DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncay Bakırhan, 'olası bir yeni süreç' konusunda açıklamalarda bulundu. İstanbul'da gazetecilere açıklamalarda bulunan iki eşbaşkan, eğer bir süreç olacaksa bekleyen değil bunun inşasında rol alan bir perspektifle hareket edeceklerini belirtti. Cezaevinde ziyaret ettikleri HDP'nin eski eşbaşkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın konuya yaklaşımlarına dair mesajlarını da paylaşan Hatimoğulları ve Bakırhan şeffaflık vurgusu yaptı. Tuncer Bakırhan, en önemli rolün Türkiye'nin birinci partisi durumundaki CHP'ye düştüğünü belirtti.
Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan'a yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
Yerel seçim öncesinde de bir sürecin hazırlandığı, görüşmeler yapıldığı iddia edilmişti. Buradaki herkes tam olarak anlamak istiyor. Şimdi neredeyiz? Henüz bir müzakere olmadığı anlaşılıyor. İktidar, ‘Bir el uzattık. Ya sıkarsınız ya kırarız’ gibi bir şey söylüyor. DEM Parti bu işin ana aktörü olmaya aday mı yoksa başka bir yeri mi adres gösterecek?
TUNCER BAKIRHAN: Bu yerel seçim döneminden önce bizim partimiz mi görüşme yapmış? Haberimiz yok. (Gülümseyerek) Arkadaşlar bizsiz yapmışlarsa bilmiyorum. Benim bildiğim gayriresmi bir görüşme yapılmadı. Basına kimi şeyler düşüyor. Biz de hayretle okuyoruz. Adımıza konuşuluyor, yazılıyor, yorumlar yapılıyor, maddeler peş peşe sıralanıyor. Ama emin olun öyle bir şey olmadı. Meclis’te bütün partilerle dönem dönem bir araya geliyoruz. Kimi meseleleri de konuşuyoruz ama yerel seçim öncesi böyle bir görüşmemiz olmadı. Onu net bir şekilde söyleyeyim.
Şimdi ki yeni bir süreç mi? Onu da aslında eş başkanımızla birlikte dönem dönem toplantılarda dile getirdik. Henüz bir süreç mi, değil mi onu da bilmiyoruz. Resmi olarak bu işi başlatanlarla bir temasımız, görüşmemiz olmadı. Gayriresmi yollarla da bir görüşme ya da temas olmadı. Bu bir anda, tokalaşmayla başlayan bir süreç.
Bir sürece ihtiyaç var mı? Var, fazlasıyla var. Hatta bence epey gecikti. Ülke kan kaybediyor. Uzun süredir, "Ekmek ve Adalet Buluşmaları"nda Türkiye'nin dört bir yanındaki emekçilerle, fabrika işçileriyle, üreticilerle, esnafla, öğrencilerle, kadınlarla, KHK’lilerle buluştuk. Herkesin ciddi bir rahatsızlığı var. Bir değişim talebi var. Kimse halinden memnun değil. Ekonominin gidişatından memnun değil. Sanırım bu tabloyu sadece biz görmüyoruz. Muhtemelen en fazla olanaklara sahip olan iktidar, toplumun ne düşündüğünü bizden iyi takip ediyor. Bence bir sürece ihtiyaç var ama bu, o süreç midir? Bu sürece evrilir mi? Emin olun biz de bu konuda bir şey bilmiyoruz.
Umarım bir sürece dönüşür. Ama şu anda ‘süreç’ diyebilmemiz için kimi iyi niyet adımlarının atılması gerekiyor. Ciddi bir güvensizlik var. Çözüm sürecini yaşadık. Sözde yeni süreç olmaz. Parmak sallamayla yeni siyaset, yeni süreç başlamaz. Daha geçen gün 270’e yakın parti yöneticimiz gözaltına alındı. İl, ilçe eşbaşkanlarımız tutuklanıyor. Hâlâ cezaevlerinden hasta tutsakların cenazeleri çıkıyor. Başka bir sürü şey sıralayabilirim. Biz de ne olduğunu izlemeye, anlamaya, analiz etmeye çalışıyoruz. Kendi kurullarımızda tartışıyoruz.
Sayın Öcalan'la bir görüşme oldu mu? Emin olun bizim haberimiz yok, öyle kaynaklarımız da yok. Görüşüldü mü bilmiyorum. Yaklaşık 43 aydır ciddi bir tecrit var. Aile dahil olmak üzere, avukatların da gidemediği bir ortamdan bahsediyoruz. Bir şey görüşülüyor mu? Gerçekten o görüşmelerin sonucu mudur bu bahsedilen tartışmalar? Çok emin değiliz.
Neredeyiz? Türkiye'nin, Türkiye halklarının yeni bir ışık görmeye çalıştığı bir süreçteyiz. Bir süreç olursa, bu konuda bir samimiyet görebilirsek, o güvensizliği onarıcı adımlar görebilirsek bizim zaten misyonumuz diyalogdur, müzakeredir, toplumsal barışı sağlamaktır. Eğer samimi adımlar, samimi söylemler, bir yol temizliği olursa tabii ki biz de böyle bir süreç içerisinde yer almak isteriz.
Samimi adımlardan kastınız nedir?
Bir taraftan kayyım atanıyor, kayyım tehdidi var. Bir taraftan Amed Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanımız (Selçuk Mızraklı), bu tartışmaların yürütüldüğü günlerin arifesinde 10 yıl ceza aldı. Ortada hiçbir şey yok. Bütün ömrü sivil toplumla geçmiş. Parti ile tanışıklığı sadece milletvekili seçilmesiyle başlamış. Dağ görmemiş, kır görmemiş. Böyle bir insanın bir gizli tanık ifadesiyle 10 yılla cezalandırılması... Böyle bir ortamda nasıl güvensin Kürt, emekçi, DEM Parti'nin bileşenleri, bizler? Iğdır il eşbaşkanımızın 10 küsur yıl önce Iğdır’da işlenen bir olayla ilgili bir gizli tanığın ifadesi üzerine tutuklanması. ‘Tecrit kaldırılsın’ diye yapılan mitingin yasaklanması, 270 kişinin gözaltına alınması. Yeni süreç beklentisi var ama çok nahoş bir tablo da var. ‘El uzattık’ deniyor. Bir elle toplum rahatlayacaksa, demokrasi gelecekse biz o eli her zaman tutmaya hazırız. Ama mesele sadece el uzatmakla, tutmakla ilgili değil. Umarım iktidar da, varsa tabii, kalmışsa devlet aklı da hem içeride hem dışarıdaki bu gelişmeleri de dikkate alarak Türkiye'nin toplumsal barışına katkı sunacak bir zemin açar. Biz dünden hazırız.
Tabii ki biz de aktörüz. Parlamentoda grubu bulunan, Türkiye'nin üçüncü büyük partisiyiz. Demokratik siyaset zemininde üzerimize düşen bir sorumluluk varsa tabii ki yerine getiririz. Bunun aktörü biziz. Ama Sayın Bahçeli'nin dediği gibi PKK’ye talimat verecek, ‘şunu yap’ diyecek bir noktada da değiliz. Sanırım bunu herkes biliyor. Bizim işimiz de değil.
Eğer bir çözüm düşünülüyorsa çeşitli aktörleri var. Büyük bir zemini var. Bütün Orta Doğu'yu ilgilendiren bir sorun. Keşke sadece Türkiye'yle sınırlı olsaydı. Bahsedilen şeylerle sınırlı bir sorun olmadığı için bütünlüklü ele alınması gerekiyor.
En önemlisi de adına ‘çözüm süreci’ dönülen süreç gibi olmaması gerekiyor. Toplumdan kaçırılmamalı. Açık olmalı, şeffaf olmalı. Bir şey olacaksa kamuoyunun gözü önünde olmalı. Hep birlikte bir araya gelip tartışmalıyız. Bu süreç Türkiye halklarının tamamının lehine bir süreç olur. Aksi halde bir tokalaşma üzerine kurulmuş, tehdit eden, kendisini 'sahip' gören, bizi öteki gören bir yaklaşımla bir süreç birbiriyle çok bağdaşmıyor.
Abdullah Öcalan’ın 43 aydır tecritte olduğundan bahsettiniz. Ama 'Kandil'le bir görüşmesi oldu ya da olmadı' gibi bir bilgi var mı? Amberin Zaman’ın haberinde bu yönde bir iddia vardı. Bir de Demirtaş’ı ziyaret ettiniz. Görüşmenin içeriğine dair bilgi verebilir misiniz?
TÜLAY HATİMOĞULLARI: Amberin Zaman’ın haberiyle ilgili bizde teyitli bir bilgi yok. O nedenle yorum yapamayacağım. Görüşmeler oluyor mu, olmuyor mu İmralı'yla? Onu da İmralı'dan haber alınamadığı için bilemiyoruz. O nedenle bir şey söyleyemiyoruz. Fakat Devlet Bahçeli, “Çıksın Öcalan örgütüne çağrı yapsın" dedi. Tuncer Başkan da grup toplantısında “Madem çağrı bekliyorsunuz, İmralı kapılarını açın, orası diyalog kursun” dedi.
Tabii ki bütün çatışma süreçlerinin olduğu tarihlere dönüp baktığımızda çatışanlar önce görüşür ve elbette kimi demokrasi güçleri de bu konuda aracı olur. DEM Parti tabii ki bir taraftır. DEM Parti demokratik zeminde kendi rolünü ve misyonunu bu anlamıyla çok net oynayacak. Ama gerçekten bir çatışmasızlık ve çözüm sürecinde bir samimiyet varsa İmralı’yla bir görüşme varsa bu rejimi uygulayanların bundan vazgeçmesi gerekiyor.
'YOL TEMİZLİĞİNE İHTİYAÇ VAR'
Sevgili Demirtaş'la görüşmemiz bugün gerçekleşti. Dün de Figen Yüksekdağ'la görüşmemiz oldu. Selçuk Mızraklı hocamızla da konuştuk. Her üç arkadaşımızla ortaklaştığımız nokta şu: DEM Parti'nin durduğu zemin net. Çerçevesi belli bu zeminden ilerleyeceğiz. Bu konuda mutabıkız kendileriyle. Partinin şu ana kadar çizdiği çerçeve şudur: DEM Parti barıştan yanadır. Kürt sorunu Türkiye'nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Bu sorunun çözülmesi Türkiye'nin demokratik ortamını daha fazla büyütecek ve Türkiye’yi rahatlatacak. Ayrıca da bu savaşın ve çatışmanın ülke ekonomisine çok bir yükü var. Şu an Türkiye çok derin bir ekonomik krizle karşı karşıyayken buradan da ele alınmalı bu konu.
Bir diğeri yine Orta Doğu'daki gelişmeler. Böylesi bir dönemde dört ülkede Kürt barışını sağlamak çok önemli. Bölgenin, bölge halklarının daha yan yana, daha dayanışmacı bir çizgide durması bakımından için çok önemli. Şimdi daha acil bir hale geldi. Biz doğrudan İsrail'in Türkiye'yi vurma olasılığı olmadığını düşünüyoruz. Erdoğan'ın bunu hangi amaçla kullandığı şimdiki konumuz olmadığı için oraya çok girmeyeceğim ama şunu çok rahat söyleyebilirim: IŞİD, El Nusra gibi örgütlerin Türkiye'de konumlanması ve bu ülkeyi üs olarak kullanıp hem bize hem başka ülkelere verdikleri zararları göz önünde bulundurduğumuzda sonuçta İsrail bize saldırmasa da bir ateş çemberinin içindeyiz.
Aynı zamanda bu yeni enerji koridorlarında Türkiye yok. En azından tasarlanan haliyle yok. İleride olur mu olmaz mı; başka bir tartışma konusu. Bütün bu gelişmeler ve bu tablo karşısında biz her ortamda şu teklifi yaptık; Türkiye Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözerse, bir model oluşturursa, aynı zamanda Kuzey ve Doğu Suriye'deki statü meselesinin çözümüne katkı sağlarsa, sadece Türkiye'nin demokratikleşmesine ve halkların yan yana, güçlü durmasına katkı sağlamış olmaz. Bunun yanı sıra bölge barışına da büyük bir katkı sağlar. Dün olduğu gibi bugün de çok net söylüyoruz; Kürt sorunu çözülürse bölgede rahat bir nefes alacağız. Halkların arasındaki o güçlü dayanışma, Türk-Kürt kardeşliği, Kürt-Türk-Arap kardeşliği bu bölgenin çok ihtiyaç duyduğu konulardan biri. Bunu sağlamak çok önemli. Bu süreç ümit ediyoruz ki buna hizmet edecek bir yere evrilir. Yüksekdağ, Demirtaş ve Selçuk hocamızla bu çerçevede görüştük. Şayet bir barış süreci konuşulacaksa sadece uzatılmış bir el üzerinden hareket edilmeyeceğini, somut adımlar atılması gerektiğini konuştuk. Arkadaşlarımız da bu şekilde düşünüyorlar. Oldukça paralel bir yerde duruyoruz. Barış olmalı ama sözsel değil özsel. Bir pratiğe dayanmalı. Bir yol temizliğine ihtiyaç var. Bu yol temizliğinin ne olacağını detaylandırabiliriz.
Hükümetin bu adımının Anayasa değişikliği projesi ile bir ilgisini görüyor musunuz? Öyle de olsa gene de bir fırsattır diye bakılabilir mi? 1 Ekim'den önce bir temasın olmadığını öğrendik. Siz duyduğunuzda ne düşündünüz? Neden böyle bir şey yapmış olabilirler?
TUNCER BAKIRHAN: Çok şaşırılacak bir durum değil. İç-dış gelişmeler bizi bir yere zorluyor. Türkiye'nin en önemli, en temel sorunundan bahsediyoruz: Kürt sorunu... Bu ülkenin 3 trilyon dolarını yutmuş bir sorundan bahsediyoruz. Dış açığı 512-513 milyar dolar olan ülkemizin 3 trilyon doları güvenliğe, savunma sanayisine, "Kürt ana dilini konuşmasın" diye harcanmış. "Anayasa için araçsallaştırmak", daha ne zaman yapılacağı belli olmayan bir seçimin "ön yatırımı"; bu iki başlık da bence bunu karşılamıyor. Bence Türkiye'nin içerisinde bulunduğu darboğazı, içeride ve dışarıda yaşananları, Orta Doğu'daki ateşin ne zaman, nerede, hangi ülkeye sıçrayacağını, hangi ülkeyi nasıl etkileyeceğini kaygıyla izlediğimiz bu süreçte en önemli meselemiz konusunda bir iktidar ortağının bir şeyler söylemesi çok garip değil. Garip olan bizim, ‘bir süreç olsun, şeffaf olsun, açık olsun, bu mesele artık çözülsün, araçsallaştırılmasın’ demememiz.
Kaç gündür izliyorum anayasaya bağlayan, bizim kandırıldığımıza kadar götüren bir tartışma var. Biz parti olarak kandırılsak dahi Kürt halkı gidip oy mu verecek? Bir süreç olur mu bilmiyorum ama önceki süreçlerden bir ders çıkarma durumu var. Sayın Bahçeli'nin konuşmalarına bakılırsa aslında sorunun muhataplarını da kendisi belirledi. Kandil'e çağrı yaptı. İmralı'ya çağrı yaptı. DEM Parti'ye çağrı yaptı. Tam da bizim dediğimiz gibi; bu sorun çok aktörlü, çok kapsamlı, geniş bir zemine hitap eden bir sorun olduğu için bence orada bir okuma var.
Anayasa değişikliği ayrı bir mesele. Anayasa sadece siyasi partilerle yapılacak bir şey değil. Toplumsal sözleşmeden bahsediyoruz. Toplumun katılmadığı, onun dinamiklerinin katılmadığı bir anayasaya DEM Parti ‘evet’ dese ne olacak? Amedli ‘evet’ diyecek mi? Dersimli evet diyecek mi? Karslı evet diyecek mi?
Bence biraz izlemek gerekiyor. Ama bu ülkeyi yöneten akıl gerçekten bu süreci araçsallaştırmak mı istiyor? Bir yere mi varmak istiyor? Geçmişten dersler çıkararak gerçekten samimi bir şekilde bu meselenin çözümüne bir yol mu buluyor? Biz de bunu anlamaya çalışıyoruz. Samimi olan hiçbir adıma, hiçbir girişime ‘yok’ diyecek bir siyasi parti, siyasi hareket değiliz. Cezaevleri bizlerle dolu. Kayyımlar bizlere atanıyor... Gözaltına alınan, tutuklanan, soruşturma açılan, dava açılan bizleriz. Katledilen biziz. Özel politikalarla, ikili hukukla; bölge resmen uyuşturucunun, fuhuşun, kriminal işlerin, çürütmenin merkezi haline getirilmiş. Böylesine ağır bir sonuç yaşayan ve en fazla yaşayan sorunun çözülmesini isteyen bir parti, samimi ellere, adımlara, söylemlere, girişimlere duyarsız kalamaz. Onun için peşinen reddetme gibi bir şansa sahip değiliz. Samimiyet görürsek de hiç kimseye sormak zorunda değiliz. Türkiye'nin üçüncü büyük partisiyiz. Biz birisiyle görüşürken niye kapalı kapılar arkasında görüşelim? Açıktan oturup görüşür, kamuoyuyla paylaşırız.
Bu adımlar iktidarın sıkışmasından kaynaklı bir hamle olarak değerlendirilebilir mi?
Her neden kaynaklı olursa olsun bu ülkenin bu meseleyi konuşmaya, toplumsal barışını sağlamaya ihtiyacı var. Bu konuda eğer bir samimiyet görürsek biz de kapalı kalmayız.
‘Anlamaya çalışıyoruz’ dediniz. Fakat son 20 yıl düşünüldüğünde Türkiye'de özellikle politikacıların, gazetecilerin sezgileri bazen bilgilerden daha fazla şey üretiyor.
‘Çatışma çözümü’ diye bir şey var, buna dair deneyimler var, dünyada edinilmiş deneyimler var. Bütün bu deneyimlerle birlikte bakıldığında, şu anda yaşanmakta olanlara dair sezgileriniz ne yönde?
TÜLAY HATİMOĞULLARI: Barışı ve demokrasiyi biz hapishanede konuşuyoruz.AİHM kararlarının uygulanmasını hep söyledik. Bir kez daha söylüyorum. Hem Gezi tutukluları için hem de Kobanê tutukluları için AİHM kararlarının uygulanması bir göstergedir. Bu DEM Parti’nin tek başına hükümetle oturup çözeceği bir iş değil. Çatışan kesimlerin bir arada olması ve görüşmesi gerekiyor. Bütün demokrasi güçlerine de çağrımız var; hep birlikte barışa nasıl katkı verebiliriz? Onurlu bir barış için bu sorunun köklü çözümüne nasıl gidebiliriz? Herkesten destek istiyoruz. Bütün özgürlüklerin kısıtlandığı, her yurttaşın nefesinin kesildiği bir ülkede yaşıyoruz. Daha günler önce İstanbul'da IŞİD'vari yöntemlerle kadınların boğazı kesildi. Bütün bu konularda Türkiye toplumunu rahatlatacak bir şeye ihtiyaç var. Doğru düzgün, programlı, açık, şeffaf bir süreç yürütülecekse elbette ki biz DEM Parti olarak bu sürecin güçlenmesi için, Kürt sorununun demokratik bir çözüme kavuşması için elimizden gelen her türlü şeyi yaparız. Sordunuz ya ‘Ne hissediyorsunuz?’ diye. Biz bu ikisinin arasındayız. Hissiyatımız bu...
Bu süreç bir önceki süreçten nasıl farklı olacak. Nasıl dersler çıkardınız? O dönem sürecin şeffaf olmaması da eleştirildi. Şimdi DEM Parti izleyen pozisyonunda mı olacak? Yoksa gerçekten bu sürecin konuşulması, anlamlandırılması konusunda somut olarak planınız, programınız var mı?
TUNCER BAKIRHAN: 2009 Oslo sonrası yürütülen süreci hep beraber yaşadık. Ben de cezaevindeydim, izliyorduk. Bahsettiğiniz eleştiriler doğru. Toplum da bize yöneltti. Şeffaf değildi gerçekten. Bütün Türkiye'yi ilgilendiren, hepimizin etkilendiği bir mesele niye açık olmasın? Onu anlamak da zor. Bence eğer bir şeyin çözümü gerçekten isteniyorsa şeffaf yapılır. 40 yıllık bir savaş var. Yarattığı dünya kadar sonuç var. Toplumun kendisi bu sonuçların bedelini çok ağır ödüyor. Toplumdan kaçırılarak, iki siyasi parti ya da siyasi partiler içerisindeki aktörlerin bu meseleyi yürütmesinden bir sonuç alınamadı. ‘Bir önceki gibi, geçmiştekiler gibi olmasın’ diyoruz biz de. Toplumun gözü önünde yapılması gerekiyor.
Tabii o dönem aktörler de farklıydı. O dönem şu anda ‘Türkiye barışını sağlamalıyız’ diyen Milliyetçi Hareket Partisi bu meselenin tam karşısındaydı. Şu anda Türkiye'nin birinci olan partisi de bu meselenin karşısındaydı. Bunlardan aslında sadece biz değil bu süreci yönetenlerin tamamı dersler çıkarmalı. Şimdi bir süreç olursa mevcut zemin buna çok uygun. Cumhuriyet Halk Partisi ‘Eğer annelerin gözyaşı duracaksa biz karşı çıkmayız’ diyor. DEVA, Gelecek, SAADET’in açıklamalarını dinledik. AKP’nin kurucu öncülerinin peş peşe açıklamaları geliyor. Ama işin ilginç yanı henüz tam inilmediği için toplumun ne düşündüğünü bilmiyoruz. Oradan da bir basınç olabilirse bu süreç bir yere evriltilebilir. Biz çok dersler çıkardık. Şimdi Bahçeli tarafının dile getirmesi tabii ki önemli ama artık toplum sözlere doydu. Geçen gün Bahçeli de söyledi, siyaset mi silah mı? Tamam silah orada, biz siyaset yapıyoruz ama başımıza gelmeyen kalmadı. Siyaset kanallarını tıkayan kendileri, siyaseti tıkayan kendileri. Bahçeli'nin söylemesi önemli, katılıyorum. Ama sadece söylemi aşacak bir noktaya gelmesi gerekiyor. Sadece el uzatmak ya da iyi niyet dilekleriyle bu süreç yürümez. En baştan reddetmek doğru değil. Belki gerçekten asıl bu sürecin en önemli taraflarından birisi olan iktidar da geçmişten dersler çıkarmış olabilir. Aldatmaca, kandırmaca da olabilir. Bu sıkışık durumdan çıkmak, biraz nefes almak için gündem değiştirmek de olabilir. Ama bunları söylemek için elimizde yeterince done yok. DEM Parti izleyen bir durumda değil, anlamaya çalışıyoruz. Gayet de özgüvenliyiz. Her birimiz 30-35 yıldır bu mücadelenin içerisindeyiz. Türkiye toplumu nefes alacaksa, demokrasi gelecekse biz buradayız. Biz sadece bizi aşan durumlarda olamayız. Mesela bir PKK’ye ‘silah bırak’ diyemeyiz. Biz PKK’li değiliz. Onlar adına konuşamayız. Örgütün lideri tecrit altında. Örgütünün elinde silah var ve bunun çözülmesi isteniyorsa başka bir şeylerin devreye girmesi gerekiyor. Ama demokratik bir anayasada, bu meselenin meclis zemininde tartışılmasında biz buradayız gayet de hazırlıklıyız, özgüvenliyiz.
Şu çok önemli; umut satmayacağız, onu söyleyeyim. Başlar başlamaz, ‘bu bir süreçtir, cezaevleri boşalacak, demokrasi gelecek, demokratik bir anayasa yapılacak, ekonomide adalet sağlanacak, İstanbul Sözleşmesi kabul edilecek’ demiyoruz. Biz bunları görünce söyleriz. Kürt sorunuyla başlamaz da ekokırımdan kaynaklı bir mesele gelir önce, biz oradayız. Emeklilerle ilgili bir şey gelir, oradayız. Demokrasiyle ilgili gelir, oradayız. Kendimize güveniyoruz, tabanımız da bize güveniyor. Bütün bu baskılara rağmen. O kadar ağır şeyler yaşıyoruz ki; benim seçildiğim Siirt; bir kentin üç defa üst üste üç kongre yapmış yönetimi içeride olur mu? Birisi giriyor bir kongre daha yapılıyor, o giriyor daha çıkmadan diğeri giriyor. Barış çok ciddi, onurlu bir iştir. Biz ne kimsenin onurunun kırılmasını isteriz, ne de kendimizin vermiş olduğu mücadelenin, bedellerin onurunu kıracak bir davranışta bulunuruz. Onun için rahat değiliz. Onun için ölçerek, biçerek, tartarak konuşuyoruz. İkili hukuk var. Bir tane emniyet görevlisi biz konuşurken mikrofonumuzu kısabiliyor. Hakaret edebiliyor. Başka bir partinin genel başkanınaysa başka yaklaşıyorlar. Ama biz buradayız, varız, emin olun bir ışık görürsek Bahçeli başını koyuyordu, biz bedenimizi koyarız. Ama olmazsa; bu süreç bizim dediğimiz bir aldatmadan, kandırmadan ibaretse de zaten mücadelemiz devam ediyor. Hiçbir zaman diz çökmedik, çekinmedik, sözümüzü her zeminde kullandık, direndik. Sadece biz burada değil cezaevinde Demirtaşların, Yüksekdağların ortaya koyduğu direniş yabana atılacak bir şey değil. Dolayısıyla samimiyet görebilirsek, sıkı sıkı sarılıp devam ettirmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız.
Şeffaflık vurgusu yaptınız ama dünyadaki çatışma çözümlerinde de bu tip süreçler hiçbir zaman tam anlamıyla şeffaf olamaz. Dolayısıyla eğer yeni bir süreç olursa bunun bir noktasında muhakkak kamuoyuyla yüzde yüz paylaşılmayacak bir şeyler olacaktır. Siz o sürecin neresinde olabilirsiniz? İkincisi, diyorsunuz ki ‘somut adım görmeliyiz’. Ön şartınız var mı? ‘Kervan yolda dizilir’ gibi bir sinyal alsanız, yine de başlar mısınız? Yoksa ‘Ben bu ön koşullar olmadan size elimi uzatmam’ der misiniz? Ve bir de Abdülkadir Selvi’nin bir iddiası vardı, Ömer Öcalan'ın İmralı’ya gideceği yönünde. Bunun gerçekliği var mı?
TÜLAY HATİMOĞULLARI: Sadece Ömer Öcalan değil, bütün vekillerimiz için belli süreçlerde biz başvurular yaptık. Onun dışında zaten avukatların sistematik başvuruları var. Sürekli düzenli başvuru yapıyorlar ve reddediliyor. Ömer Öcalan vekilimizle henüz görüşemedik. Kendisiyle tabii ki görüşeceğiz ama öyle bir şey gelmiş olsaydı şu ana kadar haberimiz olurdu. Zaten Abdülkadir Selvi de ‘kesin bir bilgi değil, bir ihtimal’ diyor.
Yüzde yüz bir şeffaflık olabilir mi? Tabii ki dediğiniz bu deneyimlerin hepsi doğrudur, hepsi yaşanmış şeylerdir. ‘Bütün yapılacak görüşmeler şu masanın ortasında yapılsın’ gibi de olmaz bu süreç. Tabii ki bir mutfak dönemi olur bu süreçlerin. Ama belli başlı konularda ‘evet biz görüştük’ diyebilmek. ‘Evet bu süreç başladı’ diyebilmek. ‘Evet belli başlı konularda şu kadar yol alınabilir gibi görmekteyiz’ diyebilmek. Aslında şeffaflıktan kasıt bu. Böyle bir şeffaflıktan bahsediyoruz. Mesela biz niye Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde barış temalı bir komisyon kurmuyoruz? Böyle bir komisyon kurulursa, grubu bulunan bütün siyasi partiler yer alır ve herkes sürecin bir parçası olur. Barış toplumsallaşmalı derken bir adımı da budur. Böyle bir komisyon pekala çok hızlı oluşturulabilir. Böyle bir komisyon parlamento adına ‘Böyle bir sorunu var ülkenin. Nasıl çözebiliriz?’ diye detaylı bir çalışmayı pekala yürütebilir. ‘Hele bir başlayalım da yolda hallederiz. Yarın bakarız, öbür gün bakarız’ gibi bir sürecin kuşkusuz içinde olmayız. Zaten şu şöyle olmaz; ‘iki kere görüştürürüz sonra üstünü kapatırız’. Oyalama ve kandırma dediğimiz budur işte. Biz pekala DEM Parti olarak da, Türkiye kamuoyu da, demokrasi güçleri de bunu gayet iyi analiz eder ve ne anlama geldiğini bilir. Bir görüşme başlıyor ve sonra kapanıyorsa mücadelemize kaldığımız yerden devam ederiz. Burada bizim vermek istediğimiz en güçlü mesaj şudur: Barış için mücadele etmekten bir an bile vazgeçmeyeceğiz.
Birinci çözüm süreci adı taşıyan süreçle bugün arasında önemli bir fark var. Sizin yol temizliği dediğiniz konuların büyük bir bölümü o dönemde zaten söz konusu değildi. AİHM kararlarına uyuluyordu. Öcalan'la sürekli görüşmeler başlamıştı. Demokrasi konusunda sorun teşkil edecek şeyler daha azdı. Ama başarılı olamadı bu süreç. Yani zaten yolun temiz olduğu bir ortamda başarılı olamamış bir süreç var. Bugünse yolun pek de temiz olmadığı başka bir süreç söz konusu. Sizin beklentileriniz bu yol temizliğinin ötesinde neler olabilir?
TUNCER BAKIRHAN: Çözüm sürecinde Kuzey Doğu Suriye'deki yönetim yoktu. Türkiye bölgesel güç olma yolunda dolu düzgün gidiyordu. Neo Osmancılık, Müslüman kardeşlerle ilişkiler, HTŞ ile ilişkiler… Türkiye o zaman başka bir durumdaydı, başka bir rol oynamak istiyordu. Ama saha gerçekliği Kuzey Doğu Suriye'de bir bölge açığa çıkardı. Suriye yıkılmadı, Şam'da namaz da kılınmadı. İran daha örgütlü bir şekilde bölgede bulunuyor. BOP’a hâlâ o dönem eşbaşkanlık yapma potansiyeli koşulları vardı. Şimdi değil eşbaşkan BOP’a muhtar olunur mu bilemiyorum. O süreçte Kürtlerle barış sağlansaydı şimdi Türkiye'nin Orta Doğu'daki, bölgedeki rolü bence farklı olurdu. Model olurdu. Oradaki çatışma ve savaşların bitmesi konusunda çok önemli bir rol oynayabilirdi. Suriye bu halde olmayabilirdi.
Şimdi koşullar çok farklı. ‘Burada silahlı güç var mı yok mu’dan şu anda daha ağır, daha büyük koşullar yaşanıyor. Bence böyle bir arayış eğer varsa doğru bir arayıştır. Bir arada olmak, o ateşin buraya sıçramaması için birlikte durmak en önemli güvenliktir. İHA’ya, SİHA’ya yapılan yatırımlardan daha güvenlidir Kürtlerle yapılacak barış. Burada kilit nokta Kuzeydoğu Suriye'dir. Yüz yıl önce araya bir sınır çekiliyor. Bir gecede oraya Suriye bayrağı, buraya Türkiye bayrağı dikiliyor. Oraya duyarsız kalın, girelim, katledelim. Oradaki o paramiliter güçler, o muhafazakar, kökten dinci hareketler... Kırılma noktası tam da orası oldu. Yoksa Kürt meselesinin çözümü en kolayıdır. Kürtler burada toprağa, bayrağa dayalı bir şey istemiyor. Ana dilimi özgürce nasıl konuşurum, ana dilimle nasıl eğitim alırım? Kimsenin Türkiye'nin bayrağıyla, başkentiyle, değerleriyle, sembolleriyle vesaireyle sorunu yok. Türkiye bölgede eski gücünde değil. Uluslararası arenada eskisi gibi inandırıcılığı yok. Birleşmiş Milletler toplantısını hep beraber izledik. Kimsenin artık itibar etmediği, güvenmediği, bir gün BRICS anlaşması, Kızıl Elma, diğer gün Batı Avrupa, diğer gün Orta Doğu, karmakarışık, hiçbir yerinde başarıya ulaşmamış bir Türkiye var. Libya öyle kaldı. Suriye öyle kaldı. İran'la ilişkiler öyle kaldı. Şimdi yetmedi aynısını Federe Kürt bölgesine kaydırıyor. Kürt meselesi topla, tüfekle, kalekolla, üsle çözülmez. Yani Kürt'e hasım olacağına hısım olmak Türkiye'nin yararınadır. Çözümü kolaylaştıracak en önemli şeylerden birisi Kürtlerin hâlâ kardeşlik, birlikte yaşam olabileceğine inanmasıdır.
Onun için koşullar değişti. Evet, silahlar daha az konuşuyor ama Türkiye daha büyük tehdit altındadır. Evet, PKK burada yok. Belki sizin bahsettiğiniz, dediğiniz oranda yok. Ne güzel işte. Çözümü kolaylaştıran bir şey. Eskiden ‘Silah vardı, onun için çözmüyoruz. Silahlı güçler şehre iniyor, insan kaçırıyor, vergi alıyor, belediyeyi haraca bağlanmış’ diyorlardı. Şimdi tüm bu gerekçeler ortada yok. PYD'ye gelince bütün samimiyetimle söylüyorum, oraları bilmem, gitmem, etmem. PYD'den buraya gerçekten bir tehdit var mı? Somut ortaya koysunlar, hep birlikte tavır alalım. PYD, El Nusra'dan, El Kaide'den, IŞİD'den daha tehlikeliyse eyvallah biz de duralım. Bütün dünyada Kürtlerin, emin olun, yüzlerini döndükleri ülke Türkiye'dir.
Açık konuşalım. Güney de, Federe Kürt bölgesi de böyledir. Kuzey Doğu Suriye de böyledir. Diaspora da böyledir. Burası bizim. Onun için buranın demokratikleşmesini istiyoruz. Çocuklarımız burada büyüsün istiyoruz ama kendi kimliğiyle. Dövülmeden, horlanmadan, itilmeden. Türkiye toplumunu irrite edecek taleplerimiz yok. ‘Halkımızın seçtiği temsilcileri cezaevine atmayın’ diyoruz. Bundan daha doğal, daha insani, hukuki, yasal bir şey var mı? ‘Yerel demokrasiyi büyütelim’ diyoruz. Evet, Siirt’in, Şirvan ilçesinin Akköy'ünde yapılacak su işi niye Ankara'dan, merkezden belirlensin? Orada yerel yönetimler var. Dışarıdan atanan bir devlet memuru o kenti bilmeden, bütçesini bilmeden, tanımadan doğasını, sosyolojisini niye harcasın?
İlk süreçte parlamento dışarıda bırakılmıştı. Parlamentoda kurulmasını temenni ettiğiniz komisyona nasıl bir anlam yüklüyorsunuz? Yürütücü mü olacak, rıza üreten bir mekanizma mı?
TUNCER BAKIRHAN: Hatırlarsınız 2013 çözüm sürecinde toplum desteği yüzde 70'lere çıktı bir ara. Yani Türkiye toplumunun önceliği ‘kim muhataptır, niye Öcalan’dır, niye DEM’dir’ değildir. Öncelik; bu mesele bir an önce çözülsün. Kiminle çözülüyorsa o bir adım öne çıksın. Bence bizim de oradan okuyup bakmamız gerekiyor.
Bu meselenin 100 yıldır çözülmemesinin sebebi, bir muhatabı olmamasıyla ilgili değil. Çözme iradesi yoktu, istemi yoktu. Çeşitli sebepler vardı. ‘Kürtler 100 yıl sömürge olarak yaşasın’ dediler. Onun için bence mesele kimin muhatap olduğuyla ilgili değil ama gerçek muhatapları bir sürece dahil olursa çözüm de o kadar kolay ve çabuk olabilir.
Bir başlatsak o süreci emin ol tartışacağız; ‘hangi model, hangi yol yöntem, toplum neresinde, meclis neresinde?’ Kurullarımızla enine boynuna oturup tartışacağız.
Bu hızlı başlangıca siz de şaşırdınız öyle mi?
TUNCER BAKIRHAN: Bahçeli'nin gelmesini ve ‘Türkiye barışını sağlamalıyız’ demesini bekleyen var mıydı burada? Beklediğimiz bir şey değildi, onu söyleyeyim. Hatta bize doğru mu geliyor, o arada bizimle SAADET grubu arasına bir çıkış olduğu için oradan mı çıkacak diye düşündük. Grup Başkanvekilimiz Gülistan Hanım yanımdaydı. Kulağıma dedi ki, ‘başkan Bahçeli iki defa mimikleriyle selam verdi'. ‘Yapma’ dedim, ‘Niye sana selam versin?’
Bence önceden çalışılmış hesaplanmış, tartışılmış bir şeydi. İyi de yaptı gelerek. Ben önemsiyorum. Meclis zaten böyle bir zemin için var. Bu zeminde de siyasi partilerin tokalaşması, bir araya gelmesi, sohbet etmesi, meseleleri müzakere etmesi kadar doğal bir durum yok yani. Yoksa meclisin kendisinin bir anlamı kalmıyor.
Mecliste bir barış komisyonu olabilir, bence Türkiye'de birinci durumda olan partinin bir temsilcisi de başında olabilir. Bence en önemlisi Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu meseleye katkı sunması, karşısında durmaması. Biz parti olarak henüz kurulları toplamadığımız için akil insanlar için bir şey demiyorum ama bu meselede geçmişte kafa yoran, mesai harcayan, yazan, çizen bütün aktörlerle bir araya gelmeyi düşünüyoruz. Biraz geçmişi tartışmak, onların geçmişe nasıl baktıklarını, meselenin nerede takıldığını anlamak bizim de önümüzü açabilir.
2009-2013 arasında 4 yıl var. Devletin o zaman 4 yıllık bir hazırlığı varmış.
Bugün hiç böyle bir hazırlık sezgisi var mı sizde devlete dair?
TUNCER BAKIRHAN: Devlet organizasyonu bence en büyük meselesiyle ilgili her zaman hazırlıklı olmalı, tartışmalı, konuşmalı. Sonuçta mahalle muhtarlığı değil. Orta Doğu'da bütün sorunların yaşandığı, vekalet savaşlarının, artık ülkelerin direkt katıldığı savaşların olduğu, çatışmaların olduğu, yarın neye uyanacağımızı bizim dahi tahmin etmediğimiz şok üzerine şokların yaşandığı bir yerde ben devlet olsam en önemli meselem için 24 saat teyakkuzda olurum, takip ederim. En uygun zamanda da bu meselenin diyalogla çözülmesi için büyük bir çaba içerisinde olurum.
Bahçeli bir yandan el sıkarken bir yandan 'kayıtsız şartsız silah bırakılsın' diyor. Bu gerçekçi geliyor mı?
Bahçeli'nin söylemi üzerine konuşmayacağım ama barışın olduğu, olacağı bir yerde başka araçlara niye ihtiyaç duyuyorsunuz zaten? Aslında hepimiz birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Bence bizim önceliğimiz bu değil. Önce kim, ne, nasıl? Bir sürecin samimi yürüyüp yürümeyeceğini anlamaya çalışıyoruz. Biz bunu görürsek önce kim ne yaptı, ne dedi, hangi adımı attı? Bunlar tabii ki önemli. Ama al-ver meselesi gibi yaklaşmıyoruz.
Bugün Selahattin Demirtaş’la, dün Figen Yüksekdağ’la görüştünüz. Erdoğan grup toplantısında ‘Demirtaş'la gelmeyin bana’ dedi, en azından böyle yorumlandı. Bir süreç başlayacaksa bile Demirtaş’ın sürecin dışında tutulacağı yorumu yapıldı. Bu meseleyi konuştunuz mu? Selahattin Bey'den bize aktaracağınız başka bir şey var mı?
TÜLAY HATİMOĞULLARI: Selahattin Başkan'ı ziyaret ettiğimizde bu özeleştiri meselesinde çok net şunu ifade etti; "Biz ne yapmışız da özeleştiri vereceğiz? Ortada bir suç mu var? Bu bir siyasi intikam davası ve burada özeleştiriyi vermesi gereken bu kadar cezayı yağdıranlardır. Bu konudaki görüşüm net budur." Bazı akıllılar diyor ki ‘Demirtaş içinde yer almasın sürecin’, bazısı da tam tersi yorumu yapıyor. Cumhurbaşkanı'nın kafasının içini okuyamayacağımıza göre ben burada ne yorum yapacağım bilmiyorum. Ama biz DEM Parti olarak bu konuda ne düşünüyoruz, onu biliyorum, onu söyleyebilirim. Selahattin Demirtaş'ın, Figen Yüksekdağ'ın ortada AİHM kararları da varken, Türkiye'nin de AİHM kararlarına uyması gerekirken, serbest bırakılması gerekiyor. Buna bir şey daha ekliyoruz; Selahattin Demirtaş da Figen Yüksekdağ da şunu çok net ifade ettiler: Biz elbette dışarıda olsak barış sürecine daha büyük katkı sağlarız ama içeride de olsak dışarıda da olsak bu sürecin partimizin çizeceği çerçeve etrafında bir parçası olacağız.
Yeni başlayan süreçte bir muhatap belirsizliği var mı? İkincisi, ‘ön koşul’ demiyorsunuz, ‘yol temizliği’ diyorsunuz Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması sizin için o yol temizliğinde önemli kilometre taşlarından biri. Bunun dile getirilmesinin Türkiye kamuoyunda yaratabileceği etkiyi hesaba katıyor musunuz? Başta Demirtaş olmak üzere siyasi mahkumlara özgürlük değil de, Öcalan'ın üzerindeki tecridin kaldırılmasına öncelik vermenin bu sürecin ilerleyebilmesi için çok mantıklı olduğunu düşünüyor musunuz?
TÜLAY HATİMOĞULLARI: Muhatap belirsizliği aslında yok. Devlet Bahçeli gelip bizim partinin eş genel başkanının elini sıktıysa siyasal muhatap olduğunu kendileri kabul etmiş oluyor. Biz siyasal muhatabız DEM Parti olarak. Demokratik zemindeki siyasal muhatabız. Ama bu tek taraflı bir muhatabiyet ya da böyle bir ikili basitlikle ele alınacak bir şey değil. Sonuç itibariyle bütün çatışma ve çözüm tarihlerinde çatışanlar masaya oturur, demokrasi güçleri buna katkı sağlar. Bu sorunun muhatabı çatışanlardır, devlettir, PKK'dir. Demokratik siyasette biziz. Ama aynı zamanda önceki süreçlerden farklı olarak Türkiye'deki bütün muhalefet partilerinin de aynı zamanda bu konuya katkı vermesi önemli.
Yol temizliğinin Türkiye toplumunda yaratacağı etkiyi düşünüyor muyuz? Mesela yarın Öcalan’la ilgili dediler ki ‘tecridi kaldırdık’. Ya da dediler ki ‘umut hakkı kullanılacak’. Eğer çatışmaların bitmesi isteniyorsa zaten olması gereken bu. Bunu bütün Türkiye toplumuna anlatmak da biz siyasi partiler ve demokrasi güçlerinin görevi. Türkiye toplumunda negatif bir etkinin ortadan kaldırılması da barışı inşa etme sürecinin bir parçasıdır. Zaten en önemli parçası bu.
Yol temizliğinde neden öncelikle Demirtaş, Yüksekdağ değil de Öcalan’ın bırakılmasını dile getirdiğimizi sordunuz. Bugün bizzat Demirtaş kendi ağzından söyledi. ‘Kimse böyle bir ikilem yaratmaya kalkmasın’ dedi. ‘Benim de barış sürecinin başlayabilmesi için önkoşulum ya da ilk vereceğim refleks tecridin kaldırılmasıdır’ dedi. Bu kadar yalın, sarih ve net. Dolayısıyla o da bizim ve herkesin bildiği yolu, adresi gösterdi. Bizim için bütün tutuklu arkadaşlarımız eşit derecede önemli. Böyle bir ayrımımız yok.
Koşullar böyle ise ve 2013'ten farklı olarak çözüme mecbur bırakacak bir düzeyde ise aslında mecbur görünen tarafı ve aktörü bu ışığı yakmaya zorlayan bir hamleyi yapacak bir aksiyon olamaz mı? O ışığı beklemek yerine, o ışığı yakmaya da mecbur bırakacak bir pozisyonda ve aktörlükte olunamaz mı?
TUNCER BAKIRHAN: Muktedirlerin insafına bırakılan bir süreç 2013-15 arası gibi olabilir.
Barışın toplumsallaşması tam dediğinizdir. Bu sorun hepimizi yakıyor, hepimizi etkiliyor. Dolayısıyla ‘hepimiz’ derken en geniş biçimde bir basınç oluşturması gerekiyor toplumun. Yakın zamanda, muhtemelen kurullarımız toplandıktan sonra halkla buluşmalar, emek meslek örgütleriyle, toplumun demokratik örgütleriyle bir basınç oluşturmak gerekiyor. Oradaki niyet, oradaki amaç başka bir şeyse bile onu buraya zorlamak gerekiyor. Onu zorlayacak tek güç de halkın, toplumsal kesimlerin basıncı olur.
Topluma ineceğiz. Biraz önce size anlattığımız her şeyi Artvin'den Edirne'ye kadar anlatmak zorundayız. Olacaksa da olmayacaksa da şöyle bir şey yapmayacağız; ‘Yani biz el uzattık, elimizi ittiler. Biz istiyorduk ama işte onlar istemediler, engel oldular. 2013-15'te yaptıkları gibi.’ Bunu dedirtmeyeceğiz. ‘Çözüm vardı ama buna gerekli olan gücü, desteği DEM Parti vermedi’ dedirtmeyeceğiz. Aksine toplumla birlikte böyle bir basınç oluşturarak niyet ne olursa olsun onları bir sürece zorlamak için bir planlama yapacağız.
Toplumsallaştırmak için bir planınız, yol haritanız var mı? Siyasi partilerle bir araya gelmek gibi?
TUNCER BAKIRHAN: İlk adımlarımızdan birisi o; siyasi partiler turu. Bu meseleyi onlarla da tartışmak, fikir alışverişinde bulunmak. Ama Cumhuriyet Halk Partisi'nin şu anda durduğu yer kıymetli, önemli. Özgür Özel'in açıklamalarını en azından bu süreç zarfında yaptığı şeyleri çok kıymetli ve değerli görüyorum. Sizin aracılığınızla Özgür Bey'e teşekkür etmek istiyorum. Şu anda iyi bir noktada, en azından karşısında durmayacağını okuyoruz. İlerleyen süreçlerde de fikir alışverişimiz, görüşmelerimiz yoğun bir şekilde devam edecek. Ama Cumhuriyet Halk Partisi olmadan bu iş olmaz.
Erdoğan da Bahçeli de bu süreci ‘iç cepheyi güçlendirmek’ diye tarif ederek başlattılar. Hatta bu iç cephe çağrısı konuşulurken 'Yenikapı ruhu' tarifi de yapıldı. Meselenin buralara gitmesi riskini görür müsünüz? Önceki süreç sonrasında örneğin ‘seni başkan yaptırmayacağız’ ifadesinin etkisi çok konuşuldu, ‘hata mıydı, değil miydi’ diye. Burada da benzer riskler var mı?
TUNCER BAKIRHAN: ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ meselesine çok girmek istemiyorum. Ama o Dolmabahçe süreci reddedildikten sonra söylenen bir şeydi. Yani aslında süreç öncesinde bozulmuştu zaten. Şimdiyse biz kendimiz zaten yönetmeye talibiz. Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte yönetime aday olduğumuz için kendi iddiamızı ortaya koyacağız. (Duvar)