Tele 1 TV Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ hakkında canlı yayında sarf ettiği sözleri nedeniyle “terör örgütü propagandası yapmak" ve “suçu ve suçluyu övmek” suçlamalarıyla açılan davanın ilk duruşması bugün İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapıldı. Mahkeme, Merdan Yanardağ'a 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Yanardağ’ın tutuksuz yargılanmak üzere tahliyesine karar verildi. Bu akşam tahliye edildikten sonra Marmara Cezaevi önünde açıklamalarda bulunan Yanardağ, şunları söyledi:
"İÇERİDE ÇOK SAYIDA SUÇSUZ ARKADAŞIMIZ VAR"
"Bugüne kadar gösterilen dayanışma nedeniyle kamuoyunun, Türkiye'nin demokrasi güçlerinin, ilerici güçlerin, medya kuruluşlarının, basın meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasi partilerin çok geniş bir desteği vardı. Hapishanede dayanışma önemli, ben tahliye olduğum için, sevdiklerime, yakınlarıma, dostlarıma kavuştuğum için mutluyum ama aynı zamanda içimde derin bir yarayla... Can var içeride, Osman var içeride, Tayfun var içeride. Orada esir alınmış gibi ağır bir saldırı altındalar ve imha edilmeye çalışılıyorlar. Elbette tahliye olmak güzel, elbette özgürlüğü bir biçimde sınırlı bir ortamda bir yarı cezaevine, bir açık cezaevine adım atsan bile elbette bu olumlu karşılanabilir ama içeride çok sayıda suçsuz arkadaşımız var.
"MAHKEME BİR HESAPLAŞMA MAHKEMESİYDİ"
Gezi Direnişi davasında da ortaya bir yasa koydular, ileriye dönük bir içtihat oluşturmaya çalışıyorlar. Demokratik hak ve özgürlükleri sınırlamak, fiilen, mahkeme kararlarıyla sınırlamak. Basın özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü, düşünce özgürlüğünü sınırlamaya çalışıyorlar. Düşünebiliyor musunuz, devlete 'İnfaz Yasası'nı herkese eşit ve adil bir şekilde uygula' demeyi suç saymaya kalktılar. Mahkeme bir hesaplaşma mahkemesiydi. Mahkemede ben kendimi değil basın ve ifade özgürlüğünü, demokratik hak ve özgürlüklerini, kişi haklarını savundum. Onu savunmaya çalıştım. Arkadaşlarımız içeride hiçbir sorunları yok. Burada rejimin simgesi olan Silivri Cezaevi'nde olumlu tek bir şeyden söz edilebilir. O da buradaki güvenlik emekçilerinin iyi niyetidir, güvenlik emekçilerinin dostluklarıdır. Onun ötesinde burası rejimin zulüm simgesidir, son derece nettir bu.
"TOPLUMA GÖZDAĞI VEREREK SİNDİRMEYE ÇALIŞIYORLAR, BUNA İZİN VERMEYECEĞİZ"
İktidar yeni dönemde, biraz önce sözünü ettiğim, mahkeme kararlarıyla bir yeni rejimi inşa etmeye çalışıyor. Örneğin, anayasal bir hak olan gösteri ve yürüyüş hakkı önceden izin alınmaksızın herkes için geçerlidir değil mi? Önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız gösteri yaparsınız. Gösteri ve yürüyüş hakkınız vardır, protesto hakkınız vardır. Bu anayasal bir hak. Anayasa'nın üzerinde bir yasa olmadığına göre herkesin buna uyması gerekiyor. Peki Gezi cezası nedir? Nasıl anlaşılabilir bu? Bir protesto eylemi, bir hak arama eylemi. Pekala bir terör eylemi ve bir darbe girişimi olarak değerlendirilebiliyor. Benim davamda bir televizyon programı yargılandı. Bir televizyon programında güncel bir konuya ilişkin yapmış olduğum yorumlar nedeniyle terör örgütü propagandası yapma, suç ve suçluyu övme suçlamasıyla ben karşı karşıya kaldım. Şimdi buradaki fiil ne? Televizyon programı. Yargılanan ne? Söylenen sözler. Peki söylenen sözlerde suç var mı? Hayır, hiçbirinde suç yok. Söylediğim sözleri aynen mahkemede tekrar ettim. Bunların tamamını savundum. Mahkemeyi izleyenler bilir. Orada olan arkadaşlarımız biliyorlar. Peki niye ceza verdiler? 2 yıl 6 ay ceza vererek tahliyeye karar verdiler. Şu nedenle böyle bir ceza verildi. Geleceğe dönük bir içtihat oluşturmaya, sınırlamaya, bağımsız medyayı geri çekilmeye zorlamaya çalışıyorlar. Topluma gözdağı vererek sindirmeye çalışıyorlar. Buna izin vermeyeceğiz. Ben buna kendi adıma izin vermeyeceğim, mesleğimin bir gereği de bu zaten. Basın ve ifade özgürlüğünü savunmaya, demokratik hak ve özgürlükleri savunmaya devam edeceğim.
"İKTİDARIN AHLAKİ VE SİYASAL MEŞRUİYETİNİ SORGULADIĞIMIZ AŞAMADA BENİM SEÇİLMEM TESADÜF DEĞİL"
Hapishanedeki arkadaşlarımızla yaygın bir dayanışmaya ihtiyaç var. İnsanların rotasyon usulü tutuklanıp serbest bırakıldığı bir düzen oluşturuyorlar ve bunların hiçbirisi tesadüf değil. Tamamı özel olarak seçilmiş durumda. Ben mahkemede de ifade ettiğim çeşitli yazılarda da belirttiğim gibi 14-28 Mayıs seçimlerinin ilk siyasal sonucuyum. Benim tutuklanmam ilk siyasal sonuncudur çünkü rejimin meşruiyetinin, ahlaki ve siyasal meşruiyetinin sorgulanması gerektiği bir yerde, seçimlerin adil ve demokratik bir ortamda yapılmadığı; hile, iftira ve kara propagandaya dayalı bir seçimden sonra iktidara yeniden gelindiğini anlatmak, bunu tartışmak. İktidarın ahlaki meşruiyetini, siyasal meşruiyetini sorguladığımız bir aşamada benim seçilmem tesadüf değil. Dün aynı gerekçelerle Ayşenur Arslan hakkında böyle bir soruşturma açıldı. Terör örgütü propagandası yapmak, suç ve suçluyu övmek. Ben programı izledim. Programda kesinlikle böyle bir şey yok. Üstelik terör eylemlerini protesto ettiğini ve terör örgütlerinin herhangi bir eylemini onaylamadığını altını çizerek ifade ettiği halde nasıl yaptılar? Yeni bir gözaltı sistemi geliştirdiler, refakat ediyorlar. Bizim güvenlik güçlerimiz çok naziktir. Yani bazen böyle refakat ederek götürürler. Nazik oldukları konusunda şaka yapmıyorum. Ayşenur Arslan'u susturdular arkadaşlar, Ayşenur Arslan susturuldu. Gönül isterdi ki devletin tutuklamadığı bir aşamada Ayşenur Arslan ya da bu yargının, bu kadar siyasallaşmış bu kadar ön yargılarla hareket eden, yorum ve varsayıma dayalı bir şekilde suç icat etmeye çalışan yargıda tutuklanmadığına göre Ayşenur Arslan'ın programı isterdim ki devam etsin ama anladığım kadarıyla hem kendisi yorgun olduğunu söylüyor hem de kurumy önetimleriyle, Cafer Bey'le oturmuşlar, konuşmuşlar, ortaklaşa karar vermişler. Ona söylenecek bir şey yok.
"TÜRKİYE'DE BİR NAZİ HUKUKU YERLEŞTİRMEYE ÇALIŞILIYOR"
Türkiye'de bir Nazi hukuku yerleştirilmeye çalışılıyor. O da şudur; faile değil yani fiile değil faile, yani suça değil kişiye bakarak suç icat etmek. Ceza Kanunu'nda bir madde arıyorlar. Bulamazlarsa yoruma ve varsayıma dayalı bir şekilde icat ediyorlar o suçu. Eğer kuvvetli bir suç şüphesi yoksa bile önden tutukluyorlar. Yani Mussolini'nin ceza yasasındaki ön infazı uygulamaya çalışıyorlar. Bunların tümü basını susturmaya, özgürlükleri sınırlamaya, ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmaya, demokrasiyi sınırlamaya dönük operasyonlardır. Bunu ancak bir dayanışmayla aşabiliriz. Bunu ancak geçen seçimlerde her şeye rağmen, bütün baskıya, devlet gücünün devreye sokulmasına, iftiraya, hileye, kara propagandaya rağmen yüzde 48'in 'Hayır' dediği bir Türkiye var burada. Her iki kişiden biri bir Patrimonyal Sultanlık, bir baskı rejimi kurmaya 'Hayır' dedi. Epeyce bana göre anlamsız bazı tartışmalarla, erken başlatılmış tartışmalarla değersizleştirilmeye çalışıldı ve bir ölçüde de başarılı olunduğunu düşünüyorum.
"ARKADAŞLARIMI İÇERİDE BIRAKARAK ÇIKMAKTAN UTANIYORUM, ÖFKELİYİM"
İktidarın önünde denge ve fren sistemi kalmadı. Denge ve freni sağlayacak olan şey halkın iradesidir, demokrasi mücadelesidir. Demokrasi mücadelesi veren arkadaşlarımız içeride. Ben o nedenle son derece duygusal bir psikolojiyle çıktım. Yani öyle bir şey ki orada arkadaşlarınızı bırakıyorsunuz, hoşça kal diyemiyorsunuz, görüşemiyorsunuz. Burası yüksek güvenlikli bir yer. Yanımdaki koğuşta arkadaşımın buzdolabı yok. Ben eşyaları bağışladım. Yani ama kişiye bağışlayamıyorsunuz, kuruma başlayacaksınız, onlar ihtiyaç sahibine verecek. Hoşça kal diyemiyorsunuz, bir arkadaşınıza sarılamıyorsunuz. Osman Kavala altı yıldır burada, sessiz ve soylu bir direniş içinde. Tayfun Kahraman öyle. Seçilmiş bir milletvekili var burada, bu Türkiye'nin ayıbıdır. Can Atalay, seçilmiş bir milletvekili. Ben, onları içeride bırakarak çıkmaktan utanıyorum. O nedenle öfkeliyim, öfkeden kastım budur. Ben, Türkiye'nin bütün demokrasi güçlerine, bütün ilerici güçlerine, benimle dayanışma içinde olan, hapishanedeki arkadaşlarımızla, kardeşlerimizle dayanışma içinde olan herkese çok teşekkür ediyorum. Bağımsız medyanın öneminin ortada olduğu açık çünkü başka bir Türkiye anlatmaya çalışıyorlar dünyaya ve topluma biz başka bir Türkiye anlatmaya devam edeceğiz." (ANKA)