2000 yılında hazırladığı iddianame ile Gülen'i yargılayan dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, "Silahlı kuvvetlere bu kadar güçlü gireceklerini, sadece silahlı kuvvetlere değil, adliyeye de bu kadar güçlü gireceklerini, ele geçireceklerini tahmin etmemiştim. Ama ele geçirdiler. En sonunda da bu darbeyi de bu kadar güçlü yapacaklarını tahmin etmiyordum ama yaptılar" dedi.
Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) döneminde Türkiye'nin en çok konuşulan soruşturmalarına imza atan, "Demir Savcı" lakaplı Nuh Mete Yüksel, 2000'de hazırladığı Fetullah Gülen iddianamesinde, Gülen cemaatinin illegal yapılanmasını gözler önüne sermişti.
İddianamesinde, Gülen'in, "laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu"nu, Gülen'in TSK'yı ele geçirmek amacıyla sızma politikasını sessiz ve derinden devam ettirdiğini vurgulayan Nuh Mete Yüksel, o günleri anlattı.
Türk tarihiyle ilgilenerek, okuyarak büyüdüğünü, Atatürk'e ve laik Cumhuriyete de büyük bir şevkle bağlı olduğunu söyleyen Yüksel, bu itibarla Cumhuriyet aleyhindeki bütün hareketlerin daima ilgisini çektiğini belirtti. Yüksel, "Zaten Atatürk de bize Cumhuriyet savcısı lakabını vermiş, hilafetin, saltanatın savcısı veya Marksizm'in, Leninizm'in savcısı olmayı yasaklamış, 'Siz Cumhuriyetin savcısısınız, Cumhuriyeti koruyacaksınız' demiş ve bu görevi vermiş. Bu itibarla ben de Fetullah Gülen'i palazlanmaya başladığı andan itibaren bir nevi takip ettim" dedi.
Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) elebaşı Fetullah Gülen'in o dönemde gençlik üzerinde yoğunlaştığını ve bunun için "İşık Evleri"ni kurduğunu anlatan Yüksel, şöyle devam etti:
"Işık evlerinde gittikçe çoğalma, kendi tabiriyle bir gölleşme faaliyetine geçti. Bunun yanı sıra devleti ele geçirme çabasına geçti. İlk defa emniyetten başladı. Ondan sonra kendi tabiriyle mülkiye, adliye, askeriye üzerinde yoğun bir çaba sarf etti. 'Buralarda güçleneceksiniz, çoğalacaksınız, buralarda devleti ele geçirecek güce erişinceye kadar mücadele edeceksiniz' diye talimatlar verdi. Bu talimatları o zamanlar piyasaya çıkan kasetlerde gördük, okuduk. 'Dünyayı elinize alacağınız güce erişinceye kadar, girişeceğiniz her hareket erkendir' dedi. Bunu yasakladı. Bunlar, bir örgüte verilen talimatlardı."
OKULLAR BANA GÖRE İNAHET YUVASIDIR
Gülen'in daha sonra okullarını kurduğunu belirten Yüksel, "Fetullah'ın okulları başlı başına bana göre bir ihanet yuvasıdır" diye konuştu.
Bu okullarda Atatürk ve Cumhuriyet aleyhindeki faaliyetlerin yoğun şekilde devam ettiğini aktaran Yüksel, Gülen ile bağlantılı okullarda Türkçe öğretilmediğini, gayenin İngilizce öğretmek olduğunu dile getirdi. Yüksel, İngilizce eğitim verilmemesi halinde bu okulların açılmasına ABD'nin ve İngiltere'nin müsaade etmeyeceğini söyledi.
Söz konusu okullarda gizli şekilde laiklik, Atatürk ve Cumhuriyet aleyhinde faaliyetler yürütüldüğünü anlatan Yüksel, "Mesela okula bir misafir geleceği zaman herhangi bir bürokrat, bakan, bir büyük iş adamı, hatırlı bir kişi geleceği zaman hemen tozlu mahzenlerdeki Atatürk resimleri, büstleri çıkarılır, temizlenir, konur, misafiri gönderdikten sonra 'kaldırın bu deccalı buradan' diye komut verilir ve deccal diye hakaret ettikleri Atatürk'ün resimleri, büstleri yine mahzenlere atılırdı. Bunu da bürokratlarımız bile bile, bazen bilmeden saf bir şekilde yediler, yuttular kaba tabiriyle" ifadelerini kullandı.
EMNİYETE İYİCE YERLEŞMİŞLERDİ
Takip ettiği bu gelişmeler üzerine soruşturmaya başladığını belirten Yüksel, şöyle konuştu:
"Piyasaya yayılan kendisinin konuşmalarını içeren kasetleri topladım. Bu arada onun eski talebesi olan bazı öğrencileri onun gerçek yüzünü görerek geldiler, davaya müdahil olarak katıldılar. Tanıklık yaptılar. Onlarla mesai yaptık. Rahmetli (Necip) Hablemitoğlu'nun kitaplarını okudum. Onun makaleleri çok nefis, zengin makalelerdi. Emniyetten hiçbir şey almadım, emniyet sıfır. Emniyetin içine epeyce yerleşmişlerdi. Fetullah hakkında gerçekten soruşturma yapan bir grup vardı. Osman Ak ve Cevdet Saral. Osman Ak, yanlış hatırlamıyorsam Ankara Emniyet Müdürlüğü istihbarattan sorumlu emniyet müdür yardımcısıydı, Cevdet Saral da emniyet müdürlüğü yaptı. Bu grup samimi olarak soruşturmayı yaptı. Şimdi çıkıp ahkam kesiyorlar 'biz soruşturma yaptık, biz bunu yaptık, şunu yaptık' diye. Bu yalan. O zaman söylediğim kişiler hariç hepsi Fetullah'ın yanında yer aldı. Çünkü Fetullah o zaman bayağı itibarlı bir kişiydi. Fetullahçı olmak demek, istikbalinin açılması, önündeki yollarının açılması demekti. Onun için hep Fetullah'ın yanında oldular."
YARGITAY 9. CESA DAİRESİ FETÖ'NÜN OYUNUNA GELDİ
Açtığı davanın mahkumiyetle sonuçlandığını ancak cezanın tecil edildiğini anlatan Yüksel, bununla da yetinilmediğini, davanın tekrar ele aldırıldığını söyledi. Yüksel, o zamana kadar çok iyi bir daire olan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin "Fetullahçıların oyununa geldiğini ve kararı bozduğunu", sonunda da beraat çıktığını kaydetti.
Fetullahçıların davayı çökertmek için ellerinden geleni yaptıklarını, davaya katılanları korkutarak davadan çekilmelerini sağladıklarını dile getiren Yüksel, "Benim üzerimde de tabii baskılar oldu. Fakat ben artık her şeyi göze almıştım. Bütün tehditlere ve baskılara rağmen sonuna kadar götürdüm ancak esas hakkında mütalaa safhasında bizi aldılar oradan" diye konuştu.
Yüksel, bu grubun o dönem Yargıtayda yapılanmalarının söz konusu olmadığını ancak alınan kararları etkileyebildiklerini belirterek, "Benim hiç ummadığım adamlar etkilendiler Yargıtayda ama isim veremem" dedi.
Gülen hakkında yakalama, gıyabi tutuklama kararı da çıkardığını, sonradan tutuklama kararının kaldırıldığını söyleyen Yüksel, "O zamanki yapılanmada emniyete girmişlerdi, emniyette güçlülerdi ama dediğim gibi benim tespitime göre silahlı kuvvetlerde ve adliyede bu derece güçlü değillerdi. Ama belki de biz yanılıyorduk. Güçlenmeye başlamışlardı. Nitekim ben mesela şimdi de bu kadar güçlendiklerini düşünemezdim. Aldığım her kararın, attığım her imzanın arkasındayım. Ama kalleşlik yapanlara kızıyorum tabii. Fetullahçı görünenlere, Fetullah'tan menfaat bekleyerek arkasından gidenlere hala kızgınlığım devam eder" ifadesini kullandı.
Hazırladığı iddianameyle ilgili "Tek kişilik örgüt mü olur, bu ne biçim dava, somut bir şey yok" şeklinde tenkitlerde bulunulduğunu aktaran Yüksel, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bana göre terör eylemi vardı orada. Bir kere o katılanlar, yani olayın şahitleri zorla, tehditle vazgeçirildi. İddianamenin altında örgüt hakkında soruşturmanın devam ettiğini yazmıştım. O soruşturmaya devam ettim. Bunu ne yapacağı? Evvela dinleme gerekiyor. Dinlemeleri yoğunlaştırdık. Fakat gördüm ki dinlemeleri gerçekleştiren, arada gelip gidenlerin hepsi Fetullahçı. Onun üzerine dinlemeyi bıraktım. Bu insanlar içine adam yerleştirerek soruşturmayı yapma yoluna gitmeyi tercih ettim. O zaman 4422 sayılı kanun vardı, ona göre bunu yapabilirdik. Fakat mevcut kadroyla yapamayacağımı anlayınca o zamanki İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'e gittim, durumu anlattım. Rüştü Bey 'haklısınız' dedi ve bundan sonra çalışmam için başka birini görevlendirdi. Fakat o şahıs da fena halde ürktü. Daha sonra askerle çalışmaya karar verdim. Aytaç Yalman Jandarma Genel Komutanı idi. Kendisiyle görüştüm. Aytaç Paşa benim yanımda Jandarma Alay Komutanına emir verdi, 'Beraber çalışacaksınız, Mete Bey'in direktiflerini yerine getireceksiniz' diye. Ancak o zaman o süreçte de ben görevden alındım, bu iş bitti.
Bazı askeri liselere girmişlerdi zaten. İddianamemde var, çalışıyorlardı. Ben bu kadar süratli şekilde ele geçireceklerini tahmin etmedim. Yani silahlı kuvvetlere bu kadar güçlü gireceklerini, sadece silahlı kuvvetlere değil, adliyeye de bu kadar güçlü gireceklerini, ele geçireceklerini tahmin etmemiştim. Ama ele geçirdiler. En sonunda da bu darbeyi de bu kadar güçlü yapacaklarını tahmin etmiyordum ama yaptılar. Darbenin bu kadar güçlü yapılacağını, bu kadar çok elemanla yapılacağını, bu kadar çok silahla yapılacağını hiç düşünmedim. Darbe günü dışarıdaydım. Arkadaşlarla baronun Balgat'taki yerinde yemek yiyorduk. Aniden uçaklar patlamaya başladı. Hiç tahmin etmiyordum fakat maalesef oldu. Sabaha kadar da sürdü o bombalar. Sabah dahi atıldı bomba."
10 YIL HAPİS İSTEMİŞTİ
DGM Savcılığı döneminde, Türkiye gündemini yakından ilgilendiren soruşturmaları yürüten, arkadaşları ve kamuoyu tarafından "Demir Savcı" lakabı takılan Nuh Mete Yüksel'in, 2000'de hazırladığı 79 sayfalık iddianamede, özetle şu tespitler yer aldı:
"Nurculuk, Türkiye Cumhuriyeti'nin tamamen şeriat esaslarına ve İslami prensiplerine göre idare edilmesini, hilafet ve saltanatın geri getirilmesini, inkılapların geçici olduğunu, Kur'an-ı Kerim dışında bir anayasaya ihtiyaç bulunmadığını savunmaktadır. Nurculuğun bilhassa ordu mensupları arasında yayılmasına önem verilmektedir. Gülen'in amacı, devletin tüm sistemlerinde İslam hükümlerini egemen kılarak teokratik bir İslam diktatörlüğünü kurmaktır. Fetullah Gülen'in laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni sona erdirip, yerine şeri yasaların hakim olduğu İslam devletini kurmak için okullarında beyinlerini yıkadığı gençlik ile oluşturacağı toplumu kullanmayı planladığı tespit edilmiştir. Gülen, Papa ile görüşerek sadece Türkiye'de değil, dünyadaki Müslümanları yönetmeyi amaçlayan ruhani liderliğe olan ilgisi, siyasi parti, kişi ve bazı devlet kadroları tarafından kabul görmesi nedeniyle hedefine ulaşmada devlet rejimini istismar etmesi ile ülkemizdeki en güçlü ve en etkin irticai yapılanma olarak değerlendirilmiştir."
Gülen grubunun, planlı, programlı sinsi çalışmalarının önünde tek engel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'ni gördüğüne dikkat çekilen iddianamede, "Fethullah Gülen tarafından TSK içinde yapılanabilmek ve ileride etkinliğe kavuşabilmek amacıyla yeni projeler üretilmeye başlanmış, bu çerçevede askeri okullarda okuyan öğrenciler, önce fiili hedef olarak belirlenmiş, kültür düzeyi yüksek, kendine bağlı türban takmayan bayanların askeri öğrenciler ile tanışmaları ve evlenmelerinin sağlanabilmesi için gerekli vasatı sağlayacak bir yapılanmaya gitmiştir. Gülen, bu yöntemle 10 yıl içinde TSK içinde söz sahibi olacağı bir konuma gelmeyi planlamaktadır” denildi.
Gülen'in yargılanmasına 16 Ekim 2000 Pazartesi günü başlandı. Ankara 2 No'lu DGM'de görülen davaya, ABD'de bulunduğu bildirilen Fetullah Gülen katılmadı. Mahkemece, Fetullah Gülen'in adresinin tespit edilmesi için Adalet ve Dışişleri Bakanlıkları aracılığıyla ABD'ye müzekkere yazıldı, Gülen hakkında yakalama kararı çıkarıldı.
Yargılama sonucunda, 10 Mart 2003'te mahkeme Gülen'i suçlu buldu ancak davanın kesin hükme bağlanması, kamuoyunda "Rahşan affı" olarak bilinen 4616 sayılı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun uyarınca ertelendi. Gülen'in, 5 yıl içinde aynı tür veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlemesi durumunda dava yenilenecek, bu süre içinde aynı cins veya daha ağır bir suç işlememesi durumunda ise dosya işlemden kaldırılacaktı.
Gülen'in avukatları, 3713 sayılı Yasa'da yapılan değişiklik ve 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu'nun 7. maddesi uyarınca yeniden inceleme ve beraat talebinde bulundu. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 5 Mayıs 2006'da Ankara 2 No'lu DGM'nin kararının kaldırılmasına ve Gülen'in beraatına oy birliğiyle karar verdi. Beraat kararının gerekçesinde, Gülen'in anayasal düzeni değiştirme amacı güttüğüne ilişkin delil bulunmadığı, aksine devlet yanlısı tutumu nedeniyle dini motifli radikal terör örgütleri tarafından tehdit edildiği belirtildi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin bu kararının temyizini görüşen Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nden de onama kararı çıkması üzerine dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya karara itiraz etti. Yalçınkaya, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin beraata ilişkin 5 Mayıs 2006 günlü hükmünün bozulmasını istedi. İstemi görüşen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 24 Haziran 2008'de oy çokluğuyla itirazı reddetmesiyle Gülen'in beraatı kesinleşmiş oldu.