Genel Başkan Özgür Özel başkanlığında yapılan MYK toplantısı devam ederken, Parti Sözcüsü Deniz Yücel toplantı gündemine ilişkin basın toplantısı düzenledi.
Yücel'in açıklamaları şöyle:
"Ülkemizde şiddet son dönemde toplumun tüm kesimlerini derinden etkiliyor ancak kadınlar, çocuklar ve sosyo-ekonomik durumu zayıf olan dezavantajlı gruplar üzerinde etkisi çok ama çok daha yıkıcı. Hemen hemen her gün hepimizi kahreden, bir o kadar da öfkelendiren yeni olaylarla sarsılıyoruz. Önü alınmayan, her geçen gün artan şiddetin bu seferki mağdurları yeni doğan bebekler. İstanbul’un göbeğinde içinde doktorların, hemşirelerin, sağlık çalışanlarının, özel hastane sahiplerinin de bulunduğu bir çete üç-beş kuruş kazanmak uğruna yeni doğan bebekleri ölüme terk ediyor, başta sağlık bakanlığı ve il sağlık müdürlüğü olmak üzere devletin bütün kurumları ise büyük bir kayıtsızlık, acizlik ve vurdumduymazlık içerisinde bu yaşanan vahşete adeta seyirci kalıyor. Bir buçuk yılı aşkın bir süredir bilinmesine rağmen yapılan şikayetlere, açılan soruşturmalara; devletin, Savcılığın, Emniyet’in, Sağlık Bakanlığı’nın tüm gücüne ve imkanlarına rağmen henüz yeni doğmuş bebekler, insanlıktan nasibini almamış, gözü dönmüş canilerin para kazanma hırsı uğruna kan donduran, şeytanca bir planla hayattan koparılıyor.
“Koca, Müezzinoğlu ve Memişoğlu hepiniz bu bebeklerin ölümünden sormulusunuz”
19 hastanenin yenidoğan yoğun bakım ünitesi sanki birer ticari işletmeymiş gibi kiralanıyor, bazıları hasta bile olmayan bebekler, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) para alabilmek için birer mal gibi, emtia gibi özel hastanelerin bu kiralanan yenidoğan ünitelerine sevk ediliyor. 12 bebek bile isteye ölüme terk ediliyor. Bu iğrenç olayda ismi geçen hastanelerden birinin sahibi olan eski Sağlık Bakanı ve yine eski Çalışma Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, ‘Vicdanım rahat’ diye açıklama yapıyor. Bütün bu olayların yaşandığı dönemde, İstanbul İl Sağlık Müdürü olan, şimdiki Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, çıkmış, hiç utanmadan ‘Kamuoyu yenidoğan çetesiyle meşgul ediliyor’ diyor. Olayların başladığı, yoğun bir şekilde yaşandığı, CİMER şikayetlerinin yapıldığı dönemde Sağlık Bakanı olan Fahrettin Koca’nın ise gıkı dahi çıkmıyor. Be insafsızlar, be vicdansızlar, be Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar: O bebekler siz ve sizin gibiler görevinizi yapmadığınız için öldüler. Dönemin Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan, ondan önceki Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na, dönemin İstanbul İl Sağlık Müdürü, şimdiki Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’na kadar hepiniz bu bebeklerin ölümünden sorumlusunuz.
“Küçücük bebekleri koruyamadığınız için sorumlusunuz”
Sizin büyük bir pişkinlikle kendinizi sorumluluktan kurtarmaya çalıştığınız bu rezil ortamda, olan küçücük bedenlere ve o bedenlere, evlatlarına kavuşamadan onları toprağa vermek zorunda kalan ailelere oldu. Sorumlusunuz. Halk sağlığını korumadığınız için, devlet hastanelerine yatırım yapmadığınız için, kamucu sağlık anlayışını parası olanın sağlık hizmeti alabildiği, parası olmayanın ölüme terk edildiği bir sisteme dönüştürdüğünüz için sorumlusunuz. Nitelikli, namuslu, donanımlı sağlık çalışanlarını bu ülkede tutmayı beceremediğiniz için, herkese eşit, parasız sağlık hizmeti sağlamadığınız için, sağlık hizmetlerinin niteliğini düşürdüğünüz için, ‘Sağlıkta devrim’ yalanlarıyla bu ülkede sağlık sistemini bitirdiğiniz için, küçücük bebekleri koruyamadığınız için sorumlusunuz.
“Bu olayın 19 hastaneden ibaret olmadığını görüyoruz”
Bu olay 22 yıllık AKP iktidarının toplumda, bürokraside ve kurumlarda yarattığı çürümüşlüğün, yozlaşmanın, kirlenmenin somut bir sonucudur. Sağlık sistemini ticarileştiren, hastayı müşteri, hastaneyi ise ticarethane olarak gören; insan hayatını, insan sağlığını rant ve kazanç odaklı bir hale getiren AKP iktidarı ve onun liyakatsiz, beceriksiz, kifayetsiz, muhteris bakanları ve bürokratları bu bebek ölümlerinde olayın failleriyle birlikte sorumludurlar. Bu olayın İstanbul’daki 19 hastaneden ibaret olmadığını sosyal medya üzerinden yükselen şikayetlerden görüyoruz. Kocaeli, Sakarya, Niğde ve Antalya’dan da benzer ihbarlar yapılıyor. Bunun yanında diyaliz merkezleri, yetişkin yoğun bakımları, özel bakım merkezleri ve yaşlı bakım merkezleriyle ilgili de benzer iddialar var.
“İl müdürlerinin heyetimizle görüşmüyor olmaları gizlemeye çalıştıkları bir şeyler olduğunu düşündürüyor”
Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, bu vahim olay ortaya çıktığında olayı araştırmak, incelemek ve sorumlulukları olanları belirlemek üzere derhal bir heyet oluşturulması talimatı vermiş, Genel Başkan Yardımcımız ve Gölge Sağlık Bakanımız Zeliha Aksaz Şahbaz ve Genel Başkan Yardımcımız ve Gölge Çalışma Bakanımız, Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer ile milletvekillerimiz Aylin Yaman, Kayıhan Pala, Gamze Akkuş İlgezdi, Turan Taşkın Özer, Murat Çan ve Ali Karaoba'nın olduğu bir heyet oluşturulmuş ve bu heyet derhal çalışmalarına başlamıştır. Genel başkan yardımcılarımız ve milletvekillerimizden oluşan heyet, konuyla İstanbul Tabip Odası, Eczacılar Odası ile görüşmüş, bu akşam İstanbul Valisi ile görüşülecektir. Ancak Bakırköy Savcılığı, İl Sağlık Müdürlüğü ve Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdürlüğü heyetimizin görüşme talebine olumsuz dönüş yapmıştır. Gölge bakanlarımızın bakanlarla, Valiyle görüştüğü bir ortamda, il müdürlerinin heyetimizin görüşmüyor olmaları ister istemez çekindikleri, saklamaya ve gizlemeye çalıştıkları bir şeyler olduğunu düşündürüyor.
“Yarın suç duyurusunda bulunacağız”
2023 Mart ayında Cimer şikayeti yapılmış, bu şikayet Mayıs’ta il sağlık müdürlüğüne ve emniyete bildirilmiş, Eylül 2023’te teknik takip yapılmış, bundan altı ay önce operasyon yapılmış ancak geçtiğimiz hafta Cumhuriyet Savcısı’nın tehdit edildiği görüntüler ortaya çıkana kadar bahse konu hastanelerde ne ruhsat iptaline gidilmiş ne de hastaneler kapatılmış. Tam bir aymazlık, vurdumduymazlık örneği. Bu kokuşmuşluğun üzerinin örtülmesine asla izin vermeyeceğiz. Bu pisliğin içinde yer alan, buna göz yuman, görevini gereği gibi yerine getirmeyerek, görevini savsaklayarak, ihmal ederek bu bebek ölümlerinde dahli ve payı olan kim varsa hak ettikleri cezayı alıncaya kadar peşini bırakmayacağız. Yarın, Genel Başkan Yardımcımız Gül Çiftci, partimiz adına dönemin il sağlık müdürü hakkında suç duyurusunda bulunacak.
“Bakan Memişoğlu’nu da bir kez olsun sorumlu davranmaya ve istifa etmeye davet ediyoruz”
Buradan iki kişinin hakkını teslim etmek istiyorum: Her türlü tehdide ve baskıya rağmen bu ahlaksız, insanlık dışı çeteye karşı yürüttüğü soruşturmada bir adım dahi geri atmayarak çeteyin çökertilmesinde büyük bir emeği olan Cumhuriyet Savcısı Yavuz Ergin ve bu ülkede her şeye rağmen halkın haber alma hakkı için gerçeklerin peşinde koşan bir gazeteci Emrullah Erdinç, ülkedeki bu korkunç sağlık skandalını ortaya çıkaran kişilerdir. Son derece üzücü ve korkunç olayların yaşandığı ülke gündeminde yaptığı haberlerle, yenidoğan çetesiyle iktidardan daha çok mücadele eden gazetecilerimiz iyi ki varlar. Dünya Gazeteciler Günü’nde mesleğini layıkıyla yapan özgür basının ne kadar önemli bir görev üstlendiğini bir kez daha bizlere gösterdiler. Her birine ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Bu organize kötülüğe karışmış olan bütün hastanelerin tamamının ruhsatları askıya alınmalı. İşine geldiğinde her yere kayyım atayan AKP iktidarı, elini korkak alıştırmasın. Ayrıca kayyım ataması için gereken yasal düzenleme salı günü Meclis’e getirildiği taktirde, tüm desteğimizi vereceğimizi de buradan ifade etmek istiyorum. Böyle bir düzenlemenin Meclis’ten oy birliğiyle geçeceğinden hiçbir kuşkumuz yok. Yeter ki iktidar, ‘Bu işin ucu bana dokunur mu’ diye düşünmeden üzerine düşen görevi yapsın. Büyük bir yüzsüzlükle koltuğuna yapışan ve bu yaşananlardan hem İl Sağlık Müdürü hem de Sağlık Bakanı olarak sorumluluğu olan Kemal Memişoğlu’nu da bir kez olsun sorumlu davranmaya ve istifa etmeye davet ediyoruz.
“Adalet ve infaz sistemi tümüyle çökmüş durumdadır”
Toplumda şiddet olayları artarken elbette ilk bakmamız gereken yer adalet sistemidir. İnfaz edilmeyen bir cezanın, hukuk önünde hesap vermeyen suçluların olduğu adalet ve yargı sistemi mutlaka sorgulanmalıdır. Herkesin yaptığının yanına kar kaldığı, ‘Benim suçlum iyidir, seninki kötüdür’ anlayışıyla kişiye özel yasalar çıkaran bu çarpık düzen, toplumsal şiddeti tırmandıran en önemli unsurlardan biridir. Toplumsal düzeni sağlamakta önemli bir rolü olan ceza sisteminin etkili olabilmesi için her şeyden önce verilen cezanın uygulanacağı ve hükümlünün ıslah edilerek topluma yeniden kazandırılacağına ilişkin toplumda güçlü bir inanış olması gerekir. Halbuki bugün ülkemizdeki adalet sistemi ve infaz sistemi tümüyle çökmüş durumdadır. Toplum, suç işleyenin arkası sağlamsa ceza almayacağı, ceza alsa da bu cezayı çekmeyeceğini düşünmekte, bu şekilde de toplumda yaygın bir cezasızlık algısı oluşmaktadır.
“İnfaz Kanunu tam 40 kez değiştirildi”
Mevcut İnfaz Kanunumuz 2004 yılında, AKP iktidarı döneminde çıkarıldı. O günden bugüne kadar İnfaz Kanunu tam 40 kez değiştirildi. Her bir değişiklikle infaz sistemi zayıflatıldı, etki alanı daraltıldı. İyi bir ceza ve infaz sisteminde olması gereken hükümlünün ıslah edilip topluma yeniden kazandırılması amacı tamamen rafa kaldırıldı. İnfaz sonrasında denetim ve destek mekanizmaları işletilmedi. Bugün, hüküm giyen kişiyi ıslah ederek topluma yeniden kazandıracak bir infaz sisteminden söz etmemiz mümkün değil. İşte tam da bu nedenle evde, okulda, sokakta, iş yerinde hiç kimse kendisini güvende hissetmiyor. Çeşitli adlar altında, neredeyse iki-üç yılda bir getirilen örtülü aflarla oluşan cezasızlık hali, pek çok suçluyu cesaretlendirdi, pek çok suçu da daha kolay işlenebilir hale getirdi. Diğer yandan AKP’nin ülkeyi mahkum ettiği yoksulluk ve hayat pahalılığı, toplumsal dokuyu çözerken yaşamın bir bütün olarak değersiz görülmesine, kişilerin aileleriyle, toplumla ve kendileriyle bağlarının zayıflamasına, yabancılaşmasına neden olmakta; hayata dair umudu, ideali, hayali olmayan gençler suça, uyuşturucuya yönelmektedir. Ya suç faili olmakta ya da suçun mağduru olmaktalar.
“22 yıllık AKP iktidarının bu topluma verdiği en büyük zararlardan biri adalete olan güvenin kaybedilmiş olmasıdır”
Gerçek suçluların elini kolunu sallaya sallaya dolaştığı, şiddetin normalleştirildiği, şiddet gören mağdurun suçlandığı bu ülkede, bugüne kadar başında ‘reform’ sözcüğü yazan sekiz yargı paketi Meclis’te kabul edilerek yürürlüğe girdi. Dokuzuncu Genel Kurul’da görüşülecek, 10’uncusunun ise hazırlandığı söylenen, havalı sözlerle kamuoyuna pazarlanan Yargı Reformu Paketleri, reformu sadece başlığında barındırmaktan ileri gidemedi. Yasa yapma tekniklerinin alt üst edildiği ‘torba yasa’larla yapılan düzenlemelerle kanunlar anlam ve amacından uzaklaştırılmıştır. 22 yıllık AKP iktidarının bu topluma verdiği en büyük zararlardan biri adalete olan güvenin kaybedilmiş olmasıdır. Bakın, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, eylül ayında 34 kadın öldürüldü. 2024 yılının ilk dokuz ayında 295 kadın katledilirken 117 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Kadına karşı şiddetin engellenmesinde referans bir uluslararası metin olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasından bu yana en az bin 127 kadın öldürüldü. Bugün de Adana’da, Buruk Mezarlığı’nı ziyaret eden bir kadın ve iki kızı, kimliği belirlenemeyen bir zanlı tarafından ne yazık ki öldürüldü.
“Artan toplumsal şiddet karşısında tüm siyasi partiler birlikte adım atmalıdır”
İstanbul Sözleşmesi’nden Anayasa’ya aykırı bir şekilde, bir gece yarısı kararnamesiyle çıkılmasıyla AKP iktidarının eline bir kez daha kan bulaşmıştır. Son yaşanan olaylar bir kez daha göstermiştir ki AKP iktidarı kadınları, çocukları koruyamadığı gibi bebekleri de koruyamamaktadır. CHP olarak toplumsal şiddetteki bu tehlikeli tırmanışın bir bütün olarak ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Sorunun hukuki, psikolojik, sosyolojik, ekonomik pek çok boyutu olduğunu görüyoruz. Köklü ve cesur değişikliklerin yapılması gerekiyor ancak her gün bir kadın cinayeti işlenirken, her gün bir çocuk cinsel istismara uğrarken bu köklü değişikliklerin uzun vadede ortaya çıkacak sonuçlarını bekleyecek kadar çok vaktimiz yok. Toplumsal şiddet şu anda, en can yakıcı haliyle yaşanıyor ve çok hızlı bir şekilde çözülmesi için derhal somut adımlar atılması gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi derhal yeniden yürürlüğe koyulmalıdır. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu üzerindeki tartışmalara son verilerek yasanın etkin şekilde uygulanması sağlanmalıdır. Hızlı bir şekilde caydırıcı bir ceza ve infaz sistemiyle de cezasızlığı ortadan kaldıracak düzenlemeler derhal hayata geçirilmelidir. Artan toplumsal şiddet karşısında tüm siyasi partiler birlikte adım atmalıdır.
“Erteledikleri düzenlemeyi, en olmadık zamanda bir gece Resmi Gazete’de görüveririz”
Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na kaynak sağlamak amacıyla limiti 100 bin lira ve üzeri kredi kartlarından 750 lira katılım payı alınmasını içeren teklif geri çekildi. Daha doğru bir tabirle ertelendi. AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, alınan kararı duyururken ‘ertelendi’ diyerek açık kapı bırakmış oldu. Detaylı inceleme yapacaklarmış. Anlaşılan başka bir kılıf arama çalışmaları başlamış. Bu yöntem, AKP iktidarının 22 yıldır uyguladığı yöntemdir. ‘Olmaz. Yapılamaz’ deneni, ‘Ben yaparsam olur’ anlayışıyla halka dayatıp kamuoyunda bir tepki olduğu takdirde geri adım atmak, AKP’nin şanındandır. Fakat atılan bu geri adım vazgeçtikleri anlamına da gelmez. Erteledikleri düzenlemeyi, ülke gündemini değiştirip en olmadık zamanda bir gece Resmi Gazete’de görüveririz.
“AKP iktidarının ‘Ne koparırsak kar’ anlayışı, ülke ekonomisinin sonunu getirdi”
Bakın, 24 Mayıs’ta yurt dışı çıkış harç bedelinin çıkış başına alınan harç tutarını 3 bin lira yapmak istediler. Yine halkın büyük bir tepkisiyle karşılaşan AKP iktidarı, yüzde 233 zamla 150 liradan 500 liraya çıkardı. AKP iktidarının ‘Ne koparırsak kar’ anlayışı, ülke ekonomisinin sonunu getirdi. Önümüzdeki ay TBMM’de, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi görüşülecek. ‘Halkın bütçesini, nasıl sarayın bütçesi haline çeviririz’ diye gecesini gündüzüne katanlar, Cumhurbaşkanlığı’nın bütçesine geçen yıla kıyasla yüzde 38 arttırarak 16 milyar 928 milyon 146 bin lira ayırmılar. Bu kadarıyla da yetinmemişler, Cumhurbaşkanlığı bütçesinde en fazla ödeneği de 9 milyar 857 milyon 811 bin lirayla mal ve hizmet alım giderlerine ayrılmışlar. Anlaşılan halka dayatılan tasarruf tedbirleri sarayın bütçesine işlememiş. Ayrıca, 2025 yılı için Cumhurbaşkanlığı’na alınacak 20 araç için toplam 16 milyon 940 bin liralık ödenek ayrılmış. Oysaki Tasarruf Tedbirleri Genelgesi'ne göre, kamuda üç yıl süreyle yeni taşıt alımı kısıtlanmıştı.
“Diyanet İşleri Başkanlığ’nın bütçesi bu yıl yüzde 41 oranında artırıldı”
Bir kez daha görüyoruz ki yayınlanan sözde tasarruf tedbirleri, halkın cebinden, kursağından çaldıklarıyla kendilerine kaynak oluşturma çabasından başka bir şey değil. Sokaktaki vatandaş yiyecek ekmek bulamazken, kirasını ödeyemezken, aybaşını getiremezken Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçe, akıllara diyanetin makam araçlarını ve şatafatlı gezilerini getirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi; Ticaret Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlıkları bütçelerini geride bıraktı. Geçen sene 91 milyar 824 milyon lira olan bütçe, yüzde 41 oranında artışla 130 milyar 119 milyona yükseltildi. Ocak-eylül 2024 döneminde, 74 buçuk milyar liralık gidere imza atan Diyanet bütçesi, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden daha fazla oranda arttırıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı, günde 16 bin 244 asgari ücret tüketirken 17 bin 2 lira alan asgari ücretli, 28 bin 358 lira olan açlık sınırının yüzde 67 altında kalıyor. Sağlıklı beslenmenin maliyeti günlük 945 lirayı geçti. Büyükşehirlerde kamu emekçileri, barınma ihtiyaçlarını karşılamak için neredeyse maaşının yüzde 75-80’ini kiraya vermek zorunda kalıyorlar. Büyükşehirlerde kamu emekçileri, barınma ihtiyaçlarını karşılamak için öğrenci evi gibi üç ya da beş kişi bir arada yaşamak zorunda kalıyorlar. Bankalara olan borçlarını ödeyemeyen vatandaşlarımızın sayısı 1 milyonu aştı. Bu korkunç ekonomik krizin mimarı AKP iktidarı ise sarayda hazırlanan ve halkın yaralarına merhem olmayan bütçeyle; işçinin, emekçinin, emeklinin, memurun alın terine göz diken sözde tasarruf tedbirleriyle; çiftçiye, esnafa destek değil, köstek olan anlayışıyla 85 milyonu adeta sabır testinden geçiriyor.
“Meclis’te ‘etki ajanlığı’ maddesinin geçmemesi için en sert muhalefeti yapacağız”
Meclis Başkanlığı’na geçen hafta bir kanun teklifi sunuldu. 23 maddeden oluşan teklif, 12 ayrı kanunda değişiklik öngören bir torba yasa. Biz, ‘Kanunların bütünlüklü yapısı, amaç ve anlamı torba kanun teklifleriyle yerle bir ediliyor’ dedikçe AKP ısrar ediyor. Yasa yapma tekniklerinin alt üst edildiği, kaliteli ve nitelikli yasamayla uzaktan yakından ilgisi olmayan bu torba yasada, dikkat çeken bir düzenleme de ‘etki ajanlığı düzenlemesi.’ Türk Ceza Kanunu’nda yeni bir madde ihdası şeklinde düzenlenen etki ajanlığına aslında yabancı değiliz. Bundan beş ay önce böyle bir düzenlemenin Meclis gündemine asla getirilmemesi gerektiği uyarısında bulunmuştuk. Ancak AKP, Anayasa’ya tamamen aykırı bir düzenlemeyi getirip bu torba yasanın içine ekledi. ‘Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleme’ şeklinde bir suç tanımlanmış. Hangi ihtiyacı karşılamak için yapıldığı belli olmayan bu düzenlemede öncelikle suçun tanımı muğlaktır. Suç tipi somut, belirli ve öngörülebilir değildir. Bu yönüyle düzenleme, Ceza Hukuku’ndaki ‘suç ve cezaların kanuniliği’ ilkesine doğrudan aykırılık teşkil etmektedir. Aynı zamanda, suç ve cezalarda eşitlik, orantılık ilkelerinin ihlal edildiği bu düzenleme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yedinci, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 15’inci maddelerine de açıkça aykırıdır. AKP, bu düzenlemeyle kendi hedefine koyduğu kişiler açısından bu maddeyi elbette bir baskı aracı olarak kullanacaktır. AKP iktidarı, etki ajanlığıyla kendisine muhalif olan herkesi susturmak için hukukun bütün evrensel ilkelerini ayaklar altına alarak suç oluşturma, suç uydurma çabasındadır. Meclis’teki bu maddenin geçmemesi için en sert muhalefeti yapacağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. AKP’nin yaratmaya çalıştığı korku iklimine temel hak ve özgürlükleri kurban etmeyeceğiz.
“Esad, Suriyelilere ‘Ülkenize dönün’ çağrısı yaparken AKP iktidarı, ‘Üç yıl daha gitmeyin’ diyor”
Ülke ekonomisini savaş ekonomisine çeviren, ülkeyi yüzyıl geriye götüren AKP, kendi vatandaşı yoksullukla savaşırken sığınmacıların çalışma izni muafiyetini altı aydan üç yıla çıkarıyor. Beşar Esad genel af ilan edip Suriyeli vatandaşlara ‘Ülkenize dönün’ çağrısı yaparken AKP iktidarı, ‘Üç yıl daha gitmeyin’ diyor. Suriyeliler gitmesin diye uğraşan AKP iktidarı, bu çabasını nasıl duyurdu biliyor musunuz: ‘İş dünyasına iyi haber. Nitelikli eleman sıkıntısı çeken sanayicilerin beklediği haber geldi. Suriyeliler çalışma izni olmadan istihdam edilecek.’ Bunun adı düpedüz imtiyaz. Mülteci aşığı AKP iktidarı, Suriyelilere tanıdığı hakların onda birini staj ve çıraklık mağdurlarına neden tanımıyor? Eğer sanayicilerimizin ara elemana ihtiyacı varsa çırak ve stajyerleri istihdama katın. Önce mağduriyetlerini giderin. E-Devlet’ten işe giriş tarihi hangi gün görünüyorsa sigorta başlangıcını o tarih kabul edin ve sonrasında uzun vade sigortasını yapıp özlük haklarını teslim ederek çırak ve stajyerleri istihdama kazandırın. İşte sosyal devlet anlayışı budur.AKP iktidarının yapması gereken budur. Kendi ülkesinin işsiz evladını, staj ve çıraklık mağduru vatandaşını düşünmeyen iktidar, Suriyelileri, sığınmacıları istihdama katma hayalleri kuruyor. Gençlerimizi işsizliğe mahkûm eden, işsizler ordusunu büyüten ve gençlerimizi değersizleştiren, geleceğe dair umutlarını kaybetmelerine neden olan bu düzeni reddediyor ve bu düzenin mimarı olan AKP’yi uyarıyoruz: Çalışma izni olmayan Suriyelileri istihdama katacağına Türkiye’de üç gençten biri işsiz, onları istihdama kat. Katmazsanız geçim olmaz. Geçim olmazsa da seçim olur.
“İnsanları Türkiye’ye davet ederek İsrail’in bölgeyi boşaltmasına destek olmuyor musun”
İsrail’in bölgeselleştirdiği savaş, günden güne Orta Doğu coğrafyasını kana bulamaya devam ediyor. İsrail hükûmeti bombardımana devam ederken Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne karşı da ateş açıyor. Bölge ülkeleri diken üstünde. Kameralar önünde ‘İsrail bize de saldıracak’ diyenler, perde arkasından İsrail’le ticareti devam ediyorlar. Erdoğan, ‘İsrail’in nihai hedefi vatan toprağımızdır’ diyor, diğer taraftan İsrail’le demir çelik satmaya devam ediyor. O demir, çelikten bombalar yapılıyor, savaş malzemesi yapılıyor ve İsrail tarafından bölge ülkelerine karşı kullanılıyor. İsrail, hedeflediği genişleme sınırlarını bombalayarak insanları tehcire zorluyor. Bölge bombardımanla boşaltılıyor, ama Erdoğan, ‘Buyursunlar, gelsinler. Kapımız açık’ diyor. Ey Erdoğan, ticaret yaptığın yetmedi, şimdi de kucak açıyorsun. Sen de gayet iyi biliyorsun ki boşaltılan yerlere İsrail yerleşecek. İnsanları Türkiye’ye davet ederek İsrail’in bölgeyi boşaltmasına destek olmuyor musun? Bu yıl içerisinde, İsrail gizli servisi Mossad’a çalışanlar MİT tarafından yakalanmadı mı? Kayıtsız kuyutsuz memlekete soktuğunuz daha kaç ajan var, bilmiyoruz. Bir büyükşehir belediyesi kuracak kadar, 729 bin Suriyeliyi ortadan kaybetmediniz mi? Olaf Scholtz, suç işlemiş Suriyelileri bize gönderiyor, Miçotakis ‘Türkiye’ye daha çok para vermemiz lazım, sığınmacı ve kaçaklardan Avrupa’yı koruyor’ diyor, Iraklılara vize serbestisi veriyorsunuz, sığınmacı ve kaçakların izinsiz çalışma süresini önce altı aya, sonra da üç yıla çıkarıyorsunuz. Sizin bu millete, Allah rızası için hiçbir hayrınız dokunmayacak mı? Cumhur İttifakı ve Erdoğan’a oy vermiş insanlarımıza sesleniyorum: Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na oy verdiğiniz müddetçe Suriyeliler, Afganlar, Afrikalılar, Pakistanlılar da bilimum tüm Orta Doğu ve Afrika coğrafyasından sığınmacı ve kaçaklar memlekete doluşmaya devam edecek. Hem de bunu, dini ve milli değerleri kendine kalkan yaparak yapacaklar. Erdoğan, bunları göndermeyeceğini hem az önce saydığım icraatlarıyla hem de kendisinin açık ifadeleriyle alenen gösterdi. ‘Siz ne yapacaksınız’ derseniz onu da söyleyelim: Biz bu insanları kendi vatanlarına göndereceğiz. İktidara geldiğimizde onları uluslararası hukuka ve insan onuruna uygun bir şekilde göndereceğiz.
“Özgür Özel’in Doğu ziyaretleri öncesinde, bugün Selahattin Demirtaş ile bir araya gelmesi oldukça önemli”
Son olarak yarın Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, grup toplantısından sonra kalabalık bir milletvekili ve yönetici grubuyla altı gün sürecek olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu programını gerçekleştirmek üzere Diyarbakır’a gidecek. Pazar gününe kadar sürecek olan programda Diyarbakır, Batman, Mardin, Şırnak, Hakkâri ve Van illerimizde çeşitli programlar gerçekleştirerek, orada yaşayan vatandaşlarımızla, esnafla, STK’larla bir araya gelerek, bölgenin sorunlarını birebir muhataplarıyla görüşerek bölgenin nabzını tutacak. Biliyorsunuz, bu program daha önce kararlaştırılan ancak Genel Başkanımızın sağlık sorunları nedeniyle gerçekleştiremediği, ertlemek zorunda kaldığı bir program. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in Doğu ve Güneydoğu ziyaretleri öncesinde, bugün Selahattin Demirtaş ile bir araya gelmesi oldukça önemli ve anlamlı. Biz, CHP olarak toplumun tüm kesimleriyle buluşup onların dertlerine derman olmak, onların sorunlarına çare ve çözüm üretmek için büyük bir kararlılıkla çalışıyoruz. Ülkemizin demokratikleşmesi için, toplumun tüm kesimlerinin hiçbir inanç, etnik kimlik ve köken farkı gözetilmeksizin eşit yurttaşlık temelinde, eşit haklara sahip olarak huzur, refah ve barış içerisinde yaşamaları için üzerimize düşeni yapacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın.”