Tarımdaki politikasızlık nedeniyle sorunların daha da büyüdüğünü belirten Eskiyörük, "200 milyon nüfusu doyurabilecek üretim potansiyeli olan ülkemizin, 80 milyon nüfus ile, üretebildiği tarım ürünlerini ithal etmesi Türkiye'nin ayıbıdır. Bakanlığımız, sektörde dengeyi sağlamak için büyük çaba sarf ederek, hem üreticileri hem tüketicileri korumaya çalışırken diğer yandan da spekülatörlerle mücadele ediyor ancak ithalat ile piyasayı terbiye etmek doğru bir yöntem değildir. Günü kurtarıp geleceğimizi karartmaktır. Bizi en büyük zenginliğimiz olan tarımda dışa bağımlı hale getirir" dedi.
Ülkede kalıcı bir tarım politikası oluşturulamadığını savunan Eskiyörük şöyle devam etti:
"Her ne kadar iyi niyetli olunsa da deneme yanılma yöntemiyle yapılan uygulamalar asla sonuç vermez. Tarımın iyileşmesi ve gelişmesi için ayrılan bu kadar kaynağa rağmen sektörde ilerleme sağlanamamaktadır. Mevcut uygulamalarla sonuç alınamayacağı ortadadır.
Tarıma ne kadar önem verirsek verelim, önce yol haritamızı doğru belirlemeliyiz. Piyasada yaşanan istikrarsızlık ve belirsizlikle tarım sektörü, rotasız bir gemiye benzemektedir. Çiftçimiz, üretmekten korkmuyor. Tek korkusu ürününü değerinde satıp satamayacağını bilmemesidir. Bu nedenle tarıma güvenceli bir meslek olarak bakılmıyor, gençler tarımdan uzaklaşıyor ve çiftçi gençlere kız vermiyorlar. Bir an önce ülkemizin yol haritasını belirleyecek ve çiftçimizi güvence altına alacak bir tarım politikası oluşturulmalıdır" dedi.
Ölçek ekonomisi adı altında tarımın el değiştirerek şirketleşme anlayışının tehlikeli olduğunu açıklayan Eskiyörük şunları söyledi:
"Bu anlayış Türkiye'ye dinamit koymak kadar tehlikelidir. Tarımsal işletmelerin, yabancı sermayenin eline geçmesine çanak tutmaktır. Çünkü şirketler zarar ederse işletmesini kapatabilir veya iyi fiyat verilirse işletmesini yabancılara satabilir. Ancak köylümüz için üretim bir yaşam biçimidir. Zarar etse dahi bırakması mümkün değildir. O nedenle aile işletmeleri tüketici içinde bir güvencedir. Tarımı köylümüz yapmalıdır. Yeni büyükler yaratmak yerine küçük aile işletmelerinin, kooperatif çatısı altında birleştirerek büyük ölçek haline getirilmelidir. Anadolu'nun yapısını bozmadan, kaynaklarımızı mevcudu değiştirmek değil iyileştirmek ve geliştirmek için harcamalıyız. Bizi doyuran köylümüzün elinden ekmeğinin alınmasını ortam yaratmaya kimsenin hakkı yoktur. Tarımda kalkınmak, üretici ve tüketiciyi korumak, tüm yapısal sorunları çözmek, göçü ve işsizliği önlemek, yoksulluğun yaşanmadığı, barışın sağlandığı daha yaşanır bir Türkiye istiyorsak kooperatifleşmeye mecburuz. Bu konuda Tire Süt Kooperatifi modeli bir reçetedir. Biz birlik, beraberlik, dayanışma içinde bölgemizde binlerce süt üreticisinin sorunlarını çözerek Türk Köylüsünün neler başarabileceğini gösterdik. Bu modeli Anadolu'nun her ilçesinde oluşturursak hiçbir sorunumuz kalmaz. Kooperatifleşme öncelikli Devlet Politikası haline getirilmelidir.
Çiftçimiz para yardımı değil, para kazanmak istiyor. Destekleme politikaları; yardım anlayışıyla değil, kooperatifçiliği geliştirmek, üretimin planlanması ve piyasanın düzenlenmesi gibi gelişmeye yönelik sonuç alıcı alanlarda kullanılmalıdır. Örneğin 2016'da Bakanlığımızın süte yaptığı müdahaleyle kriz önlenerek hayvancılığımız milyarlarca dolarlık kayıptan kurtulmuştur. Teşvik edici destekleme yöntemleriyle geri kalmış kooperatifleşmemizi gelişmiş ülkeler seviyesine getirmek mümkün. Yeter ki inanalım. Kooperatifçiliğin geri kaldığı ülkelerde açlık ve yoksulluk yaşanırken kalkınmış ve kapitalist ülkelerin, tarımlarını kooperatifleşmeyle geliştirdiklerini görmeliyiz ve kabul etmeliyiz. Kooperatifçilik öcü değildir. Tam tersine insana insanlığa yakışan en doğru kalkınma modelidir. Ülkesini seven herkes kooperatifçiliği benimsemelidir. Kooperatifçilik aynı zamanda ülkemize, vatanımıza sahip çıkmaktır. Tarım bizim geleceğimiz. Tarıma sahip çıkmak ülkeye sahip çıkmaktır."