CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bir dizi ziyaret için dün Gaziantep'e geldi. Kılıçdaroğlu, bugün Gaziantep Sanayi Odası'nı ziyaret etti. Kılıçdaroğlu'nu Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Adnan Ünverdi ve yönetim kurulu üyeleri ağırladı. Görüşmenin ardından Kılıçdaroğlu ile Ünverdi, açıklamalarda bulundu.
“EN FAZLA İHRACAT YAPAN ALTINCI KENT DURUMUNDAYIZ”
Adnan Ünverdi, ziyaretlerinden dolayı Kılıçdaroğlu’na teşekkür ederek, “Gaziantep’te binlerce ürün üretilmektedir. Bu da bizlerin sektörel çeşitlilikte artı bir zenginliğimiz oluyor. En fazla ihracat yapan altıncı kent durumundayız. Gaziantep Organize Sanayi Bölgemiz, 45 milyon metrekare alanıyla beraber Türkiye’nin en büyük OSB’si ve 250 binin üzerinde çalışanıyla yine Türkiye’de OSB’de en fazla istihdam sağlayan bir bölgedeyiz” dedi.
“ATATÜRK, ‘HER FABRİKA BİR KALEDİR’ DİYEREK ÜRETİMİN ÖNEMİNİ GÖSTERMİŞTİR”
Ünverdi, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ‘Her fabrika bir kaledir’ diyerek üretimin önemini; ‘Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnızca bir şeye ihtiyacımız vardır, çalışkan olmak’ diyerek de zorluklardan çıkış yolunu bizlere göstermiştir” diye konuştu.
Ünverdi, daha sonra sözü CHP lideri Kılıçdaroğlu’na bıraktı. Kılıçdaroğlu da şunları söyledi:
“HEPİMİZ TEKNOLOJİDEN YARARLANMALIYIZ: 181 ülkeye ihracat yapıyor Gaziantep, bu çok güzel bir şey. Dileğimiz, bu sayının artması. Üretim ve ihracat… Üretmek gerekiyor. Üretmeden ihracat mümkün değil. Gaziantep’in Orta Doğu’nun ve Kafkasların en önemli kentlerinden birisi olduğunu biliyoruz. Ama gerçekten de Gaziantep, bu potansiyeline karşın daha güzel şeyler yapabilir, sanayisini geliştirebilir. Teknolojiyi izleme konusunda sayın başkan bazı ipuçları verdi. Evet, 21. yüzyıl, teknoloji yüzyılı. Teknoloji konusunda Türkiye geri kalırsa, teknolojide atması gereken adımları atamazsa bir süre sonra katma değeri düşük ürünlerin üretildiği bir ülke haline gelir. Hepimiz teknolojiden yararlanmalıyız.
TÜRKİYE, İTİBAR SAHİBİ OLACAKSA DÖRT AŞAMALI BİR STRATEJİYİ İZLEMEK ZORUNDADIR: Üniversitelerin bilgi üretebileceği bir sürece Türkiye’yi sokmak durumundayız. Eğer Türkiye, hızla büyüyecekse, kalkınacaksa, bölgesinde ve dünyada söz sahibi olacaksa, itibar sahibi olacaksa dört aşamalı bir stratejiyi izlemek zorundadır. Nedir dört ayaklı strateji?
İKTİDAR SAHİPLERİNDEN BİRİSİ ÇIKIP, BEĞENMEDİYSE SANAYİCİYİ SUÇLAYABİLİR: Birincisi, gerçek bir demokrasidir. Bakın dünyaya, demokrasisi gelişmemiş hiçbir ülke gelişmemiştir. Kişi başına geliri 30, 40, 50, 60 bin dolar olan ülkelerin tamamında demokrasi gelişmiştir. Eğer demokrasiyi geliştiremiyorsanız baskıcı bir yönetim altında sanayici ne kadar çalışabilecek? Bir süre sonra ülkesini terk edecek. Giden çok sayıda sanayicimiz var. Demokrasi, düşünce özgürlüğünün yanı sıra can ve mal güvenliği demektir. Benim can ve mal güvenliğim yoksa yabancı sermaye buraya niye gelsin? Can ve mal güvenliği yoksa sanayici neden yatırım yapsın? Bugünkü ortamda herhangi bir siyasetçi, iktidar sahiplerinden birisi çıkıp, beğenmediyse sanayiciyi suçlayabilir. Aylarca içeride yatabilir, tutuklanabilir. Bu gerçek var Türkiye’de.
ADALETİN OLMADIĞI YERDE CAN VE MAL GÜVENLİĞİ OLMAZ: Haksızlığa uğradığımda gidip hâkime başvuracağım. Hâkim, hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verecek. Dikkatinizi çekerim; kanuna göre değil. Anayasa 138, ‘Kanuna göre karar ver’ demiyor. Hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verecek. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun, kaç tane hâkim var böyle Türkiye’de? Adaletin olmadığı yerde can ve mal güvenliği olmaz ki zaten. Adaletin olmadığı yerde düşünce özgürlüğü olmaz ki zaten. Düşünce özgürlüğünden değerli bir şey yoktur. Atalarımız söylemiş; ‘Akıl, akıldan üstündür’. Siz, farklı düşündü diye insanları hapse atarsanız, tutuklarsanız, üniversiteden atarsanız ne olacak? Batı ne diyor? ‘Farklı düşünenler, gelin bizim ülkemize.’
BİR SİYASETÇİNİN EN ÇOK SAĞLIKLI VE TUTARLI ELEŞTİRİYE İHTİYACI VAR: Demokrasi, özgür medya demektir aynı zamanda. Bir siyasetçinin en çok sağlıklı ve tutarlı eleştiriye ihtiyacı var. Eleştiriye tahammül edemeyen kişi siyasetçi olmasın. Olamaz zaten. Dolayısıyla demokrasi, stratejinin en temel ayaklarından birisi.
ÜNİVERSİTELER BİLGİ ÜRETMEZSE SANAYİCİ BİLGİYİ METAYA DÖNÜŞTÜREMEZ: İkincisi, üreten Türkiye. Türkiye’nin üretmesi lazım. Soru şu; neyi üreteceğiz? Güzel ihracat yapıyoruz. Ama dünya hızla değişiyor. 21. Yüzyıl, artık teknoloji yüzyılıdır. Bilgiye dayalı ekonomi. Bilgi üretiyorsanız katma değeri yüksek ürün üretirsiniz. Bilgiyi üreten kurumun adı, bütün dünyada üniversitelerdir. Üniversitelerin bilgi üretmesi lazım. Üniversiteler bilgi üretmezse sanayici bilgiyi metaya dönüştüremez. Üniversiteler çok önemlidir.
YA BİZİM AKLIMIZ YOK MU: Amerika’ya gittim. Sizler de gazetelerden, televizyonlardan izlemişsiniz. ‘Vay Kılıçdaroğlu icazet almaya gidiyor.’ Akılları yok çünkü. Dünyanın ne olduğunu bilmiyorlar. Nereye gitti Kılıçdaroğlu? Dünyanın teknolojide bir numaralı olan üniversitesine gitti. İngiltere’ye gitti Kılıçdaroğlu. Niye? 184 yıllık üniversitede, yapay zeka nedir, nasıl gelişiyor, çalışmalar nasıl yapılmış? Oraya gitti. Siyasetçilerle görüşmedim. Toplum öyle bir noktaya taşınmış ki Amerika’ya giden, icazet almaya gidiyor. Ya bizim aklımız yok mu?
HİÇ KİMSENİN AÇ VE AÇIKTA KALMAMASI LAZIM: Güçlü sosyal devlet… ‘Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar’ diye bir söz var. Herkesin bir gelecek güvencesinin sağlanması lazım. Bunun adı da sosyal devlettir. Anayasa’da değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen madde, ‘Türkiye Cumhuriyeti devleti, demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir’ diye. Sosyal hukuk devleti. Bunun sağlanması lazım. Hiç kimsenin aç ve açıkta kalmaması lazım. Sosyal yardımlar; kişinin onuru korunarak yapılması lazım. ‘Sıraya dizelim, bunlara yiyecek verelim, televizyonları çağıralım’… ‘Bak, ne kadar iyilik sever bir adammış’ kimliğini ortaya koymak kadar insan onuruyla onayacak başka bir şey yoktur. Buradan Türkiye’nin çekilip çıkarılması lazım. Aile Destekleri Sigortası’nın çıkması lazım.
İŞİ EHLİNE TESLİM ETTİĞİNİZ ANDAN İTİBAREN POLİTİKACI, LİYAKATLİ İNSANDAN DERS ÇIKARIR: Stratejinin dördüncü ayağı, sürdürülebilirliktir. Bunun da özünü devlette liyakat oluşturuyor. Devlette liyakat varsa sürdürülebilirlik vardır zaten. İşi ehline teslim ettiğiniz andan itibaren politikacı, liyakatli insandan ders çıkarır.
DÜNYANIN BÜTÜN DEMOKRASİLERİNDE KANUN TASLAKLARINI BÜROKRATLAR HAZIRLAR: Hayatımda saraya bir sefer gittim. 15 Temmuz’dan sonra. Sayın Erdoğan vardı, Bahçeli vardı, Binali Bey vardı, İbrahim Kalın Bey vardı. Dedim ki ‘Ben Maliye Bakanlığı’nda çalışır, daire başkanı iken rahmetli Özal bizi toplardı Başbakanlık’ta. Bir kanun çıkaracağı zaman bize sorarlardı, ‘Ne’ diye. Bazı uygulamalara itiraz ederdik. Rahmetli Özal da bizi dinlerdi. Neyin ne olduğunu anlatırdık. Planlamacılar vardı, onlar da anlatırdı. Binali Bey dedi ki ‘Siyasetçi karar verir.’ Elbette siyasetçi karar verir. Ama yanlış karar verir de uygulamaya koyarsa dönüp bürokrata soramaz; ‘Kardeşim beni niye uyarmadınız, hatalı olduğunu’. Dünyanın bütün demokrasilerinde kanun taslaklarını bürokratlar hazırlar."
KILIÇDAROĞLU: POLİSE ŞUNU SÖYLEYECEĞİZ İKTİDARA GELDİĞİMİZDE; ‘BÜTÜN UYUŞTURUCU BARONLARINI TEK TEK YAKALAYACAKSIN. BİRİSİ SANA TELEFON EDERSE DOKUNMA DİYE, BİLDİRECEKSİN. BEN, ONU TA FİZAN’A KADAR SÜRECEĞİM
Kılıçdaroğlu, Gaziantep programı kapsamında Muhtarlar, STK Temsilcileri ve Kanaat Önderleri Buluşması’na katıldı. Kılıçdaroğlu, toplantıda, önce sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin ve muhtarların düşüncelerini dinledi, sorularını not aldı.
Kılıçdaroğlu, burada yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Elbette pek çok sorunu var Türkiye’nin. Bundan sonra da sorunları olacaktır. Dünya, insanların sorunları çözmesi ile gelişir sürekli olarak. Ve insanlar bir sorun ile karşılaştığında, sorunu çözmek için kendileri uğraşırlar. Sorunu çözme konusunda bir yeteneği olmamışsa veya o konuda eğitim almamışsa eğitim alan bir kişiye sorar. Hastalandığımızda doktora gideriz. Bir özel sorunla karşılaştığımızda kanaat önderine danışırız.
BURAYA GETİRENİ CEZALANDIRACAKSINIZ, DEMOKRATİK YOLLARLA. YANİ OY VERMEYECEKSİNİZ: İsterseniz önce Suriyelilerden başlayayım. Resmi rakamlara göre 300 bin 350 bin civarında. Ama gayrı resmi 500 bin-700 bin rakamları da telaffuz ediliyor. Soru bir; Suriyeliler buraya niye geldi? Hangi politika Suriyelileri buraya getirdi. Suriyelileri buraya taşıyan politika doğru muydu, değil miydi? Doğruysa katlanacaksınız. Doğru değilse buraya getireni cezalandıracaksınız, demokratik yollarla. Yani oy vermeyeceksiniz. Kuralı budur.
Aklımızı doğru çalıştırmazsak, doğrudan yana tavır almazsak… Yanlışlara hep ‘Yanlış yaptı ama neyse ben gidip oy vereyim’ derseniz siyasal iktidar sürekli yanlış yapar, siz de o yanlışların bedelini ödersiniz. Demokrasilerde öz nedir? Yapılan yanlışı telafi etmektir. Sandığa gidip, yanlışı yapana, ‘Kardeşim kusura bakma, teşekkür ederim. Bir başka kişi var. O, doğruyu yapacağını söylüyor. Gidelim oyumuzu ona verelim’ diyeceksiniz. O zaman sorun çözülür.
Suriye sorununun çözümü için dört aşamalı uygulamayı yapmak zorundasınız. Nedir? Bir; hemen Suriye’nin meşru hükümeti ile muhatap olacaksınız. Karşılıklı büyükelçiliklerinizi açacaksınız. İki; buradan gelecek olan Suriyeliler var. Evi barkı, yıkılmış. Ülkeleri olan topraklarda evi, okulu, kreşi, hastanesi; bunlar tahrip edildi. Bunların yapılması lazım. Nasıl yapacaksınız? Avrupa Birliği fonlarıyla bizim müteahhitler yapacak. Oradan parayı alacaksınız, bunları yapacaklar. Avrupa Birliği’nin bizden istediği bir şey var: ‘Parayı nereye harcadığınızı bize söyleyin. Bugüne kadar yapılan yardımların kaynağı söylenmediği için ben para vermem’ diyor. Biz, bütün bu altyapı yatırımlarını yapacağız. Yeter mi? Hayır. Buradan giden Suriyeli kardeşlerimizin can ve mal güvenliğinin sağlanmaması lazım. Yani yeniden Esad hükümetinin onlara saldırmaması lazım. Kim sağlayacak? Türkiye-Suriye arasında toplumsal bir sözleşme yapacağız, uluslararası sözleşme yapacağız. BM de bu sözleşmede taraf olacak. Böylece bunların can ve mal güvenliğini sağlayacaksınız. Dört; bizim Gaziantepli iş insanlarının orada çok sayıda fabrikaları vardı. Teşvik edeceğiz; ‘Fabrikalarınızı yeniden çalıştırın, bunlar gitsinler orada çalışsınlar’.
Ben, bunu, Suriye’den kaçıp İstanbul’a gelen bazı siyasi partilerin genel başkanları ile sivil toplum kuruluşları ile kadın kolları ile konuştum: ‘Siz bunların dördünü yaparsanız biz kendi ülkemize gideriz. Dördü bizim için çok değerli. Can ve mal güvenliği, evimiz var, barkımız var, yolumuz var, okulumuz var, çalışacak işimiz varsa biz niye Türkiye’de sürünelim’ diyorlar. Bunları yapmak mümkün. Irkçılık yapmadan, kimseyi kötülemeden ve Türkiye’nin itibarını ve saygınlığını koruyarak bu kardeşlerimizi en geç 2 yıl içinde, Allah nasip ederse ülkelerine göndereceğiz. Bundan emin olmanızı isterim.
EN BÜYÜK GÜNAHI İŞLEYENE SÜREKLİ DESTEK VERİYORUZ: ‘Çalıyor ama iş de yapıyor, o zaman biz buna destek verelim.’ Ne inancımıza uygun ne ahlakımıza uygun bu söylem. O zaman çalmaya devam etsin, iş yapmaya da devam etsin. Akıl var, mantık var. Benim inancıma, ahlakıma aykırı. Çalıyorsa onu orada tutmamak lazım. Çünkü tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyor. Yani kul hakkı yiyor. Yüce Yaradan ne diyor; ‘Karşıma kul hakkı ile gelme de ne ile gelirsen gel’ diyor. Öyle değil mi? Kul hakkı, en büyük günah. En büyük günahı işleyene sürekli destek veriyoruz. ‘Çalıyor ama iş yapıyor.’ Bir de çalmayan ama iş yapan birisi gelsin. Onu aramanız lazım.
MADEM SİYASETE GİRDİN, O ZAMAN TERTEMİZ OLACAKSIN: Bir politikacı, politika yaptığı süre içinde zenginleşiyorsa bilin ki malı götürüyordur. İşin gerçeği bu. Platon, bundan 2400 yıl önce söylemiş; ‘İktidar sahipleri, iktidardayken mal mülk edinirlerse milletin hakkını değil kendi malının mülkünün hakkını korur’. Dolayısıyla iktidar sahiplerinin iktidardayken zenginleşmemesi lazım. Zenginleşiyorsa bir şeyler yapıyor demektir. Bizim buna dikkat etmemiz lazım. Ahlaklı bir siyaset, zor bir iş. Siyasete girdiğim gün, mal varlığı beyannamemi internet siteme koydum. Ne olacak? Alın terimle kazandığım mal varlığı. Yani çalmadık, çırpmadık, haram lokma yemedik. Ama dikkat ederseniz kimse mal varlığını açıklamaz. Niye açıklamıyorsun? Madem siyasete girdin, madem toplumun sorunlarını çözeceksin, o zaman tertemiz olacaksın. Cam gibi, önden bakınca arkan da görünecek. Yani arkadan olay çevirmeyeceksin millete.
EĞİTİM SİSTEMİNİN TEPEDEN TIRNAĞA DEĞİŞMESİ VE PLANLANMASI LAZIM: Bir başka konu, eğitim konusu. Bir toplumu geri bıraktırmak istiyorsan işgal etmene gerek yok. Tek yapacağın şey, eğitim sistemini bozmak. Eğitim sistemini bozarsan toplum geriye gider. Çünkü yeni bir şey öğrenemeyiz, keşfedemeyiz. Yeni bir buluşu sağlayamayız. Eğitimin özü, çocuğun okula başlarken nitelikli sorular sorması ve merak duygusunun büyümesidir. ‘Baba bu ne, anne bu ne?’ Yüce Yaradan’ın verdiği en değerli şey akıl. Çocuk, aklını kullanmaya başlar. ‘Bu ne?’ Biz ne deriz? ‘Şimdi yeni icat çıkarma.’ Keşke her birimiz yeni icat çıkarsak. Keşke her birimiz yeni bir buluş yapabilsek. Çünkü 21. yüzyıl, artık buluşların yüzyılıdır. Yeni şeyler öğrenmemiz lazım. Bunun yolu da eğitimdir. Biz, ‘Kreşten başlayalım eğitime’ diyoruz. Elin oğlu diyor ki ‘Anne karnındayken daha eğitilir’. Bizim, eğitim sistemine önem vermemiz lazım. Eğitim sisteminin tepeden tırnağa değişmesi ve planlanması lazım.
DÜNYANIN EN ZENGİN KİMLİĞİNE SAHİBİZ, AMA KAVGA EDİYORUZ: Kültürel değerler… Öyle bir noktaya geldik ki dünyanın en zengin kimliğine sahibiz, ama kavga ediyoruz. Her kimlikten insanımız var. Kimlik, siyaset konusu olur mu? Olmaz. Anne babamı seçme hakkına sahip değilim ki. Herkes kimliği ile şeref duyar. O zaman kimliğimize saygı duyulacak. Herkes saygı duyacak. Dünyanın en zengin kimliğine sahibiz. Bunu zenginlik olarak kabul edeceğiz. Kavga nedeni değil zenginlik. İnançla da kavga etmeye başladık. Kimin inançlı, kimin inançsız olduğunu sadece ve sadece yüce Yaradan bilir. Başka kimseye böyle bir yetki verilmemiştir, peygambere bile. Söyler, anlatır, ama onun gerçekten iman duyarak kabul edip etmediğini yüce Yaradan bilir. O zaman inanç da siyaset konusu olmaz. Siyasetin görevi ne? Herkesin kimliğine ve inancına saygı duyacak. Herkesin inancına… Bizim belediye başkanlarına söyledim; ‘Bulunduğunuz beldede cami, cemevi, kilise, havra, oraları tertemiz yapacaksınız. İnsan gidecek, orada Allah’a dua edecek.’ Dolayısıyla insanların inancı siyaset konusu olmaz. İnsanların yaşam tarzı da siyaset konusu olmaz. Herkesin yaşam tarzına sizin saygı göstermeniz lazım. Bunları kavga nedeni değil, zenginlik olarak kabul etmemiz lazım. Dünyanın en zengin ülkesiyiz dememiz lazım. Türkiye, o zaman gerçek anlamda iç barışı sağlayan, farklılıkları zenginlik kabul eden bir sürece evrilmiş olur.
KAMUDAN BAŞLAYARAK, BÜTÜN YÖNETİM KURULU ÜYELİKLERİNDE BELLİ BİR KADIN KOTASI OLMASI LAZIM: Yönetimde kadınlara kota… Kamudan başlayarak, bütün yönetim kurulu üyeliklerinde belli bir kadın kotası olması lazım. Kadının ekonomide de eğitimde de hayatın her alanında daha görünür olması lazım. Siyasette de yerel yönetimlerde de… Bizim, yüzde 35 cinsiyet kotamız var. Parti Meclisi’nde de MYK’da da bu kotayı sağlıyoruz. Siyasi Partiler Yasası için bir değişiklik verdik, cinsiyet kotası için; ‘Yüzde 50, yüzde 50’. 306 kadın örgütü bunu istedi. Ama AK Parti ve MHP milletvekilleri bunu reddettiler. İnşallah iktidar olduğumuzda bunu yapacağız.
HER YERDE BİR KADIN MİLLETVEKİLİNİN, BİR KADIN BELEDİYE BAŞKANININ MUTLAKA OLMASI LAZIM: Gönül ister ki her yerde kadın milletvekillerimiz olsun. Biz onu çıkardık; hangi illerde bugüne kadar hiç kadın milletvekili olmamış. İnşallah bu seçimlerde gereğini yapacağız. Her yerde bir kadın milletvekilinin, bir kadın belediye başkanının mutlaka olması lazım. Kadınların sezgisi var. Onların parlamentoda, sivil toplumda, yerel yönetimlerde, muhtarlıklarda olması son derece önemlidir.
BİZİM GÖRMEDİĞİMİZİ SİZ GÖRÜYORSUNUZ: Biz, bu toplantıyı gittiğimiz her ilde yapıyoruz. Siyasetçi ile meslek kuruluşları, muhtarlar, sivil toplum kuruluşları arasında sağlıklı ve tutarlı ilişkilerin olmazı lazım. Bizim görmediğimizi siz görüyorsunuz, bizim yaşamadığımızı siz yaşıyorsunuz. Siyaset kurumuna sorunları aktardığınız zaman, biz de o sorunları öğrenmiş oluyoruz. Çoğu zaman siz, çözümü de üretiyorsunuz. Ama siyaset kurumu bazen çözümün farkında olmuyor.
SAĞLIKTA KADEMELENDİRME YAPILMASI LAZIM: Emekliler, özellikle bir kamu kurumuna gittiğinde üç yerde fiyat farkı öderler. Hastanede, eczanede, maaşı kesilir, maaşından öderler. Emekli bunu görüyor, fark ediyor. Sağlıkta kademelendirme yapılması lazım. Sırtında bıçak olan adam da nezle olan adam da aynı kuyruğa giriyor. Öbürünün acilen gitmesi lazım bir yere. Nezle olanın aile hekimine gitmesi lazım. Kademe olmadığı için yığılmalar oluyor. Bugüne kadar Türkiye, bu sorunu çözemedi maalesef. Çözülmesi lazım.
Kişi başına gelir dağılımı çok dengesiz. Yoksulluğun ve varsıllığın çok net gözlemlendiği bir alan, Gaziantep’tir. Bu, yeni bir olay değil, öteden beri gelen bir olaydır. Çözülmesi lazım. Fabrikaların artması lazım. Kayıt dışı çalışan milyonlar var. Kırsalda çalışanlar var. Onlar yeteri kadar gelir elde edemiyorlar. Çünkü her şey pahalı, gübreden hayvan yemine kadar. Ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor.
52 YILDIR BU KANUN ÇIKMIYOR: Yoksulluğu gidermenin yolu, Aile Destekleri Sigortası’nı getirmekten geçer. Türkiye, bunu 1971 yılında taahhüt etmiş. Kanun, Meclis’ten 1971 yılında çıkmış. 52 yıldır bu kanun çıkmıyor. Yoksulluk, siyaseten sömürülüyor. ‘Ben sana yiyecek vereyim, sen bana oy ver.’ Bu, insan onuruna aykırıdır. Aile Destekleri Sigortası’nın özü, geliri olmayan veya asgari ücretin altında olan ailelere sosyal destek vermektir. Ama parayı banka hesabına yatırarak vermektir. Onun yoksulluğunu afişe etmemektir. Bizim programımızda var. Getireceğiz. Hiçbir ailede anne, çocuğunu yatağa aç yatırmayacak. Yoksul her ailenin elektriği, doğal gazı ve suyu asla kesilmeyecek. Bu, insan haklarına aykırıdır. Bunları temin etmek sosyal devletin görevidir zaten.
ADALETSİZLİK YAPANLARIN İKTİDARDA KALMASINA İMKAN SAĞLIYORUZ: Adalete önem veriyoruz. Ama adaletsizlik yapanların iktidarda kalmasına imkan sağlıyoruz. Toplumun en büyük çelişkisi bu. Ne zaman adalet diyoruz? Adaletsizlikle, haksızlıkla karşılaştığımızda adalet diye bağırıyoruz. Ama yan komşumuz, o da haksızlığa uğradı, ona ses çıkarmıyoruz. Neden? Çünkü haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. Varsa bir adaletsizlik, ne olursa olsun ona karşı durmamız lazım.
O ANNEYE BÜTÜN TOPLUMUN SAHİP ÇIKMASI LAZIM: Şenyaşar Ailesi… İki oğlu ve eşi katledildi. Üstelik eşi, hastanenin içinde kafasına tüp vurularak öldürüldü. Anne, Türkçe bilmiyor. Bir kağıda ‘adalet’ yazmışlar, adliye binasının önünde oturuyor ve ‘Adalet istiyorum’ diyor. Ama katledenler güçlü insanlar olduğu için 8 savcı, dava açmadı. Gittim o anneye, kucakladım, ‘Senin hakkını savunacağım, adaletin gelmesi lazım’ dedim. O anneye bütün toplumun sahip çıkması lazım. Haksızlık karşısında hepimizin isyan etmesi lazım. İzin vermemesi lazım. İzin verirsek medeni bir toplum olmayız. Kendi içinde barışık bir toplum olmayız. Susup bir köşede otururuz ki bir toplum için felakettir bu.
TEK BARO: İkili baro değil, tek baro. Türkiye Barolar Birliği var. Bu uygulamayı yapacağız. Bir konuda düzenleme yapıyorsanız; diyelim ki barolar konusunda, diyelim ki çiftçiler konusunda, diyelim ki besiciler konusunda iktidar bir düzenleme yapacaksa o işin aktörlerini mutlaka davet etmeli. Bürokratlara diyecek, ‘Bu sorun var. Bu sorunu çözün.’ Komisyonda, bir yasa tasarısı geldiğinde, sorunu yaşayanlarla siyasi iktidar beraber olup onlara da söz hakkı verirse… Bunları dinleyecek ki sorun sağlıklı çözülebilsin. Yeni bir Avukatlık Yasası… Barolarla beraber yapılır bu. Bu şekliyle parlamentoya gelen yasalar, genellikle oybirliği ile çıkar.
ÇOK SAYIDA İŞ YERİ BULUNAN, KONUT BULUNAN YERLERDE MUHTARLARA BİRER YARDIMCI PERSONEL VERİLECEK: Muhtarlar… 82 kanunda, 354 maddede muhtar adı geçer. Temel bir Muhtarlık Kanunu olması lazım. Bununla ilgili bir çalışma yaptık. Bütün muhtar kuruluşlarına gönderdik. Onlardan dönüş aldık. Parlamentoya teklif ettik, reddedildi. Bu konunu iktidar olduğumuzda çıkaracağız. Sizin, bağımsız; haklarınızı, görevlerinizi gösteren bir muhtarlık kanununuz olacak. Birleşik oy pusulası olacak, muhtarlıkta. Diğerleri gibi olacak. Çok sayıda iş yeri bulunan, konut bulunan yerlerde muhtarlara birer yardımcı personel verilecek. Muhtar ayrıldığı zaman, vatandaş geldiğinde orayı kapalı görüyor. Dolayısıyla böylece muhtarlığın kurumsallaşmasını da sağlayacağız. Ben ‘Muhtarlara birer personel verilecek’ dediğim zaman kıyamet koptu. Milyonlarca işsiz var. Aylığını da sizin bütçeniz olacak, oradan vereceksiniz. Köy tüzel kişiliklerini yeniden ihya edeceğiz. Sosyal yardımların muhtarlar aracılığı ile dağıtılması lazım. Mahalle ile ilgili karar alınmış, muhtarın haberi yok. Muhtarlar, kamu kurumu sayılmıyor. Belediyeler o nedenle sizlerle ortak iş yapamazlar. Muhtarlık seçimle geldiğine göre, muhtarlık da bir kamu kurumu olarak görülmeli. Muhtarlar çok parçalı bir yapıya sahip. Türkiye Muhtarlar Birliği olmalı. Emlak vergisinin belli bir payı muhtara tahsis edilebilir.
KÖYLER BOŞALMAYACAK: İktidar olduğumuzda, bütün köylerdeki okulları açacağız. Öğretmen ile öğrenciyi buluşturacağız. Köylerdeki çalışan kadınlar ve gençlerin tamamını sigortalı yapacağız ve sigorta primlerini devlet ödeyecek. Böylece köyler boşalmayacak. Bu sistem daha sağlıklı yürümüş olacak. Köyde sadece öğretmen olmayacak; veteriner olacak, ziraat mühendisi olacak. Çiftçiyi toprakla küstürürseniz bunun sonu felakettir. Tarım, stratejik sektördür. Kırsalı güçlendireceğiz.
İKTİDAR SAHİPLERİNE, BUNLARI BİLDİĞİNİZ HALDE OY VERİRSENİZ GENÇLİĞE İHANET EDİYORSUNUZ DEMEKTİR: Uyuşturucu konusunu ilk dillendiren genel başkan benim. Mafya ve uyuşturucu bağlantısının hangi boyutlara ulaştığını, bir çektiğim video ile topluma anlatmıştım. Tam bir bela. Gençlerimiz için büyük bir felaket. Her gelir grubuna göre uyuşturucu var şu anda… Nasıl oluyor da böyle bir felaket karşısında iktidar sessizliğini koruyabiliyor? Nasıl oluyor da Türkiye’nin bütün sınırları yol geçen hanına dönebiliyor? Nasıl oluyor da Güney Amerika’dan, Afganistan’dan yağmur gibi uyuşturucu geliyor. Ve nasıl oluyor da iktidar, çocuklarımızın zehirlenmesine sessiz kalıyor? Nasıl oluyor da Orta Doğu’nun en büyük uyuşturucu kaçakçısı, hapisteyken serbest kalabiliyor? Siz hiç, bir uyuşturucu baronunun tutuklandığını gördünüz mü? Torbacıları yakalıyorlar. Torbacıya uyuşturucu vereni yakalayacaksın sen? Eğer iktidar sahipleri uyuşturucu baronları ile fotoğraf çektirirse ne vali dokunuyor ona ne kaymakam ne polis dokunuyor. ‘Bir de sürgün yemeyelim’ diyor. Uyuşturucu baronları, toplumun en zengin kesimleridir. Bu uyuşturucu paraları Türkiye’ye gelsin diye özel kanun çıkardılar. ‘Vergi vermeyeceksin’ dediler. ‘Savcı soruşturmaya açmayacak, hakim kovuşturmaya yapmayacak. Yeter ki Türkiye’ye parayı getir.’ Para geldi. Uyuşturucu baronu da geldi, ‘Ne kadar güzel’ dedi, ‘parayı burada aklıyorum’. Bakın, mafya, Türkiye’de birbirlerini öldürüyorlar. İktidar seyrediyor. Onlara, iktidar sahiplerine, bunları bildiğiniz halde oy verirseniz, açık ve net söyleyeyim, gençliğe ihanet ediyorsunuz demektir. Yazıktır, günahtır. Bunlar bizim evladımız.
TA FİZAN’A KADAR SÜRECEĞİM: Polis hepsini biliyor. Polise şunu söyleyeceğiz, iktidara geldiğimizde: ‘Bütün uyuşturucu baronlarını tek tek yakalayacaksın. Birisi sana telefon ederse dokunma diye, onu bildireceksin, ben onu süreceğim.’ Nereye kadar? Ta Fizan’a kadar süreceğim. Polisin elini kolunu bağlamayacaksın. Hepsini biliyorlar. Kimin ne yaptığını herkes biliyor. Mafyanın, uyuşturucu baronlarının bu kadar çöreklendiği bir yerde biz sessizliğimizi korursak evlatlarımızın geleceğini yok ediyoruz demektir.
BİR KİŞİ ‘BEN DEVLETİM’ DİYE ORTAYA ÇIKIYORSA BİLİN Kİ O, DEVLETİ MAHVEDECEK: Devlet, vatandaşın inancı ile uğraşmaz. Bir inancı dayatmaz. Bütün inançlara saygı gösterir. Devlet bakidir. Siyasi partiler ise halk yetki verdiğinde devleti yönetmek üzere görevlendirilir, devlet olmak için değil. Devlette memur olmanız için KPSS’ye girmeniz lazım. Sınavı kazandıktan sonra atamanızın yapılması lazım. Atama olur, aday memur olursunuz. Bir süre denenirsiniz. Memur olmak için bir yemin edersiniz ve memur olursunuz. Belli bir süre çalışırsınız. Devletin en alt kademesi şefliktir. Şeflik için ayrıca sınava girersiniz. Kazanırsanız, şef olursunuz. Bakan olmak için; ilkokul diploması, savcılıktan iyi hal kağıdı… Şef olmak için dünyanın emeğini harcarsınız. Bir kişi ‘Ben devletim’ diye ortaya çıkıyorsa bilin ki o, devleti mahvedecek.
İNANÇ, SİYASETE MALZEME EDİLİRSE İNANÇ OLMAKTAN ÇIKAR: İnanç, siyasete malzeme edilirse inanç olmaktan çıkar. İnanç, insanın manevi dünyasının zenginliğidir. O zenginliği siz içinizde yaşarsınız. Gösteriş üzerine yapılmaz, kalp ile yapılır. Ağzınızın söylediğini kalbinizin onaylaması lazım. Onaylamıyorsa siz, farklı bir şey yapıyorsunuz demektir. İnancı istismar ediyorsunuz demektir.
ORTA DOĞU’NUN, AFRİKA’NIN, KAFKASYA’NIN EN GÜÇLÜ DEVLETİ OLABİLİRİZ: Bu toplumun gücü çok fazla, son derece dinamik bir toplum. İyi yönetildiği taktirde hem Orta Doğu’nun hem Afrika’nın hem Kafkasya’nın en güçlü devleti olabiliriz. Böyle bir gücümüz var. Teknolojiye, sanayiye büyük önem vermemiz lazım. Teknoloji devrimini kaçırırsak mahvolabiliriz. Osmanlı’nın batışı, Sanayi Devrimi’ni kaçırmasından olmuştur. Teknoloji budur. Teknolojiyi yakalayacaksınız.”