Son birkaç gündür Kürt siyasi hareketi içinde yaşanan gelişmeleri yakından takip edenlerin komplo sevenleri, Kadir İnanır ile yaptığım bu söyleşiye ‘zamanlama manidar' klişesini her halükârda yapıştıracaktır. Ben yine de Kadir İnanır ile bu buluşmayı epey uzun zamandır planladığımızı not düşeyim. Uzun zamandır suskundu, ben de uzun zamandır konuşmaya ikna etmeye çalışıyordum.
Edirne Cezaevi'nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın eşi Başak Demirtaş'ın DEM Parti'den İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı için adaylığını koymaktan vazgeçtiği haberi de tam buluşmamız sırasında geldi. Güncel siyasetteki diğer konular gibi Demirtaş çiftinin hamlelerini de elbette konuştuk. Zaten içinden daha çok siyaset, daha az sinema geçen bir konuşma oldu. Neden bir süredir sinema yapmadığını konuşurken de kaçınılmaz olarak konu yine siyasete bağlandı.
Bir de sık sık başa döndük, söyleşinin başına.
En başından söyledi çünkü, "Türkiye'deki siyasi gelişmelere biz karar vermiyoruz" diye. Türkiye'deki tüm siyasi aktörlerinin tümünün birilerinin kurguladığı mühendislik içinde, o mühendisliğin izin verdiği ölçekler içinde pozisyon aldığına samimiyetle inanıyor. Hatta göreceksiniz ki çok kıymet verdiği Selahattin Demirtaş'ı bile bu durumdan azade tutmuyor.
Barış sürecine Akil İnsanlar Heyeti içinde verdiği katkı nedeniyle hedef olduğu eleştiriler içinde sızı kalmış. O günlerde kim kendisine ne demiş, uzun bir çetelesi var belli ki. Kırgın ve kızgın olsa da aynı süreç yarın yaşanacak olsa barış için yine en ön saflarda yer almaya hazır olduğunu söylüyor. "Erdoğan artık sizi çağırmaz" diye takılıyorum, "O belli olmaz" diyor ve yine bu işlere ‘başkalarının' karar verdiğini hatırlatıyor!
O kadar çok başkalarının kurgusunda oyuncu olduğumuzdan bahsediyor ki, sonunda "Bir simülasyon içinde yaşıyor olabilir miyiz?" diye soruyorum. Bu fikre çok yakın bir mesafede durduğunu anlıyorum.
Ekranın tartışmalı dizisi Kızıl Goncalar'ı çekiştiriyoruz biraz. Finali de Togg ile yapıyoruz. Spoiler vermeyeyim çünkü tatlı bir twist'i var…
Atlattığı ağır sağlık sorunlarına dair tek kelime sorasım gelmiyor. Onları geride bıraktığının kanıtı, bu söyleşideki performansı oluyor.
- Ne konuşalım, nereden başlayalım? Kafanızı en çok neler meşgul ediyor bu aralar?
Herkesin düşündüğü şey şu; bu kıskaçtan nasıl kurtulacağız? Ekonomi ne olacak?
Bu siyasetçilerin hali ne olacak? Benim bildiğim, siyasetçiler toplumun içerisine girdikleri zaman saygı görürlerdi. Bir üslupları vardı. Siyaset kurumu önce saygın hale gelecek. Hiç kimsenin beğenmediği, herkesin tartıştığı bir kurum bugün. Görüyorsun, kavga ediyorlar. Sokağa çıksak, halkı çevirsek, "Siyasetçiler için ne düşünüyorsun?" diye sorsak, bir tane çıkmaz "Şuna helal olsun" diyen.
- Anladığım kadarıyla bunu parti gözetmeden tüm siyasetçiler için söylüyorsunuz.
Tabii canım.
- Eğer geçen sene mayıstaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu seçilmiş olsaydı, iktidar değişseydi, Türkiye demokrasi yolunda bir nebze daha umut verecek bir sürece girmiş olur muydu sizce?
Hayır. Bir takım siyasi kavramların savunucusu olmak istiyorsan, onu senden daha fazla ve daha uzun süredir yapan var zaten. Senin düşüncen ne? O iktidara sahip olmak isteyenler, halka farklı ne vaat ediyor? Daha önce aynısını vaat etmiş olanın yaptığının aynısını yapacaksan senin bir farkın kalmıyor ki. Her kelime milliyetçi söyleme bağlanıyor.
- Kemal Kılıçdaroğlu özelinde konuşuyorsak, milliyetçi denebilecek söyleme daha ziyade 14 Mayıs ile 28 Mayıs arasında döndü, yani birinci turdan sonra o söyleme sarıldı. Madem onu konuşuyoruz, süreci hatırlatmak gerekiyor diye düşünüyorum.
Ben bir de neye inanıyorum biliyor musun? Bu yaşadığımız bütün sorunların bizim kendi ürettiğimiz sorunlar olduğuna inanmıyorum. Bu ülkenin nerede bulunduğuna bakmak lazım.
Uzak Doğu'dan Orta Doğu'ya, Avrupa'ya Afrika'ya yolların tam ortasında. Bir ürün Uzak Doğu'dan Batı'ya doğru taşınacaksa o geçiş yollarının tam ortasındayız. O yolların tam ortasına, kim dedi sana ‘Devlet kur' diye? Kalsaydın Hazar Denizi'nin kenarlarında, İran'ın kenarlarında orada kursaydın Türkiye Cumhuriyeti'ni?
- Tam olarak kime kızıyorsunuz onu anlayamadım. Mustafa Kemal'e mi? Çünkü bu dediğiniz şeyi konuşacaksak Osmanlı'ya kadar gitmemiz gerekiyor?
Dünyada bizim işgal ettiğimiz yer o kadar önemli ki, bundan kazançlı çıkmak için her şeyi oynuyorlar. Kendi çıkarları için her şeyi oynuyor. Bir siyasal iktidar her seçimde kendi halkına mensup insanların kazandığı paranın üzerine bir bardak çay kadar değer koymazsa, onun iktidarda kalması diye bir şey düşünülemez. Hangi sistemde olursanız olun bu böyledir.
- E ama Adalet Kalkınma Partisi bu kadar yüksek enflasyona, geçim krizine rağmen iktidarda kalabildi işte. Halkı çok sarsmış olan derin bir ekonomik krize, derin bir yoksulluğa rağmen daha dokuz ay önce seçim kazanmış bir iktidardan bahsediyoruz. Hem de 21 yılın sonunda.
O geri kalmışlığın, geç kalmışlığın faturasını bizim halkımıza yükleyemezseniz. Dünyada çok büyük güçler var. Türkiye üzerine oynanan büyük güçlerin savaşı var.
"Siz Erdoğan'dan şikâyetçi olan bir devlet gördünüz mü?"
- Siz bu ‘büyük güçler' dediğiniz aktörlerin Tayyip Erdoğan'ın iktidarda kalmasından yana bir oyun kurduklarını mı düşünüyorsunuz?
Şöyle söyleyeyim; siz Erdoğan'dan şikâyetçi olan bir devlet gördünüz mü?
- Zaman zaman ‘şikâyetçiymiş' gibi yapan devletler görüyoruz. İsrail olabiliyor, Amerika Birleşik Devletleri olabiliyor. Bir ara Suudi Arabistan vardı mesela, Mısır vardı, Yunanistan vardı. O cephelerde Ankara geri vites ya da U dönüşleri yaptığı için son dönemde pek şikâyet duymuyoruz haklısınız.
Hiç yok! Neden biliyor musun?
Dünyada, her gün kalkıp sadece "Bugün ne tüketeceğim?" diye düşünen 85 milyonluk başka bir ülke kalmadı da ondan. Hindistan kendini kurtardı mesela. İşte kala kala Pakistan Afganistan. Endonezya, Malezya kendilerini o büyük güçlerin kendi bölgelerinde oynadığı ticari oyunlardan kurtarmak için büyük savaşlar veriyorlar. Biz aynı yerde kaldık. Sabah kalkıyoruz, akşam yatıncaya kadar "Ne tüketeceğiz?" diye düşünüyoruz. Bunu yakaladılar, bunu başardılar. Bizim ürettiğimiz her malın yüzde 85'i ithal. Yarın aspirinin ham maddesini vermeseler bizim hastanelerimizde aspirin bulamazsın. Perdenin ham maddesini vermeseler, sadece camlar kalır. Onun için bizi çok severler. Öyle AİHM'ler falan adamların umurunda değil. Yeter ki bizimle ilişkileri bozulmasın. Mal satıyor bize. Kendi hayvan yemini üretemediğin noktadasın. Bu denklemin üzerine bir de silah sanayini koyarsan, isterler mi bu ülkede barış olsun? Kime satacaklar o silahları, barış olursa?
- Söylediklerinizi kabaca özetliyorum; Tayyip Erdoğan neo-kapitalist düzeni beslediği için dünya devleri onun iktidarda kalmasını destekliyor. Bu anlattığınız senaryonun üzerinden ilerleyelim…
Senaryo değil, bu uygulanan bir şey bence.
- Tamam peki, buradan ilerleyelim. Türkiye'yi ekonomik olarak kendilerine bağımlı hale getirip ülkenin kaynaklarından nemalanan bir Batı dünyası var. Cumhurbaşkanı Erdoğan, zaman zaman bu düzene başkaldırıyormuş gibi birtakım söylemlerle çıkışlar yapsa da günün sonunda el sıkışıyor. Gazze'ye saldırı başladığından beri İsrail ile ticaret rakamları ortada ya da İsveç'in NATO üyeliğine nihayetinde verilen onay malum. Batı başta Erdoğan'ın biraz bağırıp çağırmasını sineye çekip sonuçta istediğini alıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti halkı bu işin neresinde?
Halk kendi çıkarına bakar. Bir işletme gibi düşünün. Ürettiği malın parası içeri girmediği zaman fabrika durur. Onun durmaması için sıcak tutmak durumundasınız. Sonuçta paraya bakar. Dünyanın silah sanayiini elinde tutan ülkelerin fabrikaları durmadan silah üretiyor. Sonra bunları nerede tüketiyorlar? Enerji kaynakları dünyanın neresinde var diye bakıyorlar. Oralarda önce "size özgürlük getireceğiz" diye kavga çıkarıyorlar. Hem karıştırırken silah satıyorlar hem de sonra bütün enerji kaynaklarını alıyorlar, sonra da "Güvenlik size geri gelsin" diye yine silah satıyorlar.
Dikkat edin, dünyadaki çatışma bölgelerinin altında hep büyük enerji kaynakları vardır. Kimsenin insanlık adına, kimsenin bölgenin ya da dünyanın geleceği adına böyle güçlü merhamet duygularıyla falan hareket etmediğini biliyoruz. Bu ortamda bir ülkedeki iktidar, iktidarda kalmak için hangi yollar varsa hepsini uygular. 21 yıldır iktidarda başka bir parti olsaydı ne yapacaktı? İthalat rejimini kapatacak mıydı? Kendi ürettiğimiz şeyleri nasıl üretecektik? Onlarının hiçbirinin ham maddesi yok ki sende. Bütün bu yapıyı bilip bu durumu ülkenin siyasi avantajına çevirecek bir siyasi anlayışa ihtiyaç var. Onlarla futbol topu gibi oynamanın da yolu var.
- Tayyip Erdoğan kendi kitlesinin inandığı gibi ‘bir siyasi deha' mı sizce?
Erdoğan deha değil. Erdoğan, benim söylediğim gibi bir şeyi uygulayamıyor. Söyledim, ben daha bu ülkenin cumhurbaşkanından şikâyetçi olan hiçbir ülke görmedim. Nasıl beceriyor? Çünkü 85 milyon sadece ne tüketeceğine bakıyor. E durum böyle olunca da gerektiğinde "Haydi aslanım" diye para da veriyorlar. Sonra alacak o parayı çünkü, biliyor. Bu gerçekler ortadayken bizim siyaset kurumunu sürekli uyarmamız lazım.
- Sizinle birlikte Erdoğan'dan bahsederken 11 sene önceye dönmeden tam bir perspektif koyamayız. Erdoğan, 2012 sonunda Kürt sorununun demokratik yollardan çözümü için bir yola çıktı ama o yolculuk çok kısa sürdü. Sonra da zaten direksiyonu tam aksi istikamette bir politikaya kırdı.
Erdoğan çıkmadı o yola. Erdoğan'ın tek başına yaptığı iş değil o.
- Siz bir miktar işin içindeydiniz. Hem Akil İnsanlar Heyeti üyesiydiniz hem de Kürt siyasi hareketinden aktörlerle çok yakın ilişkileriniz oldu, hala da var. Nasıl ilerlerdi o süreç biraz anlatın. Erdoğan'ı kim o yola yönlendirdi?
Ben sana belgesini verebilirim bunun. Erdoğan hazırlamadı ama o sahip çıktı sürece.
- Ha belgesi de var…
Sen de bulabilirsin hemen. Selahattin Demirtaş mahkemede açıkladı onu. Mahkeme tutanaklarına girdi. Nisan 2018'deki duruşmada Demirtaş, İmralı'da Abdullah Öcalan ile yaptıkları bir görüşmeye atıfla anlattı. Hatırlarsanız, Demirtaş partisinin İmralı Heyeti'ndeydi. Dedi ki; "Benim katıldığım bir toplantıda akil insanlar konuşuldu. Akil insanlar grubu oluşturulmalı denildi. Bu, Öcalan'ın önerisiydi. Ne bizim ne hükümetin önerisiydi. Kim hayata geçirdi, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan. Akil İnsanlar Komisyonu kurdu, ilk toplantısını kendisi Dolmabahçe'de yaptı. Burada tutanakları var, okuyayım size."
- Tabii bahsettiği tutanaklar devletin arşivindedir, haklısınız. Ama bunu siz kendi zaviyenizden bildiğiniz kadarıyla anlatın istiyorum. O süreçte siz ‘Akil İnsanlar Heyeti' içinde olmayı kabul ettiniz.
Akil İnsanlar'ın içinde Mithat Sancar da vardı. Ondan niye bahsetmiyorsunuz?
- Mithat Sancar'dan randevu bekliyorum, bir noktada konuşmayı kabul ederse ona da sorarım elbette.
Millet niye sormuyor? O gün o heyette olup da bugün Türkiye'ye giremeyen bir sürü kurum başkanı var. Aydın Doğan'ın kızı bile vardı.
- Evet, Arzuhan Doğan Yalçındağ.
Niye onlardan bahsetmiyorlar hiç? Ondan sonra çıkıyor dangalağın birisi, "Kadir İnanır bu işlerden ne anlar?" diyor.
- Kim demişti onu?
İsim vermiyorum ben, çok örnekleri var. Benim yaptığım filmleri biraz takip etseydi kimin ne anladığını görürdü. Yaptığım filmlerin çok önemli bir bölümünde doğudaki insanların yaşadıkları sıkıntıların tam gerçek hali vardır. Tapu Kadastro Genel Müdürü ile toprakların her karışının özelliğini tartışacak kadar bu ülkeyi tanıyorum. Kim bana bu ülkenin sevgisini öğretecek, vatan millet sevdasını öğretecek. Kim öğretecek?
Bu ülkenin her karış toprağında benim ayak izim var. Mesela o kişi, Katırcılar filmini izlese, orada on yıllardır yaşanan sınır ticaretinin gerçekte ne olduğunu öğrenir. Halkın çektiği ıstırapları görecek. Biz o filmleri çekerken o bölgede yaşadık. Altı ay orada karın içinde kalıp film çekmişim ben. O günlerde büyük haksızlık yapıldı.
- Akil İnsanlar Heyeti üyesi olduğunuzda size yöneltilen eleştiriler kızdırmış sizi, fark ediyorum ki hala da kızgınsınız aslında.
Bir kere ‘Akil İnsan' konusunda anlaşalım. ‘Akil insan' demek agâh demek değil ki, her konunun uzmanı demek değil ki. ‘Akil' dediğin bir konuda bilgi birikimi olan, o sorunları çözmek için bilgi birikimi ve heyecanı olan insandır. Ben zaten o işe girerken, "özgür çalışabilirsem" diye girdim.
- Özgür çalışabildiniz mi peki?
Ben özgür çalıştım, ben her yerde özgür çalışırım.
- O sürecin üzerinden geçen 10 senede ülkede özgürlük alanlarının tümünü boğmaya dönük baskıcı ve aşırı güvenlikçi politikalara geçen, otoriter bir devlet anlayışına sarılan, dışlayıcı bir milliyetçilik tanımını temsil eden bir siyasi partiyi kendine iktidar ortağı seçen bir Erdoğan bugün yeniden ‘çözüm' için yola çıksa… Sizi de kendisine destek olmaya davet etse, yine gider misiniz?
En önde giderim, yeter ki adı ‘barış' olsun. Mecburuz, başka hiçbir şansımız yok. İnanmaya bile mecburuz.
- 2013'te o sürecin içinde olduğunuz için size denilmeyen laf kalmadı. Anlatma şeklinizden söylenenlerden alındığınızı da anlıyorum. Ama tüm bunları rağmen Erdoğan bugün benzer bir yola yeniden çıksa ve sizi davet etse gideceğinizi söylüyorsunuz.
Erdoğan değil, kim söylerse söylesin giderim. Derim ki; "Gel kardeşim deneyelim, acele edelim."
- Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da size şu ortamda yeniden teklif getirmez sanırım. Farklı görüşlere tahammülü olamayan bir lider görüntüsünde. O yüzden bugün olsa size teklif getirmezdi herhâlde.
Orası belli olmaz. İşte o konularda başa dönerim. Bütün bunlara biz karar vermiyoruz.
- Biliyoruz ki son 10 sene içinde birkaç kez HDP'de siyaset yapmak için teklif aldınız. Hatırlatır mısınız hangi tarihlerde teklif geldi ve neden kabul etmediniz?
2015'te ve 2018'de geldi. "Tanınan, sevilen birini bu partide görelim" anlayışını ben doğru bulmadım. Çünkü o partinin var olması için ya da o partinin savunduğu bütün değerler için yıllarca uğraşmış, çalışmış, bedeller ödemiş bir sürü insan varken ben birdenbire onların önüne geçip milletvekili olamam. Buna karakterim müsait değil. Teklifi kabul etmememin sebebi buydu, başka bir sebebi yok. O zaman o partinin adı Halkların Demokratik Partisi idi. Nerede halk diye sormuştum size ya, hatırladınız mı?
- Size teklifi getirenlere de "Sizin partinizde halk nerede?" diye sordunuz mu?
Ben herkese soruyorum, dünyaya soruyorum. Cumhuriyet Halk Partisi'nin neresinde halk? Halk yok, sadece ismi var. Halk var, ama partilerin adında.
- Son seçimde yani 2023'te Yeşil Sol Parti'den (YSP) teklif almadınız mı?
Hayır almadım.
- Ama çok haber çıktı bu konuda. Siz de o dönem, "Uzun yıllardır birçok kez milletvekilliği teklifleri aldım. Tüm bu teklifler benim için kuşkusuz onur vericidir ama ülkemizde siyaset, halk tarafından saygın bir kurum haline gelmediği sürece aktif siyaset yapmayı düşünmüyorum" diye açıklama yapınca biz de haliyle teklif geldi ama kabul etmediniz diye düşündük.
Tonlarca haber çıktı. Ama herhâlde bir tek parti genel merkezleri okumamış onları.
- Yeşil Sol Parti'den bir açıklama beklediniz ve gelmedi mi?
Ne güzel işte bir ay boyunca bu haberi kullandılar.
- YSP'nin sizin isminiz üzerinden reklam yaptığını mı ima ediyorsunuz?
Bilmiyorum kim yaptı bunu.
- 2015'teki davet için, "Sadece meşhur ve tanınan birisi olduğum için milletvekili yapılmayı doğru bulmadım" dediniz. Ama bu sadece Türkiye'de olan bir şey değil. Sizin gibi kitleler açısından popülerliği ya da etki alanı yüksek meşhur kişiler toplumun bazı şeylere ikna edilmesi için tarihte farklı ülkelerde farklı süreçlerde kritik roller oynamıştır. Ronald Reagan kötü örnek, onu kastetmiyorum. Ama bugün Türkiye'de mesela ‘barış' diye ağzını açan herkesin ikinci dakikada ‘terörist' diye damgalanma riski taşıdığı mevcut politik iklimde sizin çıkıp barıştan demokratik çözümden bahseden bir siyasetçi olarak Meclis'te olmanızın bir anlamı olmaz mıydı? Ya da bugün çözüm sürecinin inkârı üzerine politika kuran hükümet yeniden yola çıkacak olsa, "Ne olursa olsun yine de barışa dair her adım desteklenmeli" diyor olmanızın geniş bir kesim üzerinde etkisi olması beklenmez mi normal şartlarda?
Bunların hepsi çok meşru sorular, haklısın. Kendini bu konuların uzmanı sanan ya da baş yöneticisi sanan siyasetçiler benimle beraber gelsinler yürüyelim onların bölgelerindeki caddelerde. İsterse o kişi bu mücadelenin lideri olsun, yan yana yürüyelim bakalım oralarda ne olur? Dirsek yiye yiye en arkada kalır onlar. Neden o zaman bana telefon açıp da, "Senin böyle bir niyetin var mı?" diye sormuyorsun?
- YSP eş başkanlarını mı kastediyorsunuz?
Gelemez çünkü, gelemez.
- Bu sözlerinizden seçime YSP adıyla giren bugünün DEM Parti yönetimine dönük bir kırgınlığınız olduğunu anlıyorum.
Kırgınlık değil. Böyle bir siyasi anlayışın yaşandığı bir dünyaya girmek istemedim.
- Onlar da mı ‘düzen partisi' oldu sizce?
Düzen partisi olmayabilir ama kendi düzenlerinin buna müsaade etmediğini görmüş olabilirler. Mesela 200 bin TL maaş fena değildir yani. Rozet de fena değildir yani.
Her gittiğin yerde bedava yemek de önemli olabilir. Bunları insanlar düşünebilirler. Ama ben milletvekili olsaydım o rozeti takmazdım.
- Neden?
İsterdim ki halkın tamamı o rozet olmadan beni tanısın. Onu halkın gözünün içine soka soka kullanmanın anlamı başka. Yani konu aslında benim milletvekili olup olmamam konusu değil. Ben giderim bağımsız milletvekili de olurum, biliyor musun? Senin dediğin formatı yakalayayım, hepsini uygulayayım, bak ne oluyor gör. Ama yolun ortasında kurşun yenir mi o ayrı mesele.
- Bugün bunları konuşmanın size kurşun yedireceğini mi düşünüyorsunuz? On sene önce Türk televizyonlarında sabaha kadar yandaş yorumcular Öcalan'ın aslında ne tür bir stratejik akıl olduğunu falan anlatıyorlardı. Bugün benzer şeyleri o zamanki kadar açık konuşmak kurşun mu yedirir insana?
O kadar hassas sorular soruyorsun ki hep beni röportajın başına götürüyorsun. Neler olacaksa biz karar vermeyeceğiz diyorum. Hâlâ ısrar ediyorum.
- Tamam o argümanınızı anlıyorum da birileri Türkiye'yi bir kurguya yöneltseler de diğer aktörler ses çıkartıp çıkartmamaya kendileri karar veriyor. Sizinle Akil İnsanlar Heyeti'nde olan insanların bir kısmı öyle bir mesai yaptıklarını hatırlamıyor dahi sanki. Kürt sorunu deseniz, başka yöne bakıyorlar. Ama siz vazgeçmediniz ve sonuçta bu sizin kişisel tercihiniz. Demek ki yönlendirme olsa bile tercihler var.
Geçmedim, geçmeyeceğim.
- Bu pozisyonda ısrar etmenin bugünün Türkiye'sinde riskli bir şey olduğunu düşünmüyor musunuz?
Olabilir. Her an her şeyi bekleyebilirsin. Dünya siyasi konjonktüründe neyin hangi zamanda nasıl uygulanacağını bilmiyoruz biz. Sadece genel sistemler var ama detaylara inince ne zaman ne oyunlar oynandığını bilmiyorum ki.
- Bugün yola DEM Parti ismiyle devam eden siyasi hareketin yöneticilerini ima ederek epey şey söylediniz biraz önce. Peki, Selahattin Demirtaş'ın çizgisini nasıl buluyorsunuz?
Türkiye'nin son zamanlarda yetiştirdiği en önemli siyasetçi Selahattin Demirtaş.
- Eşi Başak Demirtaş'ın İstanbul hamlesini nasıl okudunuz? Partinin İBB adayı olmak istediğini açıkladı ancak büyük tartışmaların ardından çekildi. Nihayetinde DEM Parti Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni'yi aday gösterdi.
Bu konularla ilgili sorduğun her soruda başa dönüyorum. Bütün bu yaşananların müsebbibi biz değiliz gibi geliyor bana. Dünya coğrafyasındaki konumumuz üzerinden hangi konuda ne kadar etkin olabileceğimizin hesabını yapan güçler tarafından belirleniyor bu işler. Bana öyle geliyor.
- Belki Başak Demirtaş'ın vazgeçişinden çok eşi Selahattin Demirtaş'ın bu gelişme üzerine iki gün önce yaptığı açıklama daha çok tartışılıyor şimdi. Çünkü Demirtaş, üçüncü yol formülünü yeniden tartışmaya açtı ve DEM Parti'nin hem AKP ile hem CHP ile görüşebilmesi gerektiğini söyledi.
Tabii bunlar onların kendi iç meseleleri ama bunları konuşabilmek önemli. Bunlar etraflıca konuşulmadan barışa doğru yol alınamaz.
- Demirtaş ile DEM Parti arasında bir gerilim olduğu çok konuşuluyor. Hatta Demirtaş'ın partiyi bazı pozisyonlara zorlamaya çalıştığını ileri sürenler var. Size göre o cenahın içinde bu tür bir tansiyon var mı?
Ben öyle hissetmiyorum. Ama Türkiye siyasetinin genelinde bu dediğin gibi bir ruh hali var. Bence o yüzden oradaki gelişmeler de hep o çerçeveden tartıştırılmaya çalışılıyor. Bu işe nasıl bakıldığı Türkiye'deki genel ruh halinin tezahürü bence.
- Biraz önce birkaç kez birtakım güçlerin Türkiye için belli gidişatlar kurguladığını ısrarla dile getirdiniz. Pek çok soruma, "Biz bilemeyiz şu an ne hazırlanıyor" şeklinde yanıt verdiniz. Eğer Türkiye için bugün yeni bir politik kurgu varsa Selahattin Demirtaş bunun içinde nasıl bir yere oturuyor olabilir?
Böyle bir değerlendirme yapabilmemiz için olayların kaynağının ne olduğunu bilmemiz lazım. Ben sadece şunu diyorum; siyasetin gidişatına bizler değil, başkaları karar veriyor. Bundan daha açık konuşmayayım, başıma iş alırım. Biz mi yönetiyoruz ki Türkiye'yi?
- Kâğıt üzerinde seçimle iş başına gelinen bir ülke olduğu için öyle olması beklenmez miydi? Yani en azından halkın iradesinin karar süreçlerinde etkili olması beklemek istiyoruz.
O zaman ne mutlu bize!
- Demirtaş'ı söylediniz, peki Ekrem İmamoğlu'nu siyasetçi olarak nasıl buluyorsunuz?
Telefon açtığım zaman hemen çıkar telefonuma. Çok iyi arkadaşım.
- İstanbul'da yaşadığınız günlük dertlerle ilgili arıyor musunuz kendisini?
Çöp kamyonu geçiyor, trafiği kapatmış. Ya da çöp kamyonları olması gereken saatte çöpü toplamıyor. Hayatın içinde gördüğüm olumsuzluklarla ilgili uyarıyorum tabii. Ama bu benim özel dostluğumla ilgili bir şey. Yoksa protokol kültürüm o kadar zayıf değildir. Yani bir belediye başkanı nasıl aranır, nasıl hitap edilir biliyorum herhâlde.
- Bir gün sizce Türkiye'nin cumhurbaşkanı olabilir mi Ekrem İmamoğlu?
Onu bilemem. Buralara girersek yine konuşmamızın başına döneriz.
- Kasım 2014'te Şirin Payzın'ın CNNTürk'te yayınına çıktığınızda Cumhurbaşkanı Erdoğan'a Ahmet Kaya meselesi yüzünden kırgın olduğunuzu anlatmıştınız. Siz bunu açıkladıktan sonra bir telefon ya da bir mesaj geldi mi Erdoğan'dan?
O program 11 kez yayınlandı. O programda şunu söyledim; "Bir Cumhurbaşkanına ‘Hepiniz ordaydınız ulan' demek yakışmaz" dedim. Ahmet Kaya'yı kimse benim gibi sevemez. Zaten o gecenin fotoğrafları, haber kupürleri var. Ahmet Kaya boynuma sarılarak şarkı söylüyor. Ahmet Kaya programını bitirdi, sonra çıkarken olmuş o olay. Haberimiz dahi olmadı. Olsa müdahale etmez miyim?
Şimdi… Seni beğenmeyebilirim ama senin çalıştığın müessesenin eğer etkin bir gücü varsa ona da saygılı olmak zorundayım. İkisini ayırmak lazım. Uyarırım, derim ki, "Burada yanlış yapıyorsun." Beni eleştirmek o kadar kolay ki. Ama ben bu toplumun değer yargılarını zedeleyecek ne yaptım? Hangi siyasi söylemimde yanlış kelime kullandım?
"Vatan sevgisi" dediniz, feriştahınızı davet ettim, "Gelin bu vatanı kim daha çok seviyor görüşelim" diye. Bir partinin güçlü bir ismi barış sürecinde çıkmış televizyona "Bak şu Akil Adamlar'a, şerefsizlere" diyor. Adamın adını da söylerim gerekirse. Zaten benim karşı karşıya geldiğim adamlar genelde kimler biliyor musun? Gerçekte karşı karşıya gelsek karşımda tir tir titreyecek adamlar. Ama işte sosyal medyada canavar kesiliyorlar.
- Erdoğan'la o polemiğiniz zamanın değişen ruhuna dair de çok şey söylüyor. Kapalı bir toplantıda size o Altın Kelebek töreninde Ahmet Kaya'yı linç edenlerden biriymişsiniz gibi size laf çarpan Erdoğan'ın bugün geldiği yeri düşününce…
Siyaset bu, siyasette her şey bence normaldir. Dünyanın her yerinde oyunlar oynanıyor. İktidar var ya iktidar. O koltuk için bu söylediğinin kaç bin mislini oynarlar. Yeter ki koltuk gitmesin.
- Peki dünyada beğendiğiniz bir siyasetçi var mı şu aralar?
Boşnak bir çocuk var Şili'de, devirdi hükümeti vallahi. Göçmen gitmiş oraya.
- Türkiye'deki göçmen işlerine nasıl bakıyorsunuz?
Bir tek şartı var onların geri dönüşünün, Suriye ile anlaşmak. Suriye ile anlaşmanın tek yolu var, onun için de röportajın başına dönmen lazım. Ona karar verecek olan biz değiliz.
- Sizce Suriye'de de Irak'taki gibi özerk bir Kürdistan'a mı ikna etmeye çalışıyorlar Türkiye'yi?
Ben bugüne kadar tanıdığım Kürtler içerisinde, "Biz ayrılacağız, yeni bir devlet kuracağız" diyen bir kişiye rastlamadım. Çok Kürt tanırım ama şu cümleyi kuran bir tek Kürt'e rastlamadım. Ama şunu diyene rastladım; "Ben Boğaz'ın kenarlarını size bırakacağım, İzmir'in kordon boyunu size de bırakacağım da Süleymaniye'ye gideceğim, ha? O kadar salak mıyım ben?" Siz Suriye'de, Irak'ta Kürtlerin nasıl bir yoksulluk içinde yaşadıklarını biliyor musunuz? Bu canım toprakları ucundan kenarından bir sürü avantajlar sağlamış insanlar buradan kovsan gitmezler. Niye gitsin adam? Ne var Kamışlı'da? Şırnak'ın karşı tarafındaki yola saatlerce bak, üç dört tane araba geçer.
- O zaman size göre Türkiye içinde hayli popüler olan, "Güneyimizde Kürdistan kurduracaklar" şeklindeki söylem sadece bir paranoyadan ibaret mi?
Onu kullanıyorlar işte. Kimse bir yere gitmez. Buradaki imkanlar orada yok ki.
Sonra öyle kolay da değil. Siz haritanın Türkiye tarafında Atatürk Barajı da dahil kaç tane barajımız var biliyor musunuz? Yirmi beşe yakın. Kim neyi nereye alıyor da ayrılıyor? İdari biçimde kavgalar olur. Onlarda da konuşula, konuşula, konuşula, konuşula anlaşılır.
- Siyasi kimliğinizi ve siyasal gelişmeleri konuşup duruyoruz da sinema bu dünyanın neresinde kaldı? Türkiye'nin geçmişteki siyaseten en çalkantılı dönemlerinde bir şekilde politik film çekmeyi başarmış Kadir İnanır bugün politik sinema yapamıyor mu?
Keşke imkân olsa da yapsam. Yapılabilir ama çok uğraşırsanız nedenini söyleyeyim. Ağır sansür var. Kaç türlü sansür var, gel sayalım. Birincisi, bugün zaten 1 milyon doları olmayan adam sakın film çekmesin. Ancak bu paraya çekilebiliyor. Şimdi bugünün ekonomi şartlarında cebinde 1 milyon doları olan adam gidip film mi çeker, yoksa banka müdürüyle "Ben ayda kaç para alacağım?" hesabı mı yapar? İkincisi, en az 1 milyon dolara film çekeceksin sonra Kültür Bakanlığı'ndan o filmin sinemalarda oynaması için belgeyi alacaksın. Üçüncüsü, filmi çeken patronun, "Şunu şunu koyma, benim başımı belaya sokma" diye baskısı olacak. Dördüncüsü, sinema sahibinin, "Sinemamın başına bir şey gelir" şeklindeki stresini üzerine alacaksın. Bak kaç türlü sansür aşaması var. En sonunda da bence sansür kelimesinin en ağırı olan bir maddeye gelip tosluyoruz. Ne biliyor musun? Vali vesayeti. Ne demek vali vesayeti?
- Tabii, ne diyeceğinizi tahmin edebiliyorum.
Bir vali, "Benim hakimiyetim olan bölgede bu yapılan kültürel etkinliğin toplumda infial yaratma riski var" diye yasaklayabilir. Bak kaç tane sansürü yendik geldik en sonda nereye tosladık.
- Bugün bu ağır sansür ortamında yaşıyor olmasaydık ve en az 1 milyon dolarınız da hazır olsaydı nasıl bir hikâyenin filmini çekerdiniz.
Afişini göstereyim mi sana? Şartları oluşturayım, bunu çekeceğim. (Telefonundan bir fotoğraf gösteriyor.)
- Diyarbakır Sur'da sokağa çıkma yasakları sırasında ölen Hakan Aslan'ın kemiklerinin 7 yıl sonra babası Ali Rıza Aslan'a bir poşet içinde teslim edilmesinin fotoğrafı bu.
Evet o filmi çekeceğim de bugün o filmi gösterecek salonu kim verecek bana?
- O zaman bu film için epey bekleyeceğiz.
O torbanın içindeki kemiklerin sahibi kim? Onu anlatmadan böyle bir film çekilir mi?
"Oğlunu bulduk" diyorlar, morga gidiyor, oradan torba veriyorlar. Çok güzel bir hikâye ama çok zor tabii.
- Babayı mı oynamak istiyorsunuz?
Baba ya da hâkim. İki tane başrol var. Çocuğun yanlış bir kararla idam edildiği çıkıyor ortaya. Hâkim yola düşüp köyde babayı buluyor, kendini affettirmek için. Karşılaşıyorlar.
Tabii bunlara ne kadar müsaade ederlerse… Türkiye'de muhalefetin dahi kafasını nasıl uzatacağının sınırları bile çizilmiştir. Onun da mühendisliği yapılmıştır.
- Biz o zaman haybeye oy falan verdiğimizi sanıyoruz ama neredeyse bir simülasyonun içinde yaşıyoruz, öyle mi?
Bence öyle.
- Peki her şeye rağmen televizyon seyrediyor musunuz?
Takip ettiğim insanlar var, onlar bir programa çıkacakları zaman haber veriyorlar. Ben de o zaman açıp izliyorum.
- Dizi seyrediyor musunuz?
Hayır, dizi seyretmiyorum. En iyilerini seyrettim. O kadar uzun zamanım yok. Oturacağım da altı saat dizi seyredeceğim. Kafamı başka şeylerle doldurmaya çalışıyorum, düşünerek ve okuyarak.
- Son zamanlarda muhafazakâr yaşam tarzını ekrana taşıyan diziler çok tartışılıyor. Seküler karakterlerle muhafazakâr karakterleri buluşturan senaryolar çok revaçta. Samimi buluyor musunuz o dizilerdeki kurguları?
Çok tuttu denilen diziler neye hizmet ediyor? Hangisini alkışlıyor? Beraber yaşamayı mı alkışlıyor, yoksa kendine ait mahallelerin güzelliklerini mi sunmaya çalışıyor? Elbette hepsi bizim insanlarımız, kimse Japonya'dan gelmedi. Ama tarikatlara hizmet eden bir sürü baskı haline gelmiş anlatıları var. Onları şirin gösteren.
- Kızıl Goncalar'a baktınız mı?
Baktım. Ben işin içerisindeyim. Onun yapımcısına ve senaryo ekibine fikirlerimi söyledim.
- RTÜK'ün yasağı "Tarikat gerçeklerinin ekrana yansıtılması tarikatları kızdırdı" şeklinde yorumlandı. Siz hangi konuda fikirlerinizi paylaştınız dizi ekibiyle?
Onlar ticari unsurlardır. Bilerek yapıldı hepsi. Mesela Faruk'a (Yapımcı Faruk Turgut) ben bizim Tarık Çelenk'i önerdim ve çalıştırdım onları. O konuda çok uzmandır Tarık Çelenk. O dizi tamamen ticari. Show business. Biraz daha kızılsa da…biraz daha bağırsalar da. Böyle bakılıyor. Şimdi önümüzde seçimler var, seçimler olmasa onu çoktan kaldırmışlardı.
- O zaman Faruk Turgut, olaya "Gittiği yer kadar gider" diye mi bakıyor?
Ya çok mutlu Faruk Turgut, "Ne güzel işim konuşuluyor" diye bakıyor.
- Ben dizi izleyicisi değilim ama tartışmaları takip etmek için arada hızlı tarama yapıyorum. Bahsettiğiniz tarzda indoktrinasyon hedeflemeli işler yapılıyor bile olsa taşıyıcı karakterlerin kadın olmasını önemsiyorum. Cesur karakterlerin çoğunlukla kadın olması bu topluma dair doğru bir şey söylemiyor mu aslında?
Çünkü öyle olması gerekiyordu. Canım, kadınlar olmazsa bizim nefes alacak halimiz bile olmaz. Bu ülkede çağdaş, anlamlı ne kadar gelişme var, hepsi kadınlar sayesinde. Zulümlere isyan eden kadınlar sayesinde. Bunları erkeklerin omuzlayacak durumu yok. Benim tek güvencem bu ülkenin kadınları. Bir şey düzelecekse onu yapacak olan bu ülkenin kadınlarıdır. Onların verdiği mücadele erkeklerde yok.
Bak sana başka bir fotoğraf göstereceğim. Nedir bu?
- Selvi Boylum Al Yazmalım'da siz ve Türkan Şoray.
Evet de nerede oturuyoruz biz? Togg'un üzerine oturtmuşlar bizi.
- Bu görsel, Togg'un resmi kampanya görsellerinden biri değil ama. Birileri yapmış belli ki.
Hadi kendin yapmadın, birileri yaptı. Kaldırtırsın. Böyle bir ülke mi var dünyada? Hadi aynı şeyi Amerika'da yap göreyim.
- Sizler yine de dava açamaz mısınız telif için?
Hangi hâkimin karşısına gideceksin? Adamın bir numaralı projesini yok etmeye çalışıyormuşsun gibi görecekler.