Meral Akşener, bugün partisinin TBMM'deki grup toplantısında konuştu. Akşener, şunları söyledi:
“ATATÜRK’Ü KISKANANLAR, ONA DUYDUĞUMUZ SEVGİ KARŞISINDA YİNE ORTA YERİNDEN ÇATLADI: Bugün bu Yüce Meclis’in çatısı altında buluşabiliyorsak bunu, 102 yıl önce bir araya gelen o kutlu iradeye borçluyuz. Bugün bu cennet topraklarda yaşıyor, bu havayı soluyor, bu suyu içiyorsak bunu, 102 yıl önce kula kulluk etmeyi reddeden cesurlara borçluyuz. Bugün saraylarda oturup milletin gerçeklerinden bihaber gezenlere, milletin hakkına girenlere karşı çıkıyorsak bunu, 102 yıl önce Ankara Ulus’ta, yeryüzündeki tüm saraylardan daha görkemli olan o mütevazi binada yeniden alevlenen demokrasi öykümüze borçluyuz. Bağımsızlığımızın temeli olan 23 Nisan’ı, içimizdeki tüm burukluklara rağmen çocuklarımızla birlikte yine kutladık. Neşemizi çalanlar, Cumhuriyet coşkumuza yine dokunamadı. Atatürk’ü kıskananlar, ona duyduğumuz sevgi karşısında yine orta yerinden çatladı.
BUGÜN MİLLİ BİRLİĞİMİZ, AK PARTİ İKTİDARI ELİYLE GÜN BE GÜN ZAYIFLATILIYOR: Millet, vatan ve egemenlik; bu üç unsur bir araya gelmezse ortada milli bir devlet de yoktur. Bu üç unsur, millete ait ve millete dair olmazsa orada bağımsızlık, refah ve milli gurur yoktur. Yalnızca devlet aygıtını gasp etmiş çeteler vardır. Bugün milli birliğimiz, AK Parti iktidarı eliyle gün be gün zayıflatılıyor. İnsanlarımız gün be gün ayrıştırılıyor, kutuplaştırılıyor. Sevginin yerini nefret, saygının yerini öfke alıyor. Sınırları eleğe, memleketi de hendeğe çevirip, milletimizin kendi vatanında yabancı hissetmesi isteniyor. Üstelik tüm bunlar, bir tek adamın iktidarı sürebilsin diye, gözümüzün içine baka baka yapılıyor.
BUGÜN MİLLİ EGEMENLİĞİMİZ, SARAYDAKİ BİR ŞEN AZINLIK VARAKLI KOLTUKLARINDA OTURMAYA DEVAM EDEBİLSİN DİYE PARÇALANIYOR: Bugün vatan topraklarımız, türlü yağmanın ve peşkeşin içinde parsel parsel satılıyor. İktidar, iktidarda kalabileceği her bir gün adına, kapalı kapılar ardında Anadolu’yu rehin ediyor. Ürününü, mahsulünü, toprağını rehin ediyor. Madenini, toprağını rehin ediyor. Ağacını, suyunu, toprağını rehin ediyor. Nitekim dünün Duyun-u Umumiye memurları, bugün artık Varlık Fonu’nda, TOKİ’de, Merkez Bankası’nda ve Hazine’de geziyor. Bugün milli egemenliğimiz, saraydaki bir şen azınlık varaklı koltuklarında oturmaya devam edebilsin diye parçalanıyor, pazarlanıyor. Kime şirin görünmek istiyorlarsa ona yaranmak için devletin yetkilerini açıkça, hiçbir ar duygusu göstermeksizin satıyorlar. Kimi zaman Meclis’imizden gasp ettikleri kanun yapma yetkisini, kimi zaman en son örneğini Kaşıkçı davasında gördüğümüz hukuk, yargı yetkisini satıyorlar. Ve kimi zaman da müflis tüccarın evini barkını satması gibi nereden üç kuruş alacaklarsa ona satıyorlar.
TÜM FARKLILIKLARIMIZA RAĞMEN TÜRKİYE İÇİN ORTAK GÖRÜŞLERİMİZ VAR: Büyük Türk Milleti; bugün büyük ve de kronikleşmiş derin bir devlet krizinin içerisindeyiz. Öfkemizi de umutlarımızı da beklentilerimizi de kırgınlıklarımızı da milli devletimizi yeniden tesis etmek, hukuk ve adaleti tek parola yapmak, demokrasiyi tam ve kâmil olarak sağlamak için kullanmak mecburiyetindeyiz. Dün, 1920’lerin tarihsel eşiğinde, önümüzdeki imtihan buydu. Nitekim bugün de önümüzdeki imtihan budur. İşte altı siyasi parti olarak buluşmamızın ortak noktası da tam olarak budur. Siyasette durduğumuz yerler farklı. Vaatlerimiz farklı. Gündem karşısında aldığımız tavırlar farklı. Hatta çoğu zaman söylemlerimiz de farklı. Ama tüm farklılıklarımıza rağmen Türkiye için ortak görüşlerimiz var.
BU UCUBE SİSTEMİN TÜRKİYE’Yİ TAŞIYAMAZ OLDUĞU KONUSUNDA FİKİR BİRLİĞİNE SAHİBİZ: Mesela; bu ucube sistemin Türkiye’yi taşıyamaz olduğu konusunda, fikir birliğine sahibiz. Mesela; Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in esasları hakkında fikir birliğine sahibiz. Mesela; rantı, yolsuzlukları, hırsızlıkları engellemek için Siyasi Ahlak Yasası çıkarılması konusunda fikir birliğine sahibiz. Mesela; Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda fikir birliğine sahibiz. Mesela; siyasetteki nefret dilinin sonlandırılıp istişare kültürünün tesis edilmesi konusunda fikir birliğine sahibiz. Mesela; demokrasinin işletilmesi, Türkiye’nin bir hukuk devleti olması ve kuvvetler ayrılığının tesis edilmesi konularında fikir birliğine sahibiz. Bu vesileyle buradan, başta ev sahipliği yapan Sayın Gültekin Uysal olmak üzere toplantıya katılan sayın genel başkanlara huzurunuzda bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Allah, bizleri milletimize karşı utandırmasın.
AND OLSUN Kİ EGEMENLİĞİMİZE YENİDEN SAHİP ÇIKACAĞIZ: Biz İYİ Parti olarak, ant olsun ki egemenliğimize yeniden sahip çıkacağız. Millet ile devlet arasındaki bağı yeniden güçlendireceğiz. Cumhuriyet’imizin değerlerini yeniden yaşatacağız. O büyük vizyonun bayraktarları olan bizler, hâlâ buradayız. Bize Cumhuriyet’imizi armağan eden kahramanlarımızın ruhu şad, mekânları cennet olsun. Rabbim bize, zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye’de nice 23 Nisan’ları neşeyle, coşkuyla ve gururla kutlamayı nasip etsin.
ULUSAL EGEMENLİK HEDEFİ ANCAK VE ANCAK MİLLÎ ŞUURUN NESİLDEN NESİLE AKTARILMASIYLA MÜMKÜNDÜR: 23 Nisan’ın Çocuk Bayramı olarak kutlanması, Atatürk’ün çocuklara verdiği değerden kaynaklanır. Çünkü ulusal egemenlik hedefi, ancak ve ancak millî şuurun nesilden nesile aktarılmasıyla mümkündür. Yani milletçe çocuklarımıza değer vermemizle mümkündür. Peki çocuk kimdir? Hep gülsün, mutlu olsun istediğimiz, merak duygusunu ateşleyerek öğrenmesine rehberlik ettiğimizdir. Ezber bilgileri, zihnine sıkıştırmak yerine bilgi üretmesine yardımcı olduğumuzdur. Zorlandığında kolayı gösterdiğimiz, üzerinden sorumluluklarını aldığımız değil, kendi ayakları üzerinde durabilmesi için cesaretlendirdiğimizdir. Çocuk, ülkemizin geleceğidir. İşte Atatürk, daha o yıllarda çocuklarımızın ne kadar önemli ve değerli olduğunu gördüğünden, tarihte ilk kez, yalnızca çocuklara özel bir günü Meclis’imizin kuruluş günüyle özdeşleştirmiş, bayram olarak kutlanmasını istemiştir.
CİNSEL, FİZİKSEL VE DUYGUSAL İSTİSMARDAN KORUYAMADIĞIMIZ ÇOCUKLARIMIZIN SAYISI SON 10 YILDA 700 KAT ARTMIŞ: Nitekim Atatürk, bu vizyon doğrultusunda, ‘Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek, hepimizin insanlık görevidir’ demiştir. ‘Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalı, onlar her koşulda yetişkinlerden daha özel ele alınmalıdır’ demiştir. ‘Çocuk sevgisi, insan sevgisi için bir ihtiyaçtır’ demiştir. Peki bugün, Gazi’nin daha 1920’lerde ortaya koyduğu o vizyonun neresindeyiz? TÜİK’in, ‘5. Çocuk İşgücü Araştırması’ sonuçlarına göre, Türkiye’de bir ekonomik faaliyette çalışan 5-17 yaş grubundaki çocuklarımızın sayısı 720 bin. Okulunu terk etmek zorunda kalan çocuklarımızın sayısı da maalesef azımsanmayacak kadar fazla. Yüzde 78’i kayıt dışı çalışan, adlarına ‘çırak’ diyerek sorumluluktan kaçtığımız 2 milyona yakın çocuğumuz var. Bunun da yanında, okula devam ettiği halde makul bir gelecek kurmaktan yoksun bırakılan, öğrenmesi ve gelişimi ihmal edilmiş çocuklarımız var. Peki ya çocuk gelinler? TÜİK’e göre, son 10 yılda, 381 bin 418 kız çocuğumuz evlendirildi. Mendil kapmaca oynamak yerine mendil satan, oyuncak bebeği yerine kendi bebeğiyle oynayan çocuklarımız var. Ve ne acıdır ki cinsel, fiziksel ve duygusal istismardan koruyamadığımız çocuklarımızın sayısı, son 10 yılda 700 kat artmış. Bugün, Cumhuriyet’imizi kuran iradenin çocuklarımıza dair koyduğu o vizyonun işte bu kadar uzağındayız. 1921 yılında Çocuk Esirgeme Kurumu’nu kurarak, savaşta babasını, ailesini kaybetmiş yetim çocuklarımıza kol kanat geren o kapsayıcı devlet anlayışının işte bu kadar uzağındayız. Bugün maalesef, Atatürk’ümüzün çocuklarımıza verdiği değerin işte bu kadar uzağındayız.
GEOMETRİ KİTABI YAZMIŞ BİR BAŞÖĞRETMENİN KURDUĞU ÜLKEMİZ, 4 İŞLEMİ BİLE BİLMEDEN EKONOMİ YÖNETEN BİR ÇAPSIZLIĞIN VESAYETİNDE PERİŞAN OLUYOR: Bay Kriz ve arkadaşlarının, ülkemizi içine düşürdüğü ve her geçen gün daha da derinleşen ekonomik kriz, milletimizi 100 liralık bakkal çekine muhtaç ediyor. Poz meraklısı liyakatsiz kadroların elinde milletimiz, her gün çile çekiyor. Geometri kitabı yazmış, hatta geometri terimlerini Türkçeleştirmiş bir başöğretmenin kurduğu ülkemiz, dört işlemi bile bilmeden ekonomi yöneten bir çapsızlığın vesayetinde perişan oluyor. Patolojik bir vaka hâline gelen bu yönetim anlayışının artık ne milletimize ne de memleketimize verecek hiçbir şeyi kalmadı. Hal böyle olunca da Bay Kriz ve arkadaşları, saçmalama konusunda birbirleriyle yarışır hale geldi.
MÜHENDİS İHRAÇ EDİP ÇOBAN İTHAL EDİYORLAR. DOKTOR İHRAÇ EDİP MARABA İTHAL EDİYORLAR: Mesela; memleketin okumuş gençleri her fırsatta iteklenip, akın akın yurtdışına gitmek zorunda bırakılırken Ulaştırma Bakanı çıkıp, ‘Bugün yurtdışına mühendis ihraç eden bir konuma geldik’ diye övünüyor. Yani gençlerimize iş fırsatları, girişimcilik imkanları oluşturmakla görevli olanlar, ülkesini terk etmek zorunda kalan okumuş evlatlarımıza, zerre utanmadan ‘ihracat’ diyor. Hatta Ulaştırma Bakanı’nın patronu da ihracatı çoğaltmak için doktorlara ‘Defolun gidin’ diyor. Niye doktorlara ‘Defolup gidin, bu ülkeden gidin’ dediğini anlamamıştım, meğer ihracat rakamlarını çoğaltmak istiyormuş adam. Yani anlayamadık kendisini. Sorumlulukları gençlerimize hayallerini özgürce gerçekleştirecekleri bir ülke sunmak olanlar, beyin göçünü engellemek yerine gençlerimiz memleketten gitsin diye ellerinden geleni yapıyor. Üstelik, bu sözüm ona ihracat patlamasıyla övünürken bir yandan da ithalatta rekora koşuyorlar. Ne mi ithal ediyorlar? Sığınmacı… Mühendis ihraç edip çoban ithal ediyorlar. Doktor ihraç edip maraba ithal ediyorlar. Kendi gençlerini yoksulluğa mahkûm edenler, kendi ülkelerini mülteci kampına dönüştürüyorlar.
ÜLKEMİZDEKİ ELEKTRİĞİ KESİK TÜM ABONELERİN FATURALARININ TOPLAMI, İKİ HOLDİNGİN SİLİNEN VERGİ BORCU KADAR ETMİYOR: Mesela; bugün her 10 evden birinin elektriği kesik, karanlıkta oturuyor. 1 milyon hanenin de doğal gazı kesik. Ama ortada böylesine acı bir tablo varken Enerji Bakanı çıkıp, göğsünü gere gere, nisan sonu itibariyle yaklaşık 278 bin abonenin elektriğinin kesik olduğunu söylüyor. Ne demek istiyor biliyor musunuz? Yani ‘3,5 milyon elektrik abonesi kesik’ diyoruz ya ‘Hayır o kadar değil’ diyor. Ve söylediği rakamla övünüyor. Böyle bir şey olmaz. Yani görevi memlekette elektriksiz, doğal gazsız hane bırakmamak olan bakan, zerre utanmadan, 2022 yılı Türkiye’sinde yaklaşık 1 milyon vatandaşımızın elektrik gibi temel bir ihtiyaçtan yoksun olduğunu savunuyor. O da eğer bu arkadaşların rakamlarına inanırsanız. En acısı da ne biliyor musunuz? Ülkemizdeki elektriği kesik tüm abonelerin faturalarının toplamı, iki holdingin silinen vergi borcu kadar etmiyor, daha az.
‘ARTIK YÜRÜTMEYECEĞİZ, YÜRÜTTÜRMEYECEĞİZ’ DİYEMİYOR, ‘GEMİLERİ KARADAN YÜRÜTECEĞİZ’ DİYOR: Mesela; milletimiz her gün artan pahalılığın altında eziliyor. Siftahsız kepenk kapatan esnafımız ay sonunu getiremiyor. Asgari ücretliler, emekliler, açlık sınırının altında hayatta kalmaya çalışıyor. Ama ışıltılı gözleri, abuk sabuk açıklamaları ve bir türlü tutmayan plan, program ve modelleriyle Türk siyasi tarihine şimdiden kara bir leke olarak geçen Nebati Bakan, ‘Gerekirse gemileri karadan yürütür, hedefimize ulaşırız’ diyor. ‘Artık yürütmeyeceğiz, yürüttürmeyeceğiz’ diyemiyor, ‘Gemileri karadan yürüteceğiz’ diyor. ‘Artık israf etmeyeceğiz, Bay Kriz’in aklına gelen ona uyup Türkiye’yi akıl dışı deneylere kobay yapmayacağız’ diyemiyor, ‘Gemileri karadan yürüteceğiz’ diyor. Peki enflasyonu düşürebiliyor mu? Hayır. Doları düşürebiliyor mu? Hayır. Gençlere iş bulabiliyor mu? Hayır. EYT’yi çözebiliyor mu? Hayır. 3600 ek göstergeyi verebiliyor mu? Hayır. Çiftçinin, esnafın, sanayicinin çilesini bitirebiliyor mu? Hayır. Elektrik faturalarını, doğal gaz faturalarını indirebiliyor mu? Hayır. Maaşlara zam yapabiliyor mu? Hayır. Bayram ikramiyelerine anlamlı bir iyileştirme yapabiliyor mu? Hayır. Neymiş? Gemileri karadan yürütecekmiş. Bu söz, ne yaptığına dair en küçük bir fikri bile olmayan liyakatsiz bir bakanın, Fatih Sultan Mehmet Han üzerinden hamaset yaparak acınası bir şekilde durumu idare etme çabasıdır. Bu kadar basit. İşte size, bu ucube sistemin memleketimizi düşürdüğü ibretlik durum.
NASIL Kİ KADINLARIN İŞ HAYATINDA KARŞILAŞTIĞI CAM TAVANLAR VARSA ARTIK GENÇLERİMİZİN HAYALLERİNİN ÖNÜNDE DE CAMDAN DUVARLAR VAR: Bir cam düşünün. Berrak, tertemiz bir cam. İşte gençlerimiz, yurt dışındaki yaşıtlarının hayatlarını, yabancı ülkelerde olanları bu camın arkasından tüm çıplaklığıyla görüyorlar. O hayatların güzelliğini, bolluğunu ve mutluluğunu izliyorlar. Ama camın arkasından. Gördüklerine erişmeye çalıştıklarında, o cama çarpıyorlar. Canları yanıyor, ruhları sıkılıyor, içleri daralıyor. Ama onlar, o camın arkasındaki hayata ulaşmak için çabalamaktan asla vazgeçmiyorlar. Bugün ne yazık ki gençler için AK Parti’nin Türkiye’sinde yaşamak demek, hayattaki her şeye o camın arkasından bakmak demek. Nasıl ki kadınların iş hayatında karşılaştığı cam tavanlar varsa artık gençlerimizin hayallerinin, hedeflerinin önünde de camdan duvarlar var.
DEVLET ARAZİLERİMİZ YAĞMALANIYOR: Kendisini ve çevresini zenginleştirmeyi yegâne amaç edinen Bay Kriz ve arkadaşları sayesinde bugün, konut hakkının yerini konut krizinin aldığı bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Çıkartılan 30’a yakın yasayla, geniş mali ve idari yetkilerle donatılan TOKİ ise bu krize çözüm olması beklenirken kayırmacılığın ve yolsuzluğun merkezi konumuna gelmiş durumda. Mesela bugün TOKİ, hiçbir kuruma karşı hesap vermiyor. Bütçesi Meclis’e gelmiyor. Yani TOKİ’nin devlet bütçesi içindeki yeri belirsiz. Devletin hiçbir hesabı içinde yer almıyor. Gelişigüzel ve keyfi biçimde karar alarak kamu kaynağını kullanıyor. Peki bu kamu kaynağıyla ne yapıyor? Mülkiyeti devlete, yani millete ait kupon arazileri iktidarın beşli çetesine, lüks rezidans projeleri için piyasa fiyatının çok altında bedellerle peşkeş çekiyor. TOKİ ile iş yapan yüklenici firmalar, şeffaf olmayan süreçlerin sonucunda ihaleler kazanıyor. Kamunun sırtından adil ve yasal olmayan kazançlar elde ediliyor. Yani devlet arazilerimiz yağmalanıyor, kamu kaynaklarımız çarçur ediliyor ve de en önemlisi, vatandaşlarımız piyasanın yıkıcı etkilerine karşı savunmasız bırakılıyor. Bu durumu kabul edemeyiz. Bu yağmaya izin veremeyiz. Bu talana sessiz kalamayız. Bu talana sessiz kalmayacağız.
MİLLETİMİZİN MALININ ÜÇ KURUŞA PAZARLANMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ: Buradan iktidarı şimdiden uyarıyorum; İYİ Parti iktidarında özellikle eğileceğimiz başlıklardan biri de mutlaka TOKİ olacak. TOKİ’nin elindeki devlet arazilerinin satış işlemlerini inceleyeceğiz. Konuyla ilgili Sayıştay raporlarını işleme alacağız. Satışlarda rekabet ortamının oluşup oluşmadığına bakacağız. Yandaş şirketlerin fonlandığı yüklenici ağlarının arkasındaki mekanizmayı açığa çıkaracağız. Milletimizin malının üç kuruşa pazarlanmasına izin vermeyeceğiz.
ORTAK AKLI HER SEKTÖRDE ESAS ALACAĞIZ: İYİ Parti iktidarında kamu ihaleleri şeffaf olacak. Kamu kaynakları doğru alanlara ayrılacak. TOKİ, uygun fiyatlı konut üretimine odaklanacak. TOKİ, kentsel dönüşüme odaklanacak. TOKİ, deprem riski olan bölgelerin ıslahı için çalışacak. Tüm şehirlerimizin uzun vadeli master planlarını oluşturacağız. Bu planı, tek bir kişinin güdümünde değil, yerel yönetimler, şehir planlamacıları ve mimarlar odası ile yapacağız. Ortak aklı her sektörde esas alacağız. İYİ Parti iktidarında, altyapı üstyapıya göre değil, üstyapı altyapıya göre şekillenecek. Ranta göre değil, ihtiyaca göre belirlenecek.
ARTIK ELİ KULAĞINDA, SANDIK UFUKTA BELİRDİ: Artık eli kulağında, sandık ufukta belirdi. İYİ Parti iktidarı, artık her zamankinden daha yakın. Hiç merak etmeyin. Türkiye’yi Cumhuriyet değerlerimizle yeniden buluşturmaya geliyoruz. Sürdürülebilir kalkınma vizyonumuzla gelişmiş ülkelerle yarıştırmaya geliyoruz. İnsan odaklı bir anlayış ve demokrasiyle taçlandırmaya geliyoruz. Çağımızın ruhuna yakışır liyakatli bir yönetime kavuşturmaya geliyoruz. Ez cümle; milletimize hak ettiği zengin, mutlu ve huzurlu Türkiye’yi, yaşatmaya geliyoruz.
EN SON ‘İKİ AYYAŞ’ İLE O BARDAK DOLDU, AĞAÇLARIN SÖKÜLMESİYLE DE BARDAK TAŞTI: Millet iradesinin önünde hiçbir güç duramaz. Ak Parti’nin insanlarımızı ayrıştırıp bir millet yerine iki düşman topluluk oluşturma siyasetinin bir parçası olarak, 27 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul’da ağaçların sökülmesiyle başlayan olaylardan bugüne 9 yıl geçti. Ağaçların sökülmesi bardağı taşıran son damlaydı. Hatırlayın, bu yıla gelinceye kadar, iktidarı yönetenlerin ağzından Atatürk’ün ailesine, Cumhuriyet’in değerlerine ve en son en tepeden, Atatürk ve İsmet İnönü’ye ‘iki ayyaş’ denildiği bir süreçti. En son ‘iki ayyaş’ ile o bardak doldu, ağaçların sökülmesiyle de bardak taştı. İşte bu 9 yıllık sürecin her bir anı, müstemleke valisi gibi ülke yöneten bir zihniyetin kararları ve sömürge şirketi gibi ülke yağmalayan bir rantiye oligarşisinin uygulamalarıyla geçti.
TÜRK GENÇLERİNİN BU DİRENİŞİ, AK PARTİ’NİN FETÖ İLE EL ELE VERİP MİLLİ EGEMENLİĞİMİZE KASTETMESİNE KARŞI YAPILMIŞTIR: Gezi, başlangıcından Bay Kriz’in türlü provokasyon ve müdahalelerle rayından çıkarmasına kadar geçen süreçte, ülkücüsünden solcusuna, dindarından sekülerine, kadınından erkeğine, gençlerimizin, o dönem yaklaşık 10’uncu yılında olan müstemleke rejimine karşı sergilediği bir duruş, bir direniştir. Türk gençlerinin bu direnişi, AK Parti’nin FETÖ ile el ele verip milli egemenliğimize kastetmesine karşı yapılmıştır. Bu direniş, çaresizlere ümit olmuştur. Cumhuriyet’imizi tek bir adama mahkûm etmek isteyenlere karşı adeta bir duvar olmuştur. Ve o duvar, Sayın Erdoğan ve avaneleri eliyle rayından çıkartılana kadar da dimdik durmuştur. Gençlerimiz, uğruna ölecekleri vatanları Sayın Erdoğan’ın inşaat baronlarına peşkeş çekilmesin diye, gurur duydukları devletleri bir grup meczubun elinde parçalanmasın diye, çok sevdikleri Türk Milleti’nin geleceği tehlikeye düşmesin diye bu direnişi gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle Gezi direnişi, Türk Gençliği için yalnızca bir protesto değildir. Aynı zamanda millî şuurun da ayağa kalkmasıdır. Atalarından aldıkları yetkiyle derde düşen milletin gözünü açma mücadelesidir.
RAYINDAN ÇIKARTMAK İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPMIŞ VE BAŞARMIŞTIR: Kafa yapısı özgürlüğe, milli birliğe, hukuk devletine, gönlü de vatan sevgisine yabancı olan Sayın Erdoğan’ın Gezi direnişine iyi gözle bakmasına imkan yoktur. Bu sebeple ‘Gezi’ kelimesinden hep korkmuştur. Bu sebeple rayından çıkartmak için elinden geleni yapmış ve başarmıştır. Bu sebeple bugün bile, âdeta yemin etmiş gibi, şahsi bir intikam kovalamaktadır. Aradan geçen dokuz yılın sonunda geldiğimiz noktada bugün, milletimizin her bir ferdinin çeşitli bahaneler ve keyfi kararlarla düşman ve hain ilan edildiği; siyasetin, farklılıkların ve her türlü düşüncenin bir fare tuzağına hapsedildiği; millet ve memleket soyulurken garibanın kuru ekmeğe mahkum edildiği; adına da Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi denilen bir istibdadın içindeyiz. Ama bilinmelidir ki hiçbir gayrimeşruluktan yasallık türetilemez. Akıl ve vicdan sahibi hiçbir Türk evladı, istibdada boyun eğmez. Şanlı tarihimizin her dönemi, ‘yaşasın hürriyet, kahrolsun istibdat’ diye haykıran cesur vatan evlatlarıyla doludur.
OSMAN KAVALA MEVCUT YASALARLA ZATEN AKLANMIŞ, MAHKEME BİLE BUNU KABUL ETMİŞTİR: Nitekim dün ‘saray tiyatroları’ eliyle galası yapılan Osman Kavala davası, toplum vicdanına ve millet varlığına hançer vuran binlerce yargı trajedisinden sadece bir tanesidir. Yasama ve yürütmenin yanında yargı yetkisinin de saraydaki şımarıkların nargile masalarına çerez edildiğinin bir başka önemli kanıtıdır. Sayın Erdoğan, aklınca, aylarca üst perdeden beylik laflar ettiği rahip Bronson davası ile neredeyse kendisini savcı ilan ettiği Kaşıkçı davasında, -Merkel’in bir telefonuyla gönderdiği casus olduğunu iddia ettiği gazeteciden bahsetmiyorum bile- davasına milletin yargı egemenliğini, alenen ve utanmadan satmasının sadakasını dün vermiştir. İşte o nedenle bugün meselemiz, Osman Kavala değildir. Çünkü Osman Kavala, mevcut yasalarla zaten aklanmış, mahkeme bile bunu kabul etmiştir.
1908’DE İSTİBDADA KARŞI KOYAN RUH NEYSE GEZİ DE ODUR: Bugün meselemiz, milletimizin her bir ferdinin kısıtlanamaz, devredilemez, engellenemez temel haklarının, hürriyetlerinin, insanca yaşama arayışının ve buna dair umut ve hayallerinin elinden alınmasıdır. Bugün meselemiz, iktidar araçları ve devlet organları eliyle paramparça edilen, yabancılaştırılan, mayası ve özü değiştirilen, 1920 yılında bu çatı altında birleşmiş bir millet ile onun vatanını ve devletini bu ucube zihniyetten kurtarma meselesidir. Bugün meselemiz, istibdat karşısında hürriyet için dik durabilme meselesidir. Çünkü 1908’de istibdada karşı koyan ruh neyse Gezi de odur. 31 Mart’ta Meşrutiyet’i yıkmaya kalkışan darbecilerin karşısında duran irade neyse Gezi de odur. Demokrasi için seferber olan o günün Türk gençleri neyse ağacına, parkına ve heykeline sahip çıkan Gezi’deki Türk gençleri de odur.
VAHDETİLERİN KARŞISINA DİKİLECEK MUSTAFA KEMALLERİ DE OLACAK: Türk modernleşmesinin önünde her zaman engeller olacak. Her devirde mutlaka yeni Derviş Vahdetiler çıkacak. Her devirde, bizi bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahlarımız olacak. Varsın olsun. Çünkü her devirde, bu vatanın bekçiliğini yapacak gençleri de olacak. Vahdetilerin karşısına dikilecek Mustafa Kemalleri de olacak. Topçu Kışlası hayallerine kapılanların karşısında dimdik duran çapulcuları da olacak.
PAROLA VATAN, İŞARETİ NAMUS: İşte o nedenle buradan bir kez daha ilan ediyorum: Parola vatan, işareti namus. Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm. Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret!”
ÜLKÜ AYDENİZ: BUGÜN TÜRKİYE’DE ÇOCUĞUN ADI YOK
Akşener, konuşmasının bir bölümünde kürsüyü Koruyucu Aile Evlat Edinme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ülkü Aydeniz'e bıraktı. Aydeniz, şunları söyledi:
“Biz, sosyal politikaların, ailenin, kadının, hepsinin içerisinde çocuğu yok ediyoruz. Bugün Türkiye’de çocuğun adı yok. Herkes çocuğu seviyor. Herkes, ‘mış’ gibi 23 Nisan’da çocuğu oturtuyor, ‘katılım hakkı’ diyor, ama çocuk katılım hakkını bilmiyor ki. Orada konuşmuş olması onun katılımı anlamına gelmiyor. Çocuğu sevmek demek başını okşamak demek değil. Çocuk için ayrı bir başlık açılmadı hiçbir siyasi partide bugüne kadar. Çocuk politikalarına bakarsanız siyasi partilerde, çok kısadır. Hiçbirinde de koruyucu ailelikle ilgili detay yok ve birer cümle ile geçer birçoğu. Onun için ben, bugün Sayın Genel Başkanım sizden, bu ülkenin çocukları adına ve koruyucu aileler adına, çocuğa önem verilmesi için, çocuğun birey olarak kabul edilmesi için, çocuğun öznel bir varlık olarak kabul edilmesi için; anneden, babadan, toplumdan bağımsız olarak değerlendirebilmesi için ve hakları Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki hak temelli bakış açısıyla çocuğa teslim edebilmesi için ‘Çocuk Politikaları Başkanlığı’nın her siyasi parti bünyesinde açılmasını talep ediyorum.”