Kemal Kılıçdaroğlu, bugün Ankara'nın Haymana ilçesinde kanaat önderleri, muhtarlar ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile bir araya geldi. Kılıçdaroğlu, çiftçinin üretebilmesi için zarar etmemesi gerektiğini söyledi. Çiftçiye ücretsiz elektrik sağlayacaklarını belirten Kılıçdaroğlu, "Elektrik konusunda, Şanlıurfa’ya gittim, oradaki çiftçilere söz verdim. Önce Şanlıurfa’dan başlayarak altı büyük ilde ve daha sonra Türkiye genelinde çiftçiye elektriği ücretsiz vereceğiz. Güneş enerji santralleri kuracağız. İmkân var. Petrol, doğal gaz getiriyorsun elektrik üretmek için. Hepsi ithal. Ya Allah’ın güneşi bedava kardeşim. İthal yok, dolar yok, avro yok" dedi.
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
"KİŞİYİ KANAAT ÖNDERİ YAPAN, İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMDUR: Değerli kardeşlerim, değerli dostlarım, değerli Haymanalılar; bir insan, ‘ben kanaat önderiyim’ demekle kanat önderi olmaz. Kişiyi kanaat önderi yapan, içinde yaşadığı toplumdur. Toplumda bir kişi, herhangi bir sorunu çıktığında başvuracağı kişiyi arar. O kişiye biz, ‘kanaat önderi’ diyoruz. Ya mahallede muhtardır ya köyde muhtardır ki onlar da kanaat önderidir veya kasabanın saygın bir insanıdır. Bir dertle karşılaşmıştır, ‘Gidip bir danışayım bu sorunu nasıl çözeriz’… Şimdi biz, genelde siyasette mitingler yaparız, mitinge bizim partililer gelir, hep beraber konuşuruz, alkışlarız, slogan atarız ve dağılırız sonunda. Amaca ulaşıyor mu; hayır, amacına ulaşmıyor. Benim şahsi kanaatim bu.
BU TABLOYU TERSİNE ÇEVİRİYORUZ: Biz, kiminle konuşmalıyız? Toplumla daha fazla yüz yüze gelen, istişare eden, sözü dinlenen insanlarla oturup konuşmalıyız. Haymana’yı biliyorum, bölgenin ne kadar değerli olduğunu da biliyorum, tarihini de biliyorum, Milli Kurtuluş Savaşı’nın bu topraklarda geçtiğini de biliyorum, şehit kanlarıyla bu toprakların sulandığını da biliyorum ama Cumhuriyet’le beraber büyümesi gereken bir ilçenin kan kaybettiğini de biliyorum. Bizim oyumuzun çok az olduğunu da biliyorum ama oyumuzun azlığı, Haymanalının bizi farklı değerlendirmesinden değil. Tam tersine, biz hiç gelmedik ki oturup konuşmadık ki çayınızı, kahvenizi içmedik ki sofranıza oturup, ‘Ya arkadaş sizin derdiniz nedir’ demedik ki. Ankara’da oturup güzel nutuklar attık, ondan sonra dedik ki ‘Vay niye bize oy vermiyorsunuz?’ Şimdi bu tabloyu tersine çeviriyoruz. Gelip, oturup konuşacağız; gelip dertleşeceğiz.
KENDİ ÜLKEMİZDE HUZUR İÇİNDE YAŞAMAK İSTERİZ: Bu memleket sadece benim memleketim değil, 85 milyonun memleketi. Her birimiz vatanseveriz, her birimizi kendi ülkemizde huzur içinde yaşamak isteriz, beraber yaşamak isteriz. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz şartların ağırlığını ben de biliyorum siz de biliyorsunuz, büyük kan kaybediyor Türkiye. Ekonomide kaybettiğimiz kanın bedelini ödüyorsunuz zaten; mazot, gübre, ilaç alırken ödüyorsunuz, esnaftan alışveriş yaparken ödüyorsunuz, artı yurt dışında da ödüyorsunuz. Dolayısıyla eğer Milli Kurtuluş Savaşı bu topraklarda verildiyse ve bu topraklarda şehit kanları var ve sulandıysa bu topraklar, o zaman beraber oturup düşünmek zorundayız. Her birimizin sorumluluğu var. Benim sorumluluğum var mı? Evet, var ama sizin de sorumluluğunuz var, kanat önderi olarak sorumluluğunuz var. O zaman sorumluluklarımızı bilince nasıl ayağa kaldırırız?
PEYGAMBERE BİLE VERİLMEYEN BU YETKİYİ NİYE BİRİLERİ KULLANIYOR: Neredeyse birbirimizin boğazına sarılacağız. Öyle bir hale geldik. ‘Sizden, bizden’… Kavga eder hale geldik. Komşumuzun kimliğini, inancını, yaşam tarzını sorgulamaya başladık. Ya kardeşim, bize ne? Herkesin kimliği kendi şerefidir. Kimlik, siyaset konusu olmaz. Herkesin inancı değerlidir. Allah ile kul arasına girmeye kimsenin hakkı yoktur. Peygambere bile verilmeyen bu yetkiyi niye birileri kullanıyor? ‘Sen inançlısın, sen inançsızsın’… İyi de nereden biliyorsun? Bunu bir tek yüce yaratan bilir. Yaşam tarzını sorgulamaya başladık. Türkiye’nin bu cendereden çıkması lazım.
TÜRKİYE, ORTADOĞU VE AVRUPA’NIN EN SAYGIN, EN GÜÇLÜ ÜLKELERİNDEN BİRİ OLMAK ZORUNDADIR: Türkiye, bu Ortadoğu ve Avrupa coğrafyasının en saygın, en güçlü ülkelerinden biri olmak zorundadır zaten. Avrupa Birliği’ne üye olmak istiyoruz. Ta 1962’lerde başladı, ortada hiçbir şey yok. İçeride güzel nutuklar atıyoruz ama dışarıda halimiz nedir? Şimdi ben bunları anlatınca bazen kötü adam olabiliyoruz. Vay efendim, ‘Sen bunları niye söyledin’. Biz, kendi sorunumuzu kendimiz çözmek zorundayız. Bir araya gelip, oturup konuşmak zorundayız. Bunları yapmazsak olmaz.
HERKESİN KARNININ DOYDUĞU BİR TÜRKİYE ÖZLEMİ ÇEKİYORUZ: Buranın bir tarım kenti olduğunu biliyorum. Gazi Mustafa Kemal’i Ankara’ya gelirken karşılayanların, Haymanalıların ağırlığını da biliyorum. Bölgenin milli duygularının ne kadar yüksek olduğunun da farkındayım. Bir şekliyle ciddi sorunlarımız var. Herkesin karnının doyduğu bir Türkiye özlemi çekiyoruz hepimiz. Eğer burada tarımla uğraşılıyorsa çiftçinin alın terinin yere düştüğünde filizlenmesi lazım ve kazanması lazım çiftçinin.
ÇİFTÇİ KAZANAMIYOR, ZARAR EDİYOR: Mazotun ne olduğunu biliyorum. Bu fiyatlarla çiftçinin kazanamadığını biliyorum. Çiftçi kazanamıyor, zarar ediyor. Çiftçinin zarar ettiği bir ortada, mümkün değil, ülkeyi büyütemezsiniz. Herkes büyük kentlere hücum ederse karnımızı kim doyuracak? Ankara’nın Kızılay’ında buğday, pancar, yulaf, mercimek ekemezsiniz. Bunları kırsalda, tarlada ekmek zorundasınız. Tarlada çalışan insanın hakkını, hukukunu teslim etmezseniz, alın terinin hakkını teslim etmezseniz bu adam ne yapacak? Ayrılacak. Siz gelmeseniz bile çocuğunuz gelecek, ‘Büyük şehirlerin varoşlarında acaba asgari ücretle iş bulabilir miyim’ diye. Buradan Türkiye’nin çıkması lazım.
TARIM STRATEJİK SEKTÖRDÜR: Bu devletin inşasında en büyük rolü oynayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ‘Milli ekonominin temeli ziraattır’ demiştir. Ziraat, yani tarım, bütün dünyada stratejiktir. İster Amerika’ya ister Kanada’ya ister Japonya’ya ister Papua Yeni Gine’ye gidin, tarım stratejik sektördür. Neden? Buzdolabınız, arabanız olmayabilir ama günde en az iki sefer karnımızı doyurmak zorundayız. Kim doyuracak karnımızı, bu ülkenin bereketli toprakları ekilmezse? Siz buğdayı, yulafı, mercimeği de dışarıdan alırsanız kime çalışıyoruz o zaman? Başka ülkelerin çiftçisine demektir. Bu cendereden Türkiye’nin çıkması lazım.
HERKES NE EKECEĞİNİ, KAÇA SATACAĞINI DA ÖNCEDEN BİLECEK: Çıkmasının yolu da gayet açıktır. Önce havza bazlı bir planlama yapacaksın. Kim ne edecek; buğday, şeker pancarı, pamuk, yulaf nerede olacak? Bütün bunların havza bazlı planlamasını yapacağız. Planlama yapıldıktan sonra herkes ne ekeceğini önceden bilecek, kaça satacağını da önceden bilecek. Bir dönümün maliyeti çıkarılacak. Çağırırsınız iki tane ziraat mühendisini; ‘Kardeşim maliyeti ne?’ ‘Maliyet bin TL’. ‘Kardeşim, bunun kârı ne olmalı?’ ‘Yüzde 15.’ Devlet şunu söylemeli; ‘Bunun maliyeti artı makul kâr; 115 TL’dir. 115 TL’nin üzerinde alıcı bulabiliyorsanız istediğinize satın. Ama 115 TL’nin altına düştüğü zaman bunun alıcısı devlet olacaktır.’ Hiçbir çiftçi zarar etmeyecektir.
BAKIYORUZ BU SENE SOĞAN ÇOK İYİ, ERTESİ SENE HEP BERABER BATIYORUZ: Havza bazlı planlama yapmadığımızda ne oluyor? Bakıyoruz bu sene soğan çok iyi, ertesi sene hep beraber batıyoruz. Orta Anadolu; bu sene patates çok iyi, herkes patates ekiyor. Sonra bir bakıyorsunuz, ertesi sene patates üreticileri bağırıp çağırıyorlar; ‘Mahvolduk, patates ürettik ama alıcısı yok’. Planlama yaparsanız kimin ne kadar ekeceğini ne kadar ihraç edeceğimizi biliriz. Maliyet artı makul kâr, eşittir taban fiyat. Onun altına düşmeyecek.
MALİYET ARTI MAKUL KR, EŞİTTİR TABAN FİYAT: Kırsal boşalıyor, gençler kalmıyor kırsalda. Bu tablo, öyle bir tabloyu ortaya çıkarıyor. Ne yapsın, geçinemiyor. O zaman gençlerin kırsalda kalması için özel politikalar geliştirmeniz lazım. Demeniz lazım ki ‘Sen kırsal kalırsan, çalışırsan senin sosyal güvenlik primini devlet olarak ben ödeyeceğim’. O zaman burada kalacaktır. Ürününe de garanti veriyorsunuz. Maliyet artı makul kâr, eşittir taban fiyat. Oradan da zarar etmiyor. Çiftçi kazanacak. Çocuğu, eşi varsa, çalışıyorsa onun da primini devlet ödeyecek. O zaman emeklilik hakkı garanti olmuş olacak. Şehrin varoşunda ne yapacak bu insan? Üç, beş kuruşa iş bulurum diye niye uğraşacak.
YA ALLAH’IN GÜNEŞİ BEDAVA KARDEŞİM: Borçlarınız var. Bizim sözümüz var, onu da söyleyeyim; Allah nasip eder sizlerin oylarıyla iktidar olursak ilk bir hafta içinde çiftçinin ister tarım kredi kooperatiflerine ister bankalara olan borcunun faizini sıfırlayacağız. Borcunu da makul taksitlerle alacağız. Sizin, bir nefes almanız lazım. Elektrik var. Elektrik konusunda Şanlıurfa’ya gittim, oradaki çiftçilere söz verdim. Önce Şanlıurfa’dan başlayarak altı büyük ilde ve daha sonra Türkiye genelinde çiftçiye elektriği ücretsiz vereceğiz. Güneş enerji santralleri kuracağız. İmkân var. Petrol, doğal gaz getiriyorsun, elektrik üretmek için. Hepsi ithal. Ya Allah’ın güneşi bedava kardeşim. İthal yok, dolar yok, avro yok.
İSRAF HARAMDIR. BAKIN HER ŞEY İSRAF: Devlet akılla yönetilir; bilgiyle, birikimle, ahlakla, liyakatle yönetilir. Devlet, intikam duygusuyla, israfla yönetilmez. İsraf haramdır. Bakın, her şey israf. Hem dindar geçiniyoruz, ‘dindarız’ diyoruz, israfı yapana da gidip destek veriyoruz. Oturup düşünmemiz lazım.
CUMHURİYET TARİHİNDE HİÇ BÖYLE BİR ŞEY GÖRÜLMEDİ: Yılın başında bütçe yaptılar, yılın ortası oldu, bütçedeki bütün rakamların tamamı bitti. Şimdi yılın ortasında ikinci bütçe yapıyorlar. Cumhuriyet tarihinde hiç böyle bir şey görülmedi, ilk sefer oluyor.
BİZ CUMHURİYET'İ KURDUK, O DEVLETLERİN TAMAMI CUMHURİYET OLDULAR: Türkiye, bölgesinde de dünyada da itibarlı bir ülke olmak zorundadır. Dış politika bu bağlamda çok önemlidir. Dışarıya karşı sözü dinlenen bir Türkiye olmak zorundadır. Eğer dışarıya karşı sözü dinlenen bir ülke değilse bu ülkenin tarihine ihanet etmiş olursunuz. Bu ülkenin tarihi sıradan bir tarih değildir. Milli Kurtuluş Savaşı’nın verildiği bu topraklar, sıradan topraklar değildir. O savaşı veren insanlar da sıradan insanlar değildir. Nedeni ne biliyor musunuz? Milli Kurtuluş Savaşı’nı verdikten sonra bütün İslam dünyasının milli kurtuluş savaşı verdiğini görüyorsunuz. Hepsi bağımsızlık savaşı verdiler. Biz Cumhuriyet’i kurduk, o devletlerin tamamı cumhuriyet oldular. Biz hareketlerimizle, tutumumuzla, aldığımız kararlarla sadece kendimize değil, İslam dünyasına da mazlum milletlere de örnek olan bir devletiz.
BU İŞ KONUŞMAYLA OLMAZ Kİ. ‘GELİYORUM’ DİYORSAN GİDECEKSİN: Bir politikacı, kim olursa olsun, dış politika ile ilgili konuşurken boğazında dokuz düğüm olduğunu unutmamalı, söylediği lafın nereye gideceğini bilmeli. İç politikada olduğu gibi yüksek perdeden asla atmamalı. ‘Ey Suriye, ey Yunanistan ben geliyorum.’ İyi de ‘Gel kardeşim’. Bu iş konuşmayla olmaz ki. ‘Geliyorum’ diyorsan gideceksin. Rahmetli Ecevit ile Erbakan çıkıp ‘Ey Yunanistan, bak biz Kıbrıs’a geliyoruz’ dediler mi? Demediler. Ama bir sabah Başbakanlık merdivenlerinde rahmetli Bülent Ecevit açıklama yaptı.
CİDDİYE ALINIR MI ARTIK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ: ‘Başta kaldığım sürece asla giremezler.’ Ne oldu? Gittin, bastın imzayı, çıktın geldin. Peki ağırlık oldu mu? Olmadı. Ciddiye alınır mı artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti? Bunu sizin vicdanınıza seslenerek söylüyorum. Türkiye böyle bir yönetimi hak etmiyor, yanlış yapıyoruz. Suriye ile kavga ettik, niye? 33 askerimiz şehit edildi. 33 askerimizi şehit eden Rusya idi. Biz, koşa koşa gittik Putin’den özür dilemeye. Şehitler bizim şehidimiz, öldüren Rusya, biz koşa koşa gidiyoruz oraya, özür dilemeye gidiyoruz. Ne işin var kardeşim?
OTURUR, KONUŞUR, DÜŞÜNÜRÜZ; KİM HAKLIYSA ONUN DEDİĞİNİ YAPARIZ: Farklı görüşler bizim kavga etme nedenimiz olamaz ki. Dünyanın her yerinde farklı görüşler vardır. Aklımızı kullandığımız sürece olaylara farklı bakabiliriz. Farklı baktık diye illa kavga mı edelim? Evde otururken -kendi ailemden örnek vereyim- bazen eşim farklı düşünür, ben farklı düşünürüm. Yani bu, hemen gidip, oturup boşanalım anlamına mı gelir? Gelmez. Oturur, konuşur, düşünürüz; kim haklıysa onun dediğini yaparız.
DAVULLA, ZURNAYLA GÖNDERECEĞİZ: Suriye’ye girdik, 3 milyon 600 bin Suriyeli Türkiye’ye geldi. Ne olacak şimdi bunların hali? Allah’ın izniyle hepsini kendi iradeleriyle Suriye’ye göndereceğiz; davulla, zurnayla göndereceğiz.
ÜLKE İTİBAR KAZANDIYSA ELBETTE TEPEDEKİ KİŞİ DE İTİBAR KAZANMIŞ OLUR: Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Her sorunu çözülebilir. Yeter ki devleti yöneten kişinin şahsi zenginleşme yoluna gitmemesi, kendi ailesini zenginleştirmemesi… Zengin olması gereken milletin kendisidir. Devleti yöneten kişi, millete hizmet etmek ile yükümlüdür. O hizmeti milletin zenginleşmesi, büyümesi, kalkınması için, itibar sahibi olması için yapar. O yönettiği sürece ülke itibar kazandıysa elbette tepedeki kişi de itibar kazanmış olur."