CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bugün Nevşehir’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Hacıbektaş’a gelişinin 104. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen etkinliğe katıldı. Etkinliğe, Özel ile birlikte CHP Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Erhan Adem, Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek, CHP Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve milletvekilleri katıldı.
“SIRRIN DÖRT YIL BOYUNCA TUTULDUĞU BU TOPRAKLARDA BULUNMAK”
Özel, burada yaptığı konuşmada, şunları söyledi:
“Burası Türkiye’nin, Anadolu’nun en önemli yerleşim birimlerinden bir tanesi. Burada açık gönüller var, açık yürekler var. Geleni geri çevirmek yok, burada gelene ev sahipliği etmek var. Üç güne kadar makam, mevki ayırmadan misafir etmek var. Üç günden sonra hizmet etmek isteyene de yer açmak, gönüllerde yer açmak; oradan sonraki süreçte hep birlikte olmak var.
Bugün çok tarihi bir gün. O, 19 Mayıs 1919’da artık İstanbul’da yapacak bir şey kalmadığı için, işgal altındaki bu toprakları kurtarmak için tek çarenin Anadolu’ya çıkmak olduğunu bildiği için Samsun’a çıktı. Ardından, kongreleri gerçekleştirdi. Yeniden Sivas’a gitti. Ankara’ya giderken aklına iki şey geldi: Bir tanesi, Selanik’teyken bir Bektaşi babasının kendisine söylediği şu sözler: ‘Bir gün Anadolu’da bir mücadeleye girersen, Ankara’da samimi bir güç ararsan, uzun yıllardır o topraklarda acı çekmiş, bedel ödemiş Alevilerin yardımını almak için Hacıbektaş’a gitmelisin. Hacıbektaş’ın başında bir dua okumalısın. Aradığın desteği, muhtaç olduğun kudreti, postun başını bulduğunda ona sorduğunda arkanda bulacaksın’ demiş. Gelir duasını yapar, postun başını bulur, Çelebi Cemalettin Efendi ile birlikte uzun bir sohbete tutuşur. O sohbetin bir yerinde, ‘Eğer muvaffak olursan ki olacağına inancım tamdır. Bu topraklara cumhuriyeti getirecek misin, eşitliği getirecek misin’ sorusuna muhatap olur. Birazcık sessizce gözünün içine bakar ve der ki ‘Eğer aramızda kalacaksa, evet günü geldiğinde Cumhuriyet’i ilan edeceğim.’ O konuşmadan neredeyse 4 yıl sonra, bir gece ‘Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’ deyince, yaverinin sonra arkadaşlarının duyduğu heyecan aslında dört yıl önceki bir sırrın aleniyet kazanmasıdır. Cumhuriyet’in kurulacağı, memlekete demokrasinin geleceği, eşitliğin geleceği; kadınların seçme seçilme hakkının olacağı; bu topraklarda çağdaş bir ülkenin kurulacağının ilk kararının verildiği, o sırrın dört yıl boyunca tutulduğu bu topraklarda bulunmak, hepimiz için büyük bir onur, büyük bir gurur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün o gün buradan sadece bir manevi destek almadığını biliyoruz. Kendisinin de hiç beklemediği önemli bir maddi desteği aldığını, ayrıca Anadolu’nun neresine giderse gitsin Horasan Erenlerinin koşup, kendisi ile beraber bu memleket için ölmeye hazır olduklarını ve onlara buradan verilen o emaneti hep birlikte biliyoruz, sayıyoruz. Anadolu’nun neresine gidersek gidelim, bu toprakların kuruluşunda; buranın hepimize yeniden yurt oluşunda, üzerinde egemenliğin simgesi bayrağın dalgalanışında, Anadolu’nun neresine giderseniz gidin, Horasan Erenlerinin türbesinin tepesinde dalgalanan Türk bayrağını görürsünüz. O bayrak Hacıbektaş Veli sayesinde dalgalanıyor. O bayrak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk sayesinde dalgalanıyor.
“BU EŞİTSİZLİĞE İTİRAZ EDİYORUZ. BU EŞİTSİZLİĞİ ORTADAN KALDIRACAĞIZ"
O günlerde kurulan Cumhuriyet, eşitlik ilkesine dayanıyordu. Anayasamıza, toplum sözleşmemize göre; Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan herkes eşit. Ama, 100. yılını kutladığımız Cumhuriyet’i şimdi yönetenler, bu topraklardaki Anayasamızda teminat altında olan eşitliği uygulamıyorlar. Maalesef bugün Türkiye’de Alevilik inancı eşit yurttaşlık temelinde karşılık bulmuyor. Bu ülkede bir dine mensup olanların, bir mezhebe mensup olanların bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanırken; bir başka mezhebe kendini bağlı görenlerin, hissedenlerin, o inancı yüreğinde taşıyanların ibadethaneleri devlet katında ibadethane kabul edilmiyor. O ibadethanelerin masrafları, giderleri; başka ibadethaneler gibi… Ben bir Sünni vatandaşınızım, benim gittiğim caminin imamının, müezzinin maaşı devlet tarafından ödeniyor, her türlü gideri devlet tarafından gideriliyor. Ama Alevi yurttaşlara gelince, cemevleri ibadethane sayılmıyor. Bu eşitsizliğe itiraz ediyoruz. Bu eşitsizliği ortadan kaldıracağız.
Ayrıca burası bir Cumhuriyet, bir devlet. Devleti devlet yapan anayasası, anayasa gereği topladığı vergiler. Devlet sağ eliyle vergi topluyor, sol eliyle hizmet yapıyor. Vergiyi toplarken Alevi’den Sünni’den aynı şekilde toplayıp; hizmet yaparken bazılarına hizmet yapmak, bazılarına yapmamak; eşitlik ilkesine aykırıdır. Ayrıca herkesin istediği gibi inanma, ibadet etme, din eğitim alma hakkı vardır. Ancak zorunlu din eğitimi altında, Alevi yurttaşların kendi inançları ile ilgili çocuklarının almalarını istedikleri eğitime, devletin eşitlikçi yaklaşmaması, dayatmacı, tekçi yaklaşmasını da kabul etmiyoruz, buna itiraz ediyoruz.
“TARİKATLARI, STK KABUL EDİP…”
ÇEDES Programı adı altında, laik eğitimin örselendiği; Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak Alevi Bektaşi Kültür Cemevi Başkanlığı adı altında Aleviler tarafından kabul görmeyen bir oluşumla; inancın sanki bir kültür sanat faaliyeti gibi nitelendirildiği bir sürecin içindeyiz. Bir bakanın ağzından, Meclis kürsüsünden; tarikatları STK kabul edip cemaatlerle protokol yapıldığının ve bundan sonra da yapılacağının söylenmesi, bu gerici anlayışla bu topraklarda yaşayan çocuklarımızın, barınma ihtiyaçlarının, ‘tarikatlara, cemaatlere gitsinler; orada bize uygun nesiller olarak yetiştirilsinler’ anlayışını son derece tehlikeli buluyoruz. Buna itiraz ediyoruz, bununla mücadele edeceğiz.
“YÜREĞİMİZDEKİ YANAN ATEŞİ SÖNDÜRMEMEYE SÖZ VERİYORUM”
Her sene Sivas’ın Madımak’ın yıl dönümünde orada olacağım, bu sene CHP Genel Başkanı sıfatı ile Madımak’ta olacağım. Madımak’ın bir utanç müzesi haline getirilmesine kadar, oradaki o katliamın; Türkiye Cumhuriyeti’nin utancının simgelendiği, orada ölen canlardan devletin özür dileyeceği güne kadar Madımak’ta mücadele devam etmeye, yüreğimizdeki yanan ateşi söndürmemeye söz veriyorum.
Bir yandan da bulunduğumuz topraklar barışın toprakları. Hünkar’ın bir kucağında aslanı, bir kucağında ceylanı tuttuğu ve bu öğreti ile Anadolu’ya barışı yaydığı; işte ondan 600 yıl sonra buralara gelmiş birisinin de dünya kadar kan akıtılarak, dünya kadar şehit verilerek; toprakların her santimetresi şehit kanı ile sulanarak verilen bir mücadeleden sonra ‘Yurtta Barış, Dünyada Barış’ demesi, o felsefenin Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının iliklerine kadar hissettikleri bir felsefe olduğunu; bu toprakların gerçekliğinin savaş değil barış olduğunu hep birlikte hatırlamalıyız.
Bugün Filistin’de, Gazze’de İsrail devleti, kendisine karşı yapılan bir terörist saldırıyı bir başlangıç kabul ederek, kendi kaybettiği sivil kayıplara hepimiz ağlarken, bu sefer dönüp Filistin’de 20 bine yakın insanı, bebeği çocuğu katletmiştir, katletmeye devam etmektedir. Bugün 18 bin tane civciv ölse, dünyanın herhangi bir ülkesinde bu bütün dünyada birinci haberdir. Ama günün birinde Bosna Hersek’teki mezalime susanlar, bugün katliamın bir tarafı İsrail olunca Filistin’deki katliama susmaktadırlar. Arafat ile kurduğu ilişki ile Filistin devletiyle kurduğu ilişkiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı Karaoğlan Bülent Ecevit’in yaklaştığı gibi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yaklaştığı gibi Filistin davası, bizim davamızdır.
“ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE FİLİSTİN’E GİDİYORUM”
Sözle, Filistin’e destek olunmaz. Sadece söz söyleyerek kınayarak olunmaz. Eylemle olur. Bunun için eğer yapacaksanız, İsrail’e ambargo uygulayacaksınız. Bir yandan çıkıp, Filistin için güzel sözler söylemek, timsah gözyaşları dökmek; sonra Filistin’e size yakın, çevrenize yakın, ailenize yakın kişilerin gemileri ile halen daha ticaret yapmak samimiyet değildir. Buradan bir kez daha Recep Tayyip Erdoğan’a sesleniyorum: Ben önümüzdeki günlerde Filistin’e gidiyorum. Filistin meselesine destek olmak için, Filistin ile dayanışmak için gidiyorum. Cesaretin varsa, bu ülkedeki tüm siyasi partilerin liderleriyle birlikte, bizimle birlikte Filistin’de olursun. 1967 sınırlarında, Doğu Kudüs’ün başkent olduğu bağımsız bir Filistin devletini savunmaya, Filistin’in yanında durmaya; buna saygı gösterirse İsrail devleti ile de en iyi ilişkileri kurmaya, CHP’nin tarihi şahitlik etmiştir. Bundan sonra da böyle olacaktır. Ancak bir yanda bu kadar büyük bir zulüm varken, mazlumlar, mağdurlar varken; güçlünün yanında durmak doğru değildir. Hünkar’ın söylediği gibi; gücünü göstereceksin mazluma, mağdura değil, zalime göstereceksin.
Türkiye’nin kutuplaşmış iklimine, mahallelere ayrılmaya çalışılan ve birbirine düşmanlaştırılmaya çalışılan 81 vilayette yaşayan; inancı ne olursa olsun, etnik kökeni ne olursa olsun; Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına sesleniyoruz. Barışın başkentinden sesleniyoruz. Sevginin, hoşgörünün başkentinden sesleniyoruz. Hacıbektaş’tan sesleniyoruz.
Bu ülkenin kırgınlıkları, kavgaları, tartışmaları, gözyaşlarını bir kenara bırakması; kucaklaşması, kutuplaştırılmaya çalışanlara inat kucaklaşması, kardeşleri birbirine kırdırmaya çalışanlara inat kardeşleşmesi; bundan sonraki süreçte bir ve beraber olması; bundan sonra Atatürk’ün kurduğu büyük Türkiye hayaliyle ve onun kurduğu Cumhuriyet’e hep birlikte sahip çıkması gerekmektedir. Biz buradan CHP olarak, tüm siyasi görüşlere, tüm etnik kökenlere, tüm mezheplere, tüm inançlara sesleniyoruz. Diyoruz ki ‘gelin canlar bir olalım.’ Hepinizi çok seviyoruz. Güzel günleri hep birlikte göreceğiz.”