Ege Postası
Geri

"Hak kullanımı,yargıya meydan okuma,tehdit etme, şiddete başvurma hakkı vermez"

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, yargının iç hesaplaşmaya, intikam almaya, yada keyfiliğe yol açacak uygulamalara alet edilmesinin hukuk devletinin, demokrasinin ve özgürlüklerin sonunu getireceğini söyledi. Kılıç, "Hakların kullanılması...
Haberler / Güncel
25 Nisan 2013 Perşembe 13:08
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, yargının iç hesaplaşmaya, intikam almaya, yada keyfiliğe yol açacak uygulamalara alet edilmesinin hukuk devletinin, demokrasinin ve özgürlüklerin sonunu getireceğini söyledi. Kılıç, "Hakların kullanılması yargıya meydan okumayı, onu tehdit etmeyi ve şiddete başvurma hakkını kimseye vermez. İşgal ettiği makam, mevki, unvan ne olursa olsun kimsenin suç işleme imtiyazı olamaz. Makul ve ölçülü olmak, bu sınırlar içinde demokratik hakları kullanmak, herkesin yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülüktür." dedi.

Anayasa Mahkemesinin 51. kuruluş yıldönümü sebebiyle düzenlenen törende açış konuşması yapan Kılıç, 2012 yılında Asya Anayasa Mahkemeleri Birliği'ne Yüksek Mahkeme'nin iki yıllığına oy birliğiyle başkanlık görevine getirildiğini ifade etti. Bu yıl hazırlık toplantısının, gelecek yıl ise ikinci kongresinin İstanbul'da yapılacağını anlatna Kılıç, mahkeme olarak bugüne kadar 15 ülkeyle ikili işbirliği protokolleri imzalayarak yoğun bir uluslararası diyalog sürecini başlattıklarını kaydetti.

İnsanlık onurunun güçlü bir kaynak olduğuna inananlardan olduklarını dile getiren Kılıç, bu kaynağın insanlık tarihinin en başından bugüne kadar siyaseti, ekonomiyi, sosyal hayatı ve kültürleri derinden etkilediğine dikkat çekti.

"ADİL OLMAYAN YARGI ZÜLMEDİYORDUR"

Kimliği, kişiliği, ünvanı ne olursa olsun, hak ve özgürlüğü ihlal edilen her bireyin insanlık onurunun yara aldığını vurgulayan Kılıç, "Bu ihlali giderme görevi son noktada yargıya emanet edilmiştir. Yargı bu görevini yerine getirirken belli bir ideolojiye mensup olanların hayat tarzlarını güvenceye almak için, ötekilerden özgürlükleri kaçırmaya çalışırsa ayakta kalma şansı yoktur. Adil olmayan bir yargı zülmediyordur. Selçuklu imparatorluğunun büyük devlet adamı Nizamül-mülk 'devletler küfürle devam edebilir, ancak zulümle payidar olamaz' derken adil olamayan her davranışı zulüm olarak tanımlamıştır. Adil olmak herkes için gereklidir ancak, yargı mensupları için olmazsa olmaz gerekliliktir. Hakim'in vicdanına emanet edilen insanlık onurunu ancak adaletle yüceltebiliriz. Bu nedenledir ki dünyadaki yargı kuruluşları belirtilen amacı gerçekleştirmek üzere güç birliği yapmaktadır." dedi.

"YARGI SİSTEMİNDEKİ YAPISAL SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNE YÖNELİK KÖKLÜ DEĞİŞİKLİKLER ACİLEN YAPILMALI"

2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile mahkemeye 'Bireysel Başvuru yolu'nun verildiğini dile getiren Kılıç, şöyle devam etti: "Bireysel başvurunun başladığı 23 Eylül 2012 tarihinden bugüne kadar, Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru sayısı 4 bin 42'dir. Konularına göre bir ayrım yapıldığında açılan davaların yüzde 75'ini adil yargılama konusundaki ihlal iddiaları, kalan yüzde 25'lik bölümü ise mülkiyet hakkı başta olmak üzere diğer haklara ilişkin şikayetler oluşturmaktadır. Bu sonuçlara bakıldığında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan şikayetlerdeki çeşitlilik ile Anayasa Mahkemesine yapılan şikayet konuları arasında tam bir parelellik mevcuttur. Denilebilir ki Anayasa Mahkemesine yapılan şikayetler sonucunda hak ihlaline ilişkin verilecek kararların en çok adil yargılanma konusunda gerçekleşeceğinin tahminini yapmak zor değildir. Bireysel başvuru konusunda beklentilerin yüksek olduğunun farkındayız. Özellikle yargı teşkilatının yapısal sorunlarından kaynaklanan hak ihlallerinin, bireysel başvuru yoluyla kısa vadede ortadan kaldırılacağını düşünmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Son yıllarda yargı reformları kapsamında yapılan değişikliklerin, sorunların çözümü konusundaki olumlu etkilerini önemsiyoruz. Yıllarca biriken sorunların giderilmesi için yasamanın, yürütmenin ve yargı organlarının gösterdikleri samimi gayretler görmezlikten gelinemez. Ancak, Avrupa Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesine yapılan başvurularda adil yargılanma konusundaki şikayetlerin ilk sırada yer alması, yargı sistemindeki yapısal sorunların çözümüne yönelik köklü değişikliklerin acilen yapılmasını zorunlu kılmaktadır."

"YENİ ANAYASADAN HER KESİMİN BEKLENTİSİNİN FARKLI OLMASI DOĞAL"

Türkiye'nin yeni bir anayasa arayışının bütün ağırlığıyla gündemdeki yerini korumaya devam ettiğini ifade eden Kılıç, aslında bu arayışın 150 yıldır güncelliğini hiç kaybetmediğine dikkat çekti.

Anayasalar meşru temellere oturmadığı, değişime açık tutulmadığı sürece, bu arayışın devam etmesinin kaçınılmaz olduğunu vurgulayan Kılıç, 2011 yılında yapılan genel seçimlerle birlikte, yeni bir anayasa yapılması ihtiyacının tüm siyasi partiler tarafından kabul görerek dillendirildiğini hatırlattı.

"Dört siyasi partimizin önerilerini sunduktan sonra, müzakere imkanlarını zorlamamaları, ortak bir paydada buluşmak için tıkanan noktada, yeni öneriler ortaya koymamış olmaları sürecin yavaşlamasına yol açmıştır." diyen Kılıç, "Siyasi partilerimizin gayretleriyle yeni öneri ve çözüm yollarının devreye girmesi halinde, umutlar tükenmeyecektir. Toplumun sarf ettiği bunca emeğin siyaset kurumlarınca anayasa metnine dönüştürülmesi, ülke sevdası taşıyan her yüreğin dileğidir, temennisidir, umududur. Toplumdaki her kesimin yeni anayasadan beklentisinin farklı olması, kendi önceliklerine göre anlam yüklemesi anlayışla ve doğal karşılanmalıdır. Toplum, sorunlarıyla demokratik bir ortamda ilk defa yüzleşiyor, sorguluyor, farklılıkları anlamaya çalışıyor ve yeni yapılacak toplum sözleşmesinin kodlarını belirlemek istiyor. Bugüne kadar yapılan anayasaların, Devlet yöneticileri tarafından hazırlanarak halkın onayına sunulmuş olması nedeniyle yönetilenler de ilk kez iradelerini ortaya koyarak kendi yaptıkları sözleşmenin sahibi olmak onurunu yaşamak istiyor. Bu güçlü iradenin karşılıksız kalması halinde, toplum, yaşadığı anayasal sorunlara karşı ilgisiz ve tepkisiz kalabilir. Bu sonuçtan, başta siyaset kurumlarımız olmak üzere herkesin zarar göreceği açıktır. Korkmadan konuşabilme, öfkelenmeden tartışma ortamı sağlanarak, farklı görüşler ve öneriler arasında müzakere yolları usanmadan denenmelidir. Anlamları ve tanımları derin ayrılıklar yaratan soyut kavramların ön plana çıkarılması sorun üretmekte ve uzlaşma yollarını zorlaştırmaktadır. Evrensel doğruluğu kanıtlanmış açık, net, anlaşılabilir 'ortak değerler'in referans alınması uzlaşma şansını güçlendirecektir." diye konuştu.

"ANAYASADA HERKESİN İSTEKLERİNİN YER ALMASI ÜTOPYA"

Siyaset kurumlarının tam bir uzlaşma sağlamasının zaten düşünülemeyeceğini belirten Kılıç, herkesin isteklerinin anayasada yer alması gibi bir ütopyanın gerçeklerle örtüşmeyeceğinin ise açık olduğunu kaydetti.

"Önemli olan referanduma sunulacak anayasanın, yüksek bir katılımla kabulünü sağlayacak ortak projelerin ortaya çıkarılmasıdır." diyen Kılıç, şunları söyledi: "Toplumu, çoğunluğun yada azınlığın dayatmasıyla karşı karşıya bırakmak, soruların derinleşmesine ve birlikte yaşama arzusunun zayıflamasına neden olacaktır. Sivil toplum ile kurum ve kuruluşlardan gelen hazırlıklarda uzlaşma imkanını kolaylaştıracak yeteri kadar öneri ve alternatiflerin varlığı, siyasetin işini kolaylaştırmaktadır. Kendi doğruları dışında öteki önerilere kapıları kapatmak, siyaset kurumlarının anayasayı değiştirme konusundaki samimiyetlerini sorgulama hakkını doğurur. Hızla değişen dünyada çözümsüzlükte direnmenin getireceği hiçbir kazanım olamaz. Çoğulculuğa dayalı geniş tabanlı bir uzlaşma süreci, ortaya çıkan sorunlar nedeniyle çoğunlukçu anlayışla da anayasa yapılabilir düşüncesine, haklılık kazandıran bir sürece dönüşmek üzeredir. Bu yöntem de demokratik bir çaredir ancak, meşruiyet sorununa ilişkin tartışmaları ortadan kaldırmayacaktır. Olumsuz sona erecek bir sürecin, yeni anayasa yapımının ancak, demokrasi dışı müdahaleler sonucu gerçekleşebileceği yönündeki temelsiz ve yersiz düşüncelere haklılık kazandıracağı unutulmamalıdır."

"KIRMIZI ÇİZGİ İNSAN ONURU OLMALI"

Anayasaların dayanıklı ve uzun ömürlü olmasının üç temel değerin üzerine oturması koşuluyla gerçekleşebileceğinin altını çizen Kılıç, "Bunlardan birincisi, anayasanın temel dinamiklerinin, felsefesinin ve ruhunun merkezine 'insanlık onuru'nun yerleştirilmesidir. Bu mutlak varlığın esas alınması, bütün anayasal ilkelerin yorumlanmasında, devletin temel amaç ve görevlerinin belirlenmesinde ölçü olacak böylece, özgür birey ve demokratik devlet kavramlarının somutlaştırılması kolaylaşacaktır. İnsanlığın bu ortak değeri, anayasanın meşruiyet sorununu çözebileceği gibi, değişimler karşısında kolay üretilecek çözüm yollarına da sağlam bir kaynak olacaktır. İnsan onuru anlayışı bazılarına imtiyazlı bir hayat tarzı sunulmasına engeldir. Ona göre, bazı insanların diğerlerine nisbetle daha değerli olduğu düşüncesi geçerli değildir. Zira, yaratılışla birlikte her insanın onur değeri eşittir. Belirtilen eşitliğe din, mezhep, ırk ve renk etkili değildir. Bu eşitlik ancak, bireylerin seçtikleri hayat tarzına göre yaşanan süreç içinde değişebilmektedir. Tarihin gerçeklerinden süzülerek kural haline gelen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin ilk maddesinde de 'tüm insanların özgür, onur ve haklar bakımından eşit olduğu' kabul edilerek insanlık onuru evrensel bir değer olarak tanımlamaktadır. Devletin görevi bu değerin yüceltilmesi için gerekli ortamı sağlamak, olumsuz etkilerden korumak için gerekli önlemleri almaktır. Anayasa yapım sürecinde rol alan sosyal ve siyasal kurumların, değişmemesi gereken tek kırmızı çizgilerinin 'insanlık onuru' olması ve bunu anayasaya yansıtarak gelecek kuşaklara değerli bir miras bırakmaları beklenmektedir. Anayasal düzenlemelerde ikinci temel değer, insan hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasıdır. Anayasaların yapılmasındaki asıl amaç da bunu gerçekleştirmektir. Özellikle insan onuru ile doğrudan ilgisi bulunan yaşama hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, dini inanç ve kanaat özgürlüğü ile mülkiyet hakkının sınırları yaşamsal öneme haizdir. Özgürlük ve güvenlik dengesinde bu sınırların netliği ve açıklığı, sorun yaratılmamasını önleyici niteliği ile oldukça değerlidir. Devletten korkmama özgürlüğünün teminatı da bu sınırların varlığına bağlıdır."

"YARGI YETKİSİNİN SINIRLARI AÇIKÇA BELİRTİLMELİDİR"

Anayasaların üçüncü temel değerinin ise kuvvetler ayrılığı ilkesinin amacına uygun şekilde tanımlanarak, güçler arası yetki çatışmasına engel olmak olduğunu belirten Kılıç, şöyle devam etti: "Yasama organını yürütme organının doğal parçası haline getiren bugünkü uygulama çağdaş anlamda gerekli olan kontrol ve denge sistemini etkin şekilde uygulamaya imkan vermemektedir. Yargı ile yasama ve yürütme arasındaki diyalog, iş bölümüne dayalı bir anlayış yerine, yargının yerindelik denetimi yapması nedeniyle çatışmacı bir ilişkiye dönüşmüş, toplumda derin izler bırakan bu durumun düzeltilmesi için, anayasal değişiklikler yapılması zorunluluğu doğmuştur. Bu çatışmaları tekrar yaşamamak için anayasada özellikle yüksek yargı kuruluşlarının tarafsızlığını ve bağımsızlığını sağlayacak demokratik seçim yöntemleri öngörülmeli ve yargı yetkisinin sınırları da açıkça belirtilmelidir. Yasama ve yürütme organları arasında oluşan vesayet sorunu anayasal düzeyde çözülmese bile, Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarında yapılacak değişikliklerle daha demokratik bir temele oturtulabilir.

"CUMHURBAŞKANI İLE YÜRÜTME ORGANI ARASINDA YETKİ ÇATIŞMASI OLABİLİR"

Geçmişte yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin büyük sorunlar doğurduğu, hatta seçim süreçlerinin askeri ve yargısal müdahalelere konu olduğunu herkesin bildiğini dile getiren Kılıç, "Bu ve benzer sorunları ortadan kaldırmak için, 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı seçimi doğrudan halkın iradesine bırakılarak, daha sorunsuz bir yapıya kavuşturulmak istenmiştir. Ne var ki bu yöntemle yapılacak seçimler sonunda, güçlü bir destekle seçilen Cumhurbaşkanı ile yürütme organı arasında, muhtemel bir yetki çatışmasının olabileceği düşünceleri ileri sürülmektedir. Yaşanabilecek olumsuz gelişmelerin yeni seçim sistemi ile bir ilgisinin bulunmadığı düşünülmektedir. Geçmişte Parlamento tarafından seçilen Cumhurbaşkanları ile yürütme organı arasında yaşanan sorunlar ileri sürülen sakıncaları doğrulamamaktadır. Konu demokratik yönetim anlayışı ile öznel düşünce ve inançlarla doğrudan ilgilidir." şeklinde konuştu.

Sorun olarak görülen bazı konularda anayasanın suskun kalması, bunun yerine kanunlarla boşlukların doldurulmasının tercih edilmesi, tıkanan konularda çözüm yolu olarak düşünülebileceğini ifade eden Kılıç, Anayasa hükümlerini yorumlama hakkına sahip olanların, meşruiyet sorunu olmayan yöntemlerle seçilmeleri kaydı ile dürüst yorum ahlakına sahip, birikimli, çağı yorumlayabilen, demokratik anlayışları içselleştirmiş niteliklere sahip olmaları halinde, anayasa metinlerinin çok ayrıntılı yazılmasına gerek kalmayacağına dikkat çekti.

"YARGI MENSUPLARI İDEOLOJİK FARKLILIK GÖZETMEKSİZİN TÜM İNSANLIĞA ADİL DAVRANMALI"

"Yeni anayasa ile ulaşılmak istenen çağdaş hukuk devleti anlayışına tarafsız ve bağımsız bir yargı sistemi ile ulaşılabileceği gerçeği gözardı edilemez." diyen Kılıç, insan onurunu merkeze alan bir anayasanın hayata geçirilebilmesi, yargı mensuplarının din, dil, ırk, mezhep ve ideolojik farklılık gözetmeksizin tüm insanlığa karşı adil davranması ile mümkün olabileceğinin altını çizdi.

Yargı mensuplarının, insanlık onurunun son tahlilde vicdanına emanet edildiğinin bilinci içinde olması gerektiğini anlatan Kılıç, "Bu emaneti incitmeden korumak yargının da onuru ve görevidir. Adaletin kestiği parmak acıdığı anda ya hukuk kurallarında ya da hakimin liyakat ve tarafsızlığında sorun var demektir. Hakim, verdiği kararlarıyla mağdurun ve toplum vicdanının acısını dindirdiği gibi, sanığın da vicdanını adaletle teskin etmek zorundadır. Yargının iç hesaplaşmaya, intikam almaya, yada keyfiliğe yol açacak uygulamalara alet edilmesi hukuk devletinin, demokrasinin ve özgürlüklerin sonunu getirir. Yasaların uygulanması aşamasında gösterilen özensizlikler insan onurunda onarılması güç etkiler bırakmaktadır. Avrupa Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesi'ne yapılan şikayetlerin büyük bölümünün, yargısal işlemlerin sebep olduğu hak ihlallerine ilişkin olduğunu belirtmiştik. Kusursuz anayasa yazılması ya da mükemmel yasa çıkartılması, uygulamanın sebeb olduğu sorunları ortadan kaldırmaya maalesef yetmiyor. Anayasa’nın 90. maddesi, bireysel başvuru yolu ve son dönemlerde yargıyla ilgili yapılan yasal düzenlemeler birlikte düşünüldüğünde, uygulamadan doğan sorunların çözümü için umutlar artmaktadır." dedi.

"HAK İHLALLERİ İÇİN YASAL YOLLARA BAŞVURULMALI, ŞİDDET VE TEHDİT YOLU TERCİH EDİLMEMELİ"

Son zamanlarda mahkemelerde devam etmekte olan bazı davalardaki hak ihlalleri gerekçe gösterilerek insaf ölçülerini aşan tepkiler ortaya konduğunu hatırlatan Kılıç, şunları söyledi: "Bazı kesimlerin ilgi duyduğu, ya da siyasi düşünce ortaklığının doğal sonucu olarak yakın dostların yargılandığı davalarda, demokratik tepki ve destek verilmesi anlayışla karşılanmalıdır. Bu konuda verilmiş anayasal haklar sonuna kadar kullanılabilir. Ancak, hakların kullanılması yargıya meydan okumayı, onu tehdit etmeyi ve şiddete başvurma hakkını kimseye vermez. İşgal ettiği makam, mevki, unvan ne olursa olsun kimsenin suç işleme imtiyazı olamaz. Makul ve ölçülü olmak, bu sınırlar içinde demokratik hakları kullanmak, herkesin yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülüktür. Kaldı ki anayasal hakların bu şekilde kullanılması haklı tepkileri haksız ve sevimsiz duruma düşüreceği izahtan varestedir. Yargının bugün olduğu gibi, geçmişte de sebep olduğu yanlışlıklar ve hak ihlalleri olagelmiştir. Bunları gidermek için yasal yollara başvurma dışında hiç kimse, şiddet ve tehdit yolunu tercih etmemiştir. Bu tür davranışların üzüntü ve kaygı verici olduğunu belirtmek istiyorum. Kaynağı ne olursa olsun insan onuruyla bağdaşmayan hak ihlalleri nefret söylemini de beraberinde getirmektedir. Bu söylemler toplum kesimlerinde doğal olan farklılıkların keskinleşmesine ve derinleşmesine yol açtığı gibi, diyalog kurma ve uzlaşma şartlarını da ağırlaştırmaktadır. Toplumsal tansiyon artsada, halkımızın olaylar karşısındaki sabrı ve olgunluğu, demokratik değerlere olan bağlılığı, gelecekle ilgili kaygılarımızı azaltmaktadır. Ancak, halkımızın bu olgunluğu daha fazla zorlanmamalıdır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü, toplumu ayrıştıran nefret söylemlerinin kaynağı olamaz. Hakaret, baskı ve şiddet içerikli ifadelerle ırkçı yaklaşımların ifade özgürlüğünün korumasından faydalanması mümkün değildir. Bu olumsuzlukların önlenmesi için yapılmış olan yasal düzenlemelerin yetersizliği karşısında, demokratik bir ortamda gelişecek olan sevgi ve hoşgörü kültürünün lojistik desteğine ihtiyacımız vardır. Bu kültürün gelişmesinde siyaset kurumları başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin ve yargının katkısı ile desteğinin önemi tartışılmaz bir gerçektir."

İnsanların taşıdığı kalp ve gönül, kin ve nefretin evi olarak yaratılmadığına dikkat çeken Kılıç, doğal olan ve yakışan sevginin, saygının, hoşgörünün, sabrın ve merhamet duygularının buraları yurt edinmesi olduğunu ifade etti. İnsan onurunun da beslendiği bu duyguların gücünden ve enerjisinden faydalanılması gerektiğini belirten Kılıç, "Barış düzenine yazılı metinlerle değil, tıkanmış olan kalp ve gönül yollarının açılmasıyla daha kolay ulaşabiliriz. Bunu sağlayabilecek yüzyıllardır biriktirdiğimiz çok köklü bir kültüre sahibiz. Zira, bütün dinler ve inançlarda savaşı değil, barışı fetih olarak tanımlayan ortak kurallar vardır. Farklılıkları ya da farklı olma hakkını ancak, bu kültürle güvence altına alabiliriz." diye konuştu.


YORUM EKLE

Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır

YORUMLAR


   Bu haber henüz yorumlanmamış...

DİĞER HABERLER

Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
POLİTİKA YEREL POLİTİKA GÜNCEL İZMİR EGE 3. SAYFA YAZARLAR FOTO GALERİ VİDEO GALERİ SPOR YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ DÜNYA KÜLTÜR - SANAT GENEL MAGAZİN SEÇİM
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Ege Postası