışı ilhakı başta olmak üzere Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü hiçe sayan gayri meşru adımları reddediyoruz. Kırım’la ilgili net tutumuzu 2014 yılından bu yana her vesileyle ifade ettim. Her zeminde açıkça dile getirdik.
“BİZ BUNUN İÇİN Mİ VARIZ”
Rusya Federasyonu ve Ukraynalı dostlarımızla yaptığımız tüm görüşmelerimizde bu meseleyi hep gündemde tuttuk. Kırım’ın işgaline tüm Batı, tüm dünya ses çıkarmış olsaydı acaba bugünkü tabloyla karşı karşıya kalır mıydık? Kırım’ın işgaline sessiz kalanlar, şimdi bir şeyler söylüyorlar. Adalet, bu yerkürenin belli bir bölümünde geçerli diğer bölümündeyse geçersiz mi? Bu nasıl bir dünya? Ne yazık ki bu haksızlığın giderilmesi hususunda uluslararası toplum gereken hassasiyeti göstermedi. Gereken desteği vermedi. Ukrayna haklı, davasında yalnız bırakıldı. Harap olan şehirleri, ölen masumları gördükçe üzüntümüz katlanarak artıyor. Mülteciler içerisinden iki tabloyu sizinle paylaşmak istiyorum. Bir yavru annesinin kucağında, annesinin gözleri yaşlı, baktım ki o yavru, annesinin gözyaşlarını yalamaya başladı. Dünya bu tabloya mahkum ya. Bu olacak şey mi? Niçin böyle bir dünya? Biz bunun için mi varız? Aynı şekilde babası polis memuru olan ufak bir yavru, o da kah eliyle babasının yanaklarını tokatlıyor, bir diğer eliyle babasının kaskına vuruyor. Baba polis. Çocuk babasının kucağında bunu yapıyor. Bu dediğim, 2,5-3 yaşında bir çocuk. Dünya buna mı mahkum? O polisin görevi yavrusunun o ağlayışını dindirmek mi, yoksa terörü, anarşiyi engellemek mi? İşte ben şu andaki bu topluma, ekranları başında bizi izleyen tüm dostlarımıza diyorum ki hep birlikte biz barışın dünyasını kuramaya mecburuz, savaşın değil.
“IRAK’TA HÜLAGÜ’NÜN KÜTÜPHANELERİ YAKIP YIKTIĞI DÖNEME DÖNÜYORUZ”
Gelinen aşamada yangına körükle gitmenin, ateşe benzin dökmenin kimseye bir faydasının olmayacağı kanaatindeyiz. Ukrayna halkının meşru mücadelesi desteklenirken bu mücadeleye zarar verecek, leke sürecek adımlardan mutlaka imtina edilmelidir. Batı ülkelerinde yaşayan Rus kökenli insanlara, Rus kültürüne yönelik faşizan uygulamalar asla kabul edilemez. Bakıyorsunuz Almanya’da bir orkestra şefi, Putin’in arkadaşı olduğu için görevden alınıyor. Öbür tarafta yine bir başka Avrupa ülkesinde dünyaca meşhur Rus kültürünün, Dostoyevski’nin eserleri ülkede yasaklanıyor. Biz bunu neye benzetiyoruz biliyor musunuz? Bir zamanlar Irak’ta Hülagü’nün o yakıp yıktığı kütüphaneler vardı ya. Aynı o döneme dönüş olarak görüyoruz. Biz, yeni Hülagüler istemiyoruz. Ne demokrasi ne diplomasi ne insanlık bunlara layık değil. Biz, Türkiye olarak hem can kayıplarının önüne geçmek hem de bölgemizde barış ve istikrarı yeniden tesisi etmek için yoğun çaba harcıyoruz. Temennimiz, itidal ve sağduyunun galip gelmesi, silahların bir an önce susmasıdır. Bugün görüştüğümüz bir dost dedi ki ‘Bir SİHA bizim ülkemize düştü’. Şu an o da dinleyicilerin arasında. Hiç ilgisi, alakası olmayan ülkeyi de demek ki bu silahla vuruyor. Bu doğrultuda kriz öncesinden başlayıp bugüne kadar süren yoğun bir diplomasi trafiği yürütüyoruz. 25-30’a yakın liderle görüşmelerim oldu ve devam ediyor. Aynı şekilde bakan arkadaşlarımın görüşmeleri oldu. Yaptığımız tüm görüşmelerde olduğu gibi bugün ve yarınki temaslarımızda da çözüm tekliflerimizi muhataplarımızla paylaşacağız. Montrö Sözleşmesi’nin ülkemize verdiği yetkilerin kullanılması dahil elimizden gelen her türlü gayreti göstermeye devam edeceğiz.
“5 ÜYEDEN BİR TANESİ NE DERSE O OLUYOR”
Burada genel hatlarıyla ifade ettiğim birçok meselenin gerisinde 1. Dünya Savaşı sonrasında kurulan müesses nizam vardır. Savaştan galip çıkan beş devletin menfaatlerini önceleyen mevcut güvenlik mimarisinin günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermediği, veremediği aşikardır. Birleşmiş Milletler üyesi 193 ülkenin kaderini, Güvenlik Konseyi daimi üyesi beş ülkenin insafına bırakan bu sistemin adaletsiz olduğu sizlerin de malumudur. Ukrayna kriziyle beraber sistemin çarpıklığının ötesinde yapısal problemlerinin olduğu ortaya çıkmıştı. Çatışan taraflardan biri veto hakkına sahip daimi üye olunca Güvenlik Konseyi’nin icbar edici rolü boşa çıkmış, sistem iflas bayrağını çekmiştir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda alınan kararların bağlayıcı yönü bulunmadığı için de çatışmaları sonlandırılacak hiçbir adım atılamamıştır. 141 üye, o beş üyenin içindeki bir veya iki üye karşı oy kullanırken netice alınabildi mi? Alınamadı. Böyle bir adalet olur mu? Artık daha adil bir dünyayı tesis etmek için uzun bir süredir ‘Dünya beşten büyüktür’ diyerek günümüz şartlarına göre reforme edilmesi gerektiğini hep söyledik, söylüyoruz. Sistemin açıkları bilinmesine rağmen, veto yetkisini elinde tutanlar gücü paylaşmaya yanaşmadığı için reform talepleri görmezden gelindi. Veto hakkı olmayan geçici üyelik… Bu da çok komik geliyor bana. 15 tane geçici üye, beş tane de daimi üye; böyle komik bir şey olur mu? Geçici üye olmak için de o ülkeler, ‘ben de geçici üye olabilirim miyim’ diye kulisler, lobiler yapıyorlar. Olsa ne yazar, aynı şeyi biz de yaşadık. Hiçbir faydası var mı, yok. Elini kaldır indir. Beş üyeden bir tanesi ne derse o oluyor.
Geçici üyelik üzerinde sisteminin yapısal sorunları örtülmeye çalışıldı. Bizim gibi doğru bildiklerini yüksek sesten haykırmaya çalışan ülkeler de çirkin ithamlarla susturulmak istendi. Oysa biz, ‘Dünya beşten büyüktür’ derken sadece kendi ülkemiz için bir talepte bulunmuyorduk. Tüm insanlığın hakkını, ortak menfaatini de savunmaya çalışıyorduk. Aynı gerçeğin Güvenlik Konseyi daimi üyeleri tarafından da görüldüğünü, anlaşıldığını ümit ediyorum. Statüko yerine barışı gözetecek, beş ülkenin çıkarı yerine tüm insanlığa hizmet edecek yeni bir küresel güvenlik mimarisinin kurulması şarttır. Daha adil bir dünyanın mümkün olduğu inancıyla önümüzdeki dönemde BM reformu çabalarımızı artırarak sürdüreceğiz. Aydınlık yarınlarımız uğruna vereceğimiz bu mücadeleye sizlerin de gereken desteği sağlayacağına yürekten inanıyorum.
Türkiye olarak, uluslararası alanda öncülük ettiğimiz projeleri hayat geçirmek için sadece güçlü bir iradeye değil, aynı zamanda diplomaside yeni bir paradigmaya da ihtiyaç duyuyoruz. Diplomaside gelenek, deneyim ve alışkanlıklar elbette önemlidir. Ancak karşı karşıya bulunduğumuz girift sorunların çözümünde sadece bunlar kafi değildir. Diplomasiden, problemleri çözme kabiliyeti yanında daha çok sorunları önlemede, gerilimlerin önüne geçmede de istifade edilmelidir. Diplomasinin birinci görevi, barışın tesisi değil, barışı ve istikrarı tahkim etmek olmalıdır. Yenilikçi bir diplomasi anlayışını hep birlikte geliştirmemiz şart. Forumun temasının ‘diplomasiyi yeniden kurgulamak’ olarak belirlenmesini son derece isabetli buluyorum.” (ANKA)