Gazete Duvar'dan Ceren Bayar'ın haberine göre,
Seçimde aldığı sonuçların ardından özeleştiri ve yenilenme sürecini başlattığını açıklayan Halkların Demokratik Partisi (HDP), yaz boyunca yürüteceği tartışmalar ışığında eylül ayında kongresini gerçekleştirecek. HDP’nin önünde, seçim sonrası daha yüksek sesle dillendirilen; HDP paradigmasından uzaklaşılması, il ve ilçe örgütlerinden kopukluk, merkezileşme, ittifak süreçlerinin sağlıklı yürütülememesi, cezaevlerindeki HDP’lilerle yeteri düzeyde ortaklaşmama gibi eleştirilerin öne çıktığı çokça tartışma başlığı var.
HDP’ye sunulan eleştirilerden biri de “HDP’nin alamet-i farikası” olarak tanımlanabilecek ‘bileşen’ yapısına yönelik. HDP’nin bileşenlerinden Devrimci Parti’nin Genel Başkan Yardımcısı Burcugül Çubuk, HDP’nin seçime listelerinden girdiği, aynı zamanda bileşeni olan Yeşil Sol Parti’den İzmir Milletvekili seçildi. Çubuk, HDP’ye, bileşenlerine, ittifaktaki partilerle kurulan ilişki biçimine gelen eleştirilerin yanı sıra kendisinin, Devrimci Parti’nin, Türkiye’nin sol, sosyalist parti ve hareketlerinin mücadele süreçlerine ve bugün içinde bulundukları duruma dair sorularımıza yanıt verdi.
Çubuk’la söyleşimize geçmeden önce HDP’nin bileşen yapısının Türkiye’de tam olarak anlaşılamadığı, ittifak ve bileşen kavramlarının zaman zaman karıştırıldığı değerlendirmelerini göz önünde bulundurarak söyleşideki bazı kavramları netleştirmek ve bazı süreçleri hatırlatmak istedik. Bu yüzden Afyon Emirdağ’da başlayan hikayesini sosyalist bir kadın olarak ören, 14 Mayıs seçimiyle birlikte siyasi mücadelesinin bir ayağını Yeşil Sol Parti Milletvekili olarak Meclis’e taşıyan, aynı zamanda vegan ve feminist kimlikleriyle dikkat çeken Çubuk’la söyleşimize bu kısa hatırlatmanın ardından geçeceğiz.
Siyasi partiler, sendikalar, kadın örgütleri, sivil toplum kuruluşları, azınlık temsilcilerinden oluşan Halkların Demokratik Kongresi’nde (HDK) yürütülen yoğun tartışma süreçleri sonucunda Türkiye solunu ve Kürt siyasi hareketini temsil eden siyasi parti ve yapılar 2012’de HDP çatısında bir araya geldi. Türkiye siyasetinin alışık olmadığı alternatif bir siyasi yapılanma modeli inşa edilmiş oldu. Türkiye’nin demokratikleşmesinin “birlikte mücadele” ile mümkün olduğunu savunan bu yeni anlayış, Kürt siyasi hareketini temsil eden Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ile Türkiye solu ve sosyalistlerinin siyasi partilerini buluşturdu. Çatının altındaki BDP dahil tüm partiler “HDP’nin bileşenleri” olarak eşit düzlemde tarif edildi, her partiden temsilciler HDP’nin Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu’nda görev aldı, bir eşbaşkan mutlaka Türkiye solunu temsil eden bileşen partilerden seçildi.
HDP’nin bu yeni modeli siyasette önemli bir devinim sağlamakla birlikte zaman zaman eleştirilerin de hedefi oldu. Bu eleştirilerin en sert biçimde dile getirildiği dönemse geride bıraktığımız genel seçimler oldu. Bileşen yapısının işlevsizleştiğini, HDP’nin kuruluşunda ortaya konulan ilkelerin inşa edilmesine katkı sunmadığını söyleyenler olduğu gibi pek çok HDP’linin “operasyonel” ve “kötü niyetli” olduğunu belirttiği “Kürtler Türk solunu daha ne kadar sırtında taşıyacak” benzeri cümleleri kuranlar da oldu.
HDP’nin son seçimde HDP dışındaki sol ve sosyalist yapılarla ittifak kurması da bileşen yapısına yönelik eleştirileri artırdı. Seçim öncesi kurulan Emek ve Demokrasi İttifakı ile HDP bileşeni siyasi partiler birbirine karıştırıldı. HDP’nin “özünü” oluşturan, karar alma organlarında yer alan bileşen partiler; Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP), Birleşik Devrimci Parti (Devrimci Parti) ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ile 14 Mayıs seçiminden önce kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı’ndaki Emekçi Hareket Partisi (EHP), Emek Partisi (EMEP), Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi’nin (TÖP) ayrımı net bir şekilde ortaya konulamadı. Bileşen partilerin HDP’nin kendisi olduğu, ittifak partilerinin her birinin ayrı ayrı siyaset yürüttüğü anlaşılamayınca ittifak ve bileşen partilerine yönelik eleştiriler aynı potada birleşti.
Öte yandan Kürt siyasetini temsil eden partilerin oy çoğunluğu ve güçlü örgüt yapısı sebebiyle HDP’nin bir “Kürt partisi” olduğu ön kabulü de tam olarak değiştirilemedi. HDP’nin Kürt siyasi hareketinin temsilcisi olan bileşeni Demokratik Bölgeler Partisi, HDP’nin “ana bileşeni” gibi algılanarak seçim başarısızlığına dair başka eleştirilerle yüzleşirken ittifak ve bileşen eleştirilerinin dışında tutuldu.
HDP’nin bileşen yapısıyla ilgili bu özetin ardından sözü bileşen partilerden Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı, Yeşil Sol Parti İzmir Milletvekili Burcugül Çubuk’a bırakıyoruz.
'BİR EMİRDAĞLININ SOSYALİST OLMASI, FEMİNİST OLMASI BENİM İÇİN ÇOK ŞAŞIRTICI DEĞİL'
Afyon Emirdağlısınız. Muhafazakar bir ilçe mi Emirdağ? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
İlkokulu bitirene kadar Emirdağ’daydık. Sosyolojik olarak Emirdağ Afyon’dan farklıydı. Muhafazakar bir ilçe değildi. Abdallar Emirdağ'daydı. Afyon Türküsü diye bildiğimiz bütün türküler Emirdağ türküsüdür. Emirdağ'ın köylerinde Aleviler yaşar. Bizim vekillerimizin SHP'den girdiği dönemler olmuş. Bir dönem TKP'nin kalelerinden biriymiş. O yüzden bir Emirdağlının sosyalist olması, feminist olması benim çocukluğum açısından çok şaşırtıcı değil. Ama bugün çok farklılaştı tabii. Abdalların yeni türküler üretmediği bir yere dönüştü.
Bugünkü varoluşunuzda ailenizin de etkisi olduğunu anlıyorum. Doğru mu?
Seküler bir ailede büyüdüm. Ama mesela annem oruç tutar, babam tutmaz ve bunun için birbirlerini baskılamazlar. Annemin en büyük korkularından birisi Türkiye'nin İran olmasıdır. Ama sanırım İranlıların da korkusu bugün Türkiye olmak. Özetle, çok politik bir çocukmuşum gibi gelmiyor bana. Normali buydu galiba. Belki sağcı bir aileden geldiğim düşünülebilir, ailem birçok meselede daha sağcı kalabilir ama temelde sağcı olmayı reddeden, istemeyen bir aileydi.
CHP'li bir aile profili canlanıyor aklımda?
Evet, bugün CHP'li bir aile.
Ortaokul yıllarında geldiğinizde Antalya’ya göç ettiniz. Politik olarak kendinizi var ettiğiniz yer Antalya mı oldu?
Babamın işi sebebiyle Antalya'ya taşındık. Biz Antalya’dayken ÖDP kurulmuştu ve ben kendimi ÖDP’li addediyordum. Sendikalar greve çıkıyorlardı ve hangi öğretmenlerimiz o gün okula gelmedi diye takip ediyordum. Çok sevdiğim bir matematik öğretmeni vardı, o gün okula gelmemişti ve çok mutlu olmuştum. Kendimce bir keşif süreciydi. Liseye geçtiğimde artık örgütlenmeye karar vermiştim. DEV-LİS ile tanıştım. DEV-LİS bana gerçekten bir nefes gibi geldi, aradığım şeydi. Haliyle DEV-LİS’ten sonra Kurtuluş'la tanıştım ve akabinde Sosyalist Demokrasi Partili (SDP) oldum. İlerleyen süreçte bir birlik süreci yaşadık ve Devrimci Parti’yi kurduk.
‘HDP’NİN BÜTÜN BİLEŞENLERİNDEKİ GÜÇSÜZLEŞMEYİ YAŞIYORUZ’
Çok da erken yaşlardan bu yana bu hareketin içindesiniz. Devrimci Parti’nin bugün bulunduğu noktayı tarifler misiniz?
Devrimci Parti’nin kurulduğu dönem Rojava’da büyük bir savaşın olduğu, enternasyonel dayanışmanın büyüdüğü pek çok yoldaşımızın Rojava’da bulunduğu ve ölümsüzleştiği bir dönemdi. Biraz da oradan şekillendik belki. Benim açımdan da devrime yönelişin daha net olduğu bir dönemdi. O nedenle önemli Devrimci Partili olmanın kendisi.
Bugün HDP'nin bütün bileşenlerinde az çok olan ya da tüm Türkiye sosyalist hareketinde olan bir güçsüzlüğü, o güçsüzlüğün ortaya çıkardığı sorunları yaşıyoruz. Devrime yönelişi, devrimci aklı tekrar tartışıyoruz. Örgüt mekanizmasını, örgütlenme yöntemlerini tartışıyoruz. Bu tartışmaların sosyalist hareket açısından kolektifleştiği mecralar üretememek gibi sorunumuz var. Bu sorunu çözmeye yönelecek pozisyonumuz şu an yok.
‘HEPİMİZ KENDİ DERTLERİMİZİN İÇERİSİNE DEBELENİYORUZ’
Bahsettiğiniz, ihtiyaç olduğunu ve yapılamadığını söylediğiniz tartışmalar neden yapılamıyor?
Galiba biz artık bu tip tartışmalardan refleks olarak uzak duruyoruz. “Buradan da bölüneceğiz, buradan da bir şey çıkmayacak” diye çekiliyoruz. Her yenilgiden yenilgi koşullanmasıyla çıktık belki. Yenilgiyi reddetme halimiz yok ama yenilgiyle barışma halimiz de yok. Bir sıkıntı var.
Bir de çözüm süreci bittiğinde devreye giren çöktürme planı sadece HDP'ye yönelik değildi, bunu söylemek dar bir okuma kalır. Faşizm aynı zamanda Türkiye sosyalist hareketinde devrimciliği de tasfiyeye yöneltti. Biz bunun karşısında mekanizma kuramıyoruz. Hepimiz kendi dertlerimizin içerisine debeleniyoruz. Biz de aynı yere sıkışmış durumdayız. Sokakta polisle kapışmaya cesaretimiz var ama kendimizle kapışmaya dair cesaretimizde bir noksanlık var. Kendiyle kapışmayanın da çok ileri gitme şansı olmuyor.
‘HALK TİKTOK’TA, GERÇEKLİK BU’
Sosyalist ve devrimci hareketlerin, partilerin günceli yakalayamadığına dair eleştiriler de var. Nasıl değerlendirirsiniz?
Biz insan nüvesine yabancılaştık. Çok eski bilgilerimizle hareket ediyoruz. Şimdi beni gören “Çok gençmiş milletvekilimiz” diyor ama ben 20 yıldır örgütlüyüm. Ve örgütlü olunca birkaç yıl içerisinde eski bir solcu olmaya başlayabiliyorsunuz Türkiye'de. Bunu ne kadar reddetsek de tartışırken eski kodlarla “Bu iş eskiden böyle olmazdı, böyle bir yaklaşım olabilir mi” deyiveriyoruz. Bugünün bizi neye çevirdiğini okumak gerekiyor, yenilenme gerekiyor.
Mesela şunu söylüyorlar: Sosyalist bir partinin TikTok hesabı niye olsun? Ama halk TikTok'ta. Gerçeklik bu. O bir rezaletse sen o rezaletin içine girmek zorundasın, çıkarmak zorundasın. Her alanda var olabilmeliyiz. Müslüman bir sosyalistin camiye gidip oradakileri örgütlemesi gerekmez mi? Milliyetçi politikalara korkularla angaje edilmiş bir genç kadını neden bırakalım? Sistemin en sert ezdikleri orada. Sen onları kendi haline bırakarak devrimci bir siyaset de üretemezsin, demokrasi mücadelesi de üretemezsin.
‘BİZ YALINAYAKLAR OLARAK MECLİS’E GELDİK’
Bugün parlamentoda siyaset yürütüyorsunuz. Devrimci mücadeleyle parlamentonun çeliştiğine dair eleştirilere ne dersiniz?
Bir devrimci için de Meclis can sıkıcı bir yer emin olun. Ama amacımız parlamentoda olmak değil. Ben parti görevlendirmesiyle aday oldum. Parti bana bir işçi derneğinde çalışma da yaptırabilirdi, köyde örgütlenme görevi de verebilirdi. Biz yalınayaklar olarak Meclis’e geldik. Biz Meclis’in bize sağladığı olanakları sokakta da sonuna kadar kullanmak durumundayız. Biz o kadar da Meclis’te değiliz, biz dokunabildikleriyiz aynı zamanda. Parlamentonun koruyucu kalkanı altında yaşamıyoruz.
‘PARLAMENTARİZM ZEHRİ BİZE DE BULAŞTI’
Seçim sonrası Yeşil Sol Parti’ye dönük yoğun eleştiriler oldu. Sizce nerelerde hata yapıldı?
Büyük bir baskı, saldırı vardı, ama bunun karşısında kendini yeniden örgütlemekte sorun yaşadı partimiz. Bir yandan da şunu söylemek lazım; parlamentarizm zehri bize de bulaştı. Sadece parlamentodakilere değil, bir bütün örgütlülükte bu oluştu. Bizim dönüp kendimizi tekrar örgütleyecek yöntemler üretememiş olma halimizi tartışmamız gerekiyor.
‘BİLEŞEN PARTİLER CİDDİ BİR GÜÇSÜZLEŞME İÇİNDE, BU BİZİM KUSURUMUZ’
HDP'deki bileşen yapısı da bu süreçte eleştirilen ve kongreye giden süreçte ele alınması beklenen başlıklardan. Bileşen yapısının hakkıyla işletilebildiğini düşünüyor musunuz? HDP ilk kurulduğunda hayal ettiğiniz yerle bugün bulunduğunuz yer aynı mı?
Kesinlikle değil. Bileşen yapısını kurarken birlikte mücadele örgütünün mayasını attık. Bu yönü önemli. Ancak özellikle Türkiyeli örgütlerin ciddi bir güçsüzleşme yaşadığını görmek gerek. Faşizm kendini inşa ederken bize çok ciddi saldırıyor ve bunun karşısındaki metotları inşa edemememiz söz konusu. Bizim hatamız, bizim kusurumuzdur bu. Ciddi bir güçsüzlük içerisindeyiz. Bu haliyle HDP örgütlerinde çalışmakta da sorun yaşıyoruz.
‘'TANIMADIĞIMIZ İSİMLERİ ADAY GÖSTERİYORSUNUZ, TÜRK BU' GİBİ ELEŞTİRİLER DUYDUM’
Bileşen hukukuna dair yapılan eleştirilerden birisi de şu: “Tanımadığımız isimleri aday gösteriyorsunuz.” Hatta Kürt Özgürlük Hareketi içerisinden gelen, yıllardır emek vermiş isimleri bile “Türk bu” diye eleştirmeye kalktılar. Şok yaşadım. Mesela Eşbaşkanımız Çiğdem Kılıçgün, bu hareketin içinden gelen bir isim. Onun dışında da yerel yönetimlerde görev almış, kayyumla birlikte eşbaşkanlıktan alınmış, işinden atılmış arkadaşlarımız var DBP bileşeninde. Dolayısıyla tanınan isim tartışması biraz yanlış.
‘TÜRKİYELİLEŞMEK ‘TÜRKLEŞMEK’ GİBİ ANLAŞILDI’
Bileşenlere yönelik eleştiriler HDP’nin Kürt siyasi hareketinin temsilcisi olan bileşeni DBP’den ziyade daha çok Türkiye solunu temsil eden bileşenlerine yöneliyor ama değil mi? Hatta 'Biz Türk solunu niye sırtımızda taşıyoruz?', 'Neden siyasetimizin özüne geri dönmüyoruz?' benzeri cümleler kuruluyor.
HDP, Kürt özgürlük hareketinin kendi projesi aynı zamanda. HDP projesinin bugün kuruluş kodlarıyla devam etmemesinde ortak vebalimiz var. Türkiyelileşmek bile çok yanlış anlaşıldı, ‘Türkleşmek’ gibi anlaşıldı. Türkiyelileşmek, Türkiye halklarının, işçi sınıfının, kadınların özgürleşme mücadelesini birlikte örgütlemekti. Burada Türkiye bileşenleri olarak bizler kendi görevimizi yerine getirmekte eksiklik yaşadık. Bu eleştiri baş göz üstüne.
Vekilliği bir paye olarak koyarsak evet, doğru sırtında taşımak olur ama vekillik bir paye değil sorumluluk. Şu an vekil olmayan bileşen partilerden arkadaşlarımız kapılarına polisin gelmesini, tutuklanmayı bekliyor her an. Serpil Kemalbay, Murat Çepni, Züleyha Gülüm, Musa Piroğlu, Dilşat Kaya; vekil oldukları bölgelerde hiç kimse onlar için “sırtımızda taşıdık” demiyor. Hatta bizlere onları övüyorlar, “senden de bekliyoruz aynı çalışmaları” diyorlar. Halkı dinlemiş, iletişim kurmuş, yalnız bırakmamış, mahalle mahalle gezmiş, sorunlarını gündemleştirmiş bu vekiller. Bizim bu arkadaşlarımızı Diyarbakır’dan, Van’dan aday gösterseler halk da kabul edecek, sevecek. Çünkü bizim geldiğimiz yer belli.
Bir de bu tartışma aslında HDP bileşenleri üzerinden başlamadı. Emek ve Özgürlük İttifakı ile ilgili süreçler devam ederken yoğunlaştı. Eskiden de biraz kısık sesle söylenirdi bileşenlere yönelik eleştiriler ama Kürt arkadaşlar bu eleştiriyi dile getirenlere anlatırdı meselenin özünü. Ama ittifak içindeki tartışmalar yükselince bileşenlere yönelik eleştiriler de yoğunlaştı.
‘BİZ GÜÇSÜZ OLUNCA KÜRT YOLDAŞLARIMIZ BİZİM YERİMİZE DE ÇALIŞMAK ZORUNDA KALIYOR’
Bileşen yapısı, bileşenlerle kurulan hukuk; önümüzdeki kongre sürecinin bir gündemi olacak mı?
Bileşenler sanıldığı kadar büyük bir kesen değil. PM’de ikişer temsilcimiz var. Astığımız astık, kestiğimiz kestik diye bir şey yok. Birleşen toplantıları ayrı yapılır, tartışmalar aktarılır ve karar PM'den çıkar en nihayetinde. Tartışmanın doğru yürütülmesi gerekiyor. Az önce ifade ettiğim örgütsel güçsüzlüğümüz, bunun açığa çıkardığı politik ön açıcılığımızdaki eksiklik; asıl sıkıntı orada başlıyor. Haliyle HDP’nin sorunlarının ve çözüm yöntemlerinin tüm sorumluluğu DBP'li arkadaşımıza, Kürt özgürlük hareketinden arkadaşlarımıza kalıyor. Türkiyelileşmenin işe yaramadığını düşünüyor böyle olunca halk. ‘Biz gidip onların da işini yapıyoruz’ diyor. Bu bir handikap ve üzerimize düşeni kabul ediyoruz. Bunu aşmak gibi bir sorunumuz var. İşte bunlar bize; bileşen ve örgütlere yapılacak ciddi eleştiriler. Ama bileşen hukukunu toptan tartışmanın bir karşılığı yok.
‘BİZE KAYBETTİREN TİP’İN AYRI PARTİ OLARAK GİRMESİ DEĞİLDİ’
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yürüttüğü seçim sürecinde TİP ve HDP nerede yanlış yaptı?
Tartışmayı yönetmekte. Mesela TİP vekil kaybettirdi tartışması çok eksik ve yanlıştı. Maksimum 5 olsun. Bize kaybettiren TİP’in ayrı parti olarak girmesi değildi. Bu gerçekliği kabul edelim. Halkın bize yönelttiği başka bir sürü eleştiri var. Asıl meseleler onlar, onlara dönüp bakmak lazım. Ve gördük aslında TİP de hiç azımsanamayacak bir oy aldı.
TİP’li arkadaşların bazı sözleri halkta rahatsızlık yarattı, bunu biliyoruz. Bu da zarar verici oldu. Bu tartışmada sözleri birlikte söylemek, hepimizi kesen sözler önemliydi. Örneğin şuna çok kızıldığını biliyorum; HDP’yi bir Kürt partisi, kendilerini sosyalist hareketin temsilcisi olarak anlattılar. HDP Kürtlerin ve Türkiyeli sosyalistlerin, demokratların, feministlerin, ekolojistlerin olduğu bir yer. Bu parti salt Kürt partisi değil. Bir partinin sosyalistliğini yadsıyor olmak, onun siyasal varlığını yadsıyor olmak demek.
‘VEKİL YÜRÜYÜŞÜ DİYE BİR ŞEY VAR’
Siyasi hayatınızda yeni bir dönem başladı milletvekili seçilmenizle. İlk gözlemleriniz neler, Meclis’e alıştınız mı?
Meclis’te vekil yürüyüşü diye bir şey var. Arkasında üç tane danışman, kendisi önde ve ona yol vermek zorundasın. Mesela aşağıda bir market var, milletvekilleri kendileri gitmiyor. Kuaföre gidiyorsun, milletvekili olunca hemen alıyorlar. Gereksiz bir şey. Böyle bir hayat olamaz. Ben Meclis'e alışamadım.
‘VEGAN YA DA VEJETERYAN OLARAK MECLİS’TE ÇOK ZORLANIRSINIZ’
Vegan olduğunuzu biliyoruz. Meclis’te zorlanıyor musunuz vegan beslenirken?
Bir vegan, vejetaryenseniz Meclis’te mutsuz olursunuz. Her şeyin içinde tereyağı ve et suyu var. Çok canı sıkıcı. Etin cinsel politikasını biliriz ama etin bir de sınıf politikası var. Yani bu kadar çok et ve hayvansal ürün merkezli bir Meclis mutfağı şunu anlatıyor; doğaya tahakküm ve hegemonya devletle özdeş bir şey ve et yemek, hayvansal gıdayı bol tüketmek de bununla simgeleşiyor. Ben bir şekilde kendimi doyuruyorum, alışkınım. Ama bazen şunu diyorum, ezogeline de et suyu koymanıza gerek yok. Bunu anlamıyorum. Sürekli et yiyebilmenin bir toplumsal statü olmasını anlamıyorum. Bu statüyü lütfen sadece takım elbiselerinize gösterin.
Vegan beslenmenizin aktivizme dönüşen bir boyutu da var mı?
Aslında vegan politika çalışması içerisinde hiç yer almadım. O yüzden kendime vegan derken de biraz utanıyorum açıkçası. Çünkü politik bir bütünlük yok benim açımdan. Bir beslenme rejimini bir yaşam biçimi olarak kurmak yanlış. Bunun politikasını yapmakta eksiğim var. Ama en azından diğer politik çalışmalar içerisine yedirmeye çalışıyorum kendi adıma. En azından şunu söylemeyi önemli görüyorum: “Bir veganım. Doğa üzerindeki tahakkümü reddediyorum. İnsan merkezli doğa yaklaşımını reddediyorum.”