CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul’da; Türk Ocakları’nın kuruluşunun 110. yılı dolayısıyla düzenlenen “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları Sempozyumu’na katıldı. Kılıçdaroğlu, burada yaptığı konuşmada, şunları söyledi:
“Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları Sempozyumu’nun ilki 2016 yılında gerçekleştirilmişti. 2016’da düzenlenen sempozyumda bir konuşma yapmış ve İslam dünyasındaki temel sorunların neler olduğuna dair düşüncelerimi ve sorunların çözümüne ilişkin önermelerimi paylaşmıştım.
Böylesine önemli bir buluşmada, önemli bir isimden alıntı yapmak istiyorum. Bu ismi yadırgamayacağınıza inanıyorum. Alıntı yapacağım kişi Karl Marx. Marx, ‘Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır. Oysa sorun onu değiştirmektir’ der. Elbette filozof olan, bilim insanı olan sizlersiniz. Ancak bu cümlenin geniş yorumuna atfen şunu söylemeliyim. Sizlerle birlikte biz siyasetçilerin de öncelikli görevi; ülkesini, dünyayı daha iyiye ve daha güzele doğru değiştirmektir. Elbette bir sorunun teşhisi ve sorunun nedenlerini bilmek önemlidir. Ancak, sorunun nasıl çözüleceğine ilişkin önermelerde bulunmak sorunun teşhis ve nedenlerini tespit etmek kadar önemlidir. Eğer sahip olduğumuz bilgiyi, var olan sorunları ortadan kaldırmaya dönük olarak yorumluyorsak; bir başka soruna da kapı aralamış oluruz. Dolayısıyla günümüz İslam dünyasının sorunlarını bilmeli, tartışmalı ve hatta gerçeklikle yüzleşebilmeyiz.
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Bakara Suresi, 44’üncü ayetinde; Yahudi din adamlarına hitaben şöyle seslenilir: ‘Siz insanlara gerçek iyilik, erdem ve dindarlığı tavsiye ederken kendinizi unutuyor ve bundan muaf olduğunuzu sanıyorsunuz. Öyle mi?’ Ve ayeti kerime, ‘aklınızı kullanmıyor musunuz?’ sorusuyla sona erer.
Elbette burada hitap Yahudi din adamlarına yöneliktir. Ancak muhatabı tüm din adamları, tüm yönetici kadrolar, aslında tüm insanlıktır. Bu ayeti kerimeye atfen İslam’ın temel değerlerini tüm insanlığa aktarmakla görevli olanlarla, bu konuda sorumluluk üstlenenlerin de hangi gerekçeyle olursa olsun kendilerini İslam’ın temel değerlerinden azade kılma hakları yoktur.
Dolayısıyla siz değerli ilahiyatçıların, bilim insanlarının İslam dünyasının güncel sorunlarına ve sorunlarının çözümlerine ilişkin önlemlerini, itirazlarını çok daha yüksek sesle dile getirmesi, toplumsal barışımızın tesisi açısından bir zorunluluktur.
“İSLAM OTORİTERLİĞE İZİN VERMEZ”
Değerli bilim insanları, benden çok daha iyi biliyorsunuz ki İslam hangi gerekçe ile olursa olsun adaletsizliğe, eşitsizliğe izin vermez. İslam hangi gerekçe ile olursa olsun kayırmacılığa, denetimsizliğe, otoriterliğe izin vermez. Bu bağlamda İslam, hangi sistemle yönetildiğimizle değil nasıl yönetildiğimizle ilgilidir. Doğrudan nasıl yönetilmemiz gerektiğinin yanıtını da kendisi verir. İslam açısından kriter adaletle yönetilip yönetilmediğimizdir. İslam tüm insanlığa adalet penceresinden bakar ve adalet penceresinden bakmamız gerektiğini bir şart olarak önümüze koyar. Üstelik İslam, adalet kavramını hukuk nosyonu olarak da ele almaz. İslam bizden; yaşamın her alanında, herkes için geçerli olacak şekilde adaleti tesis etmemizi ve sürekli kılmamızı ister.
İslam’a göre herkes için her alanda tesis edilmemiş adalete, adalet denilemez. İslam’ın öngördüğü adalette; ama, fakat, ancak ile başlayan ve adaleti ve adalet arayışını daraltan, erteleyen, adaletin gücü ve etkisini azaltan cümlelere bahane ve gerekçelere yer yoktur.
"TEK ÇÖZÜM ADALETTİR"
Bu nedenle bizler İslam’ın temel değerlerini savunuyormuş gibi görünerek zenginliği, kayırmacılığı, özgürlüğü, denetimsizliği kendisine bahşeden, gerçek bağlamından kopartılarak sunulan, sabır ve şükür tavsiyeleriyle de milyonlara yoksulluğu, dışlanmayı, baskıyı reva gören anlayışlara karşı ödünsüz bir şekilde adaleti savunmalıyız. Şunu artık hepimiz biliyoruz. Günümüz İslam dünyasının temel problemlerini kaynağı adaletsizliktir. Dolasıyla günümüz İslam dünyasının temel problemlerinin tek çözümü de adalettir.
Az önce de belirttiğim gibi adalet bir hukuk nosyonunun da ötesinde bireysel ve toplumsal yaşamımızın tüm alanlarını kapsayan, olmazsa olmaz bir davranış biçimi ve tercih konusudur. Örneğin adaletli olduğunuzda fikir ve ifade özgürlüğünü ödünsüz savunuyorsunuz demektir. Fikir ve ifade özgürlüğünün içtihat haline gelmiş evrensel kriterlerini sadece kendiniz için değil herkes için kabul etmişsiniz demektir.
“ÜSTELİK ADALETLİ OLDUĞUNUZDA HESAP VEREBİLİR OLMAYI DA KABUL ETMİŞSİNİZ DEMEKTİR”
Üstelik adaletli olduğunuzda hesap verebilir olmayı da kabul etmişsiniz demektir. Konfüçyüs’ün olduğunu inanılan, ‘Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner’ sözüne atfen bir ülkede adalet varsa onun etrafında biliniz ki hukukun üstünlüğü, denetlenebilirlik, hesap verebilirlik, can ve mal güvenliği, şeffaflık, eşitlik, kadın - erkek eşitliği, çocuğun üstün yararı; liyakat, özgürlük, sosyal devlet, hakça bölüşüm, emeğin üstünlüğü, nitelikli ve kaliteli eğitim, insan ve doğa hakları vardır. Bir ülkede adalet yoksa yani adaletsizlik varsa; adaletsizliğin çevresinde nepotizm, kayırmacılık, eşitsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, liyakatsizlik, denetimsizlik, kültürel ve sosyal yozlaşma, toplumsal huzursuzluk, çarpık kentleşme, niteliksiz eğitim ve bağımlı yargı vardır.
Biliyor ve inanıyoruz ki İslam adaleti ve adaletin çevresinde dönenleri tesis edenlerden yanadır. Peki adaleti nasıl tesis edeceğiz? Ya da etmeliyiz? Biliyorsunuz ki Yüce Yaradan Bakara Suresi 33’üncü ayette aktarıldığı üzere, ‘Ben yer yüzünde akıl ve irade sahibi bir halife yaratacağım’ diye buyurduğunda orada melekler, ‘Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın’ karşılığını verir.
İşte önümüzde duran tercih budur. Müslümanların, insanın akıl ve irade sahibi bir halife olarak yaratıldığı bu dünyada fesat çıkaran ve kan dökenlerden olma lüksü yoktur. Müslümanlar için akıllarını kullanmak ilahi ve beşeri bir şarttır. Üstelik aklımızı kullanmadığımız zaman başımıza gelecekleri Yaradan’ın bizlere söylediğini unutmayalım.
“EN GENİŞ MUTABAKATI SAĞLAMALIYIZ”
Yunus Suresi 100’üncü ayette; O, yani Yüce Yaradan, ‘Aklını kullanmayanları akli selim ile düşünmekten, nasibi olmayanları iğrenç bir duruma sokar’ buyuruluyor. Bu nedenle içinde bulunduğumuz bu çağda Müslüman olmanın neyi ifade ettiği, nasıl bir Müslüman kimliğine sahip olmamız gerektiği konusunda aklımızı kullanarak en geniş mutabakatı sağlamalıyız. Bu mutabakatı da dışarıdan bir dayatma ile değil bizzat kendimiz İslam ülkelerinin içinde bulunduğu durum ile soğuk kanlı bir biçimde yüzleşerek gerçekleştirebiliriz.
Kabul edelim ki bu geniş mutabakata dayalı ortak kimlik inşasına ihtiyacımız vardır. Özellikle kendi içimizdeki farklılıklara dahi tahammül edemeyen, kendi İslam yorumunu şiddet ve dayatma yoluyla hakim kılmaya çalışan kişi ve yapılara hep birlikte karşı durmalıyız.
Bu bağlamda tabii ki din ve vicdan özgürlüğünü, fikir ve ifade özgürlüğünün, sanatsal ve ekonomik özgürlükleri kısıtlayan değil aksine tüm bu özgürlük alanlarını herkesi kapsayacak şekilde güvence altına alan bir laiklik anlayışından yana olmalıyız.
Sadece bireysel anlamda değil ülkemizde ve içinde bulunduğumuz coğrafyada etik ilke ve değerlere dayalı bir düzen hedefi ile yol yürümeliyiz. Çünkü komşusu, dindaşı ve hatta dünya nüfusunu büyük bir bölümü aç yatarken tok yatamayız. Haksızlık karşısında susup, dinsiz şeytan olmayı tercih edemeyiz.
“BİNLERCE MÜSLÜMAN BİZZAT MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN ÖLDÜRÜLÜYORKEN KAFAMIZI KUMA GÖMEMEYİZ”
Dünyadaki çatışma alanlarının yüzde 60’ını Müslüman ülkeler oluştururken, her gün binlerce Müslüman bizzat Müslümanlar tarafından öldürülüyorken kafamızı kuma gömemeyiz. Ülkemizde dahi gelir dağılımız eşitsizliği günbegün artıyorsa buna seyirci kalamayız. Örneğin şekli olarak kimin nasıl yaşadığı ile değil sürdürdüğü yaşam pratiği içinde ne kadar adaletli olup olmadığı ile ilgilenmeliyiz.
Bu bağlamda özellikle kamu yönetiminde liyakati ve liyakatli olduğu kadar liyakat sahibinin adaletini de öncelemeliyiz. Prof. Dr. Sayın Hayri Kırbaşoğlu’nun 2016’da gerçekleşen sempozyumdaki ifadesi ile söyleyeyim: ‘Birey ve kurumlar ile onların dindar olup olmamasına değil dürüst, adaletli ve ahlaklı olup olmamasına bakarak yollarımızı birleştirmeli ya da ayırmalıyız.’ Bu noktada temel İslami ibadetlerini yerine getiriyor ya da getiriyor görünürken İslam’ın adalet, dürüstlük ve ahlak anlayışından uzaklaşanları gözden kaçırmamalıyız.
“KADINLARA DA YER VERMENİZİ ÖNEMLİ İSTİRHAM EDİYORUM”
Konuşmamın son bölümünde de dostane bir eleştiriye zaman ayırmak istiyorum. Konuşmacı listesine baktığımda, neredeyse hiç kadın akademisyen, araştırmacı görmedim. Bir, iki isim dışında erkek ağırlıklı bir liste ile karşı karşıyayız. Oysa Türkiye ilahiyat birikiminde kadınlar vardır. Bugün de pek çok ilahiyat fakültemizde ya da üniversitelerimizin diğer bölümünde sempozyumun konusun kapsamında çalışma yürüten yüzlerce kadın akademisyenimiz var. Günümüz İslam dünyasının meselelerini kadınlar olmadan konuşamayız. Konuşmamalıyız. Kadınlar olmadan çözüm yolları da bulamayız. Bir sonraki sempozyumda ve düzenleyicisi olduğunuz diğer toplantılarda kadınlara da yer vermenizi ve hatta kadın bilim insanlarını bu tür toplantıların düzenleme kurullarına almanızı da önemle istirham ediyorum. Bu sözlerimi dostane bir eleştiri olarak kabul ediniz.
Bireysel, toplumsal ve ülkeler düzeyindeki sıkıntılarımızla; yardımlaşma, dayanışma ve birlikte ve barış içinde yaşama irademizin daha da çoğalması umuduyla bu uluslararası sempozyuma emeği geçenleri kutluyor, düzenleme kurulunu tebrik ediyorum. Önereceğiniz çözüm yollarının uygulanması için, ülkemiz adına gereğini yapacağımızı bilmenizi istiyorum.” (ANKA)