Ege Postası
Geri

Soyer trafik sorunu çözümü için müjdeyi verdi: Raylı sisteme 4 yeni proje

TR35 ekranlarında yayınlanan 8. Gün programına konuk olan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, trafik sorunundan meclisteki tartışmalara, depremden tarım vizyonuna kadar birçok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Başkan Soyer ayrıca Dünya Bankası kredisine ilişkin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sunup onay talep ettiği krediye ilişkin de konuştu. Henüz bir yanıt gelmediğini ifade eden Başkan Soyer, olumlu yanıt alacağına inandığını söyledi.
Soyer trafik sorunu çözümü için müjdeyi verdi: Raylı sisteme 4 yeni proje
Haberler / Yerel Yönetimler
9 Temmuz 2021 Cuma 20:37
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş

EGEPOSTASI- İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, TR35 ekranlarında yayınlanan 8. Gün programında TR35 Yönetim Kurulu Başkanı ve gazeteci Mithat Umutoğulları’nın İzmir gündemine ilişkin sorularını yanıtladı. 
Trafik sorunundan meclisteki tartışmalara, depremden tarım vizyonuna kadar birçok konuya değinen Başkan Soyer, çarpıcı açıklamalarda bulundu.

“SAKİN SULARDAN İYİ KAPTAN ÇIKMAZ” 

Büyükşehir belediye başkanı olarak geçirdiği 28 ayı değerlendiren Başkan Soyer, yaşanan felaketlerin kendisini daha da olgunlaştırdığını söyledi ve “Çok hızlı akıyor zaman. 28 ay oldu. Çok uzun zaman değil ama çok hızlı akıyor. Fakat sakin sulardan iyi kaptan çıkmaz. Biz bu zamanda ne kadar felaket varsa yaşadık. Bu bir yanıyla yükümüzü attırdı bir yanıyla da bizi dirençli ve çözüm üretir yana taşıdı. Çok olgunlaştığımı düşünüyorum. 10 yıl Seferihisar’da belediye başkanlığı yaptım ama bu kadar dirençli olmak alıma gelmemişti. Bu 2 sene bu anlamda bana çok şey öğretti .bir kentin her şeyden önce dirençli kent olması lazım. Daha ileri gitme konusunda ayakları yere sağlam basan, içinde yaşayan insanların güven duyduğu bir kent. Bu en öncelikli mesele” dedi.

“DESTEK OLUNUYORSA YARALAR SARILIYOR”

30 Ekim’de meydana gelen ve 117 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan depremde İzmir’in büyük bir sınav verdiğini ifade eden Başkan Soyer, başarının sırrının birlikte hareket etmek olduğunun altını çizdi ve “Türkiye tarihinde bu büyülükte bir felaketten sonra bu kadar hızlı toparlanan başka şehir olmamıştır. 50 bin insandan fazla insan dışarıda kaldı. Biz, o inşaların tamamının başlarını sokacakları bir ev yaratabildik. 30. günün sonunda biz son çadırı da sökmüştük. Tam 1 ay içinde gerçekten 50 bin insanın dışarıda kaldığı felakette herkesi başını sokacak bir evla buluşturduk. Uzundere’deki konutları, Hilton’u devreye soktuk. Yardımlaşma kampanyası başlattık. Büyük bir seferberlik başlattık. Bir yazılımla birlikte ‘Bir kira bir yuva’ kampanyasını başlattık. Ve depremzedelerin 5 aylık kira bedelini çıkaracak olan 10 bin lira ödenecek şekilde 42 milyon lira taahhütte bulunuldu. Böyle bir kampanya da yaşanmadı. İzmir ölçeğindeki bir kentte 42 milyon lira gibi bir bütçenin tamamen hayır için çıktığı başka bir kampanya da olmadı. Bir yanıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne duyulan güvendi. Diğer yandan biz asla tek başımıza hareket etmedik. AFAD’la, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İzmir’deki odalar ve STK’larla hep birlikte hareket ettik. Hiçbir zaman en önde biz varız demedik. Başlangıçta çok yalnız bırakılmış olmamıza rağmen biz sonuna kadar İzmir’in tüm dinamiklerini harekete geçirecek, herkesi bir biçimde taşın altına sokacak ve tüm ortak yaralarımızı ortak saracak bir kampanya inşa ettik. Başarının sırrı orada. Birincisi İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne güven duyulması ve büyükşehir emekçilerinin çok çalışması. İkincisi, İzmir’in tüm güçlerini siyasal görüş farklılığı gözetmeden hepimizin buluşabileceği ortak bir zemin yarattık. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızla ortak hareket ettik, düzineli koordinasyon toplantılarına davet ettiler. Hep beraber çözümlerimizi paylaştık. Çok ciddi bir seferberlik ilan ettik ve sonunda bu oldu. Bununla birlikte İzmirliler moral kazandılar. Gördüler ki birbirlerine destek olduklarında sonuç alınıyor ve yaralar sarılıyor” diye konuştu. 

“İZMİR OLARAK BAŞARILI BİR SINAV VERDİK”

Tüm dünya kadar büyükşehirin de pandemiden etkilendiğini ifade eden Başkan Soyer, bu dönemde dahi yatırımları aksatmadıklarının altını çizdi ve “Pandemi ve diğer felaketler bize birbirimize ihtiyacımız olduğumu gösterdi. Bizi ayıran sebeplerden çok birleştiren şeyler var. İnsanlar artık ayrıştıran politikalar, kutuplaştırıcı, ötekileştirişi siyaset anlayışından ve dilinden usanmış durumda. Herkes birbiriyle kucaklaşma özlemi yaşıyor. İnsanlar artık siyasetin dilinin yumuşatılmasını istiyor ve kutuplaşmalardan vazgeçilmesini istiyor. Bizim bunu hayatın her alanında yapmamız lazım. Böyle yaparsak geleceğe dair çok anlamlı işler yaparız. 81 ilden olağanüstü yardımlar geldi. Herkes büyü bir duyarlılık gösterdi. Türkiye’nin dışındaki vatandaşlarımız da destek verdiler. Demek ki vicdanlarımız hala diri ve güçlü. Bir yandan şu da var. Acımız taze. 117 can dile kolay. Çok büyük yaralar açıldı. Çok ağır bir felaket oldu. Ama hepimizin övünç duyacağı bir sahiplenme gerçekleştirdik. Başarımızın önemli bir yanından biri de destekleri koordine etmek oldu. 1 kuruş yardımın bile hak ettiği yerden başka bir yere gitmesine izin vermedik. Ne geldiyse anında ihtiyaç sahibine ulaştırıldı. İzmir olarak başarılı bir sınav verdik. Biz pandemiden muaf değildik. Tüm dünya gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi de pandeminin etkisi altına kaldı. Kısa çalışma ödeneği, büyük bir bölümünün karantina alınması… Çok olumsuz etkilendik. Ama bir yandan da hiç durmadık. Somut bir örnek… Narlıdere Metrosu takviminde devam etti. Bir gün bile gecikmedi. Ödemelerini geciktirmedik. Pandemi yaşanmamış gibi yeraltında o tünel aynen devam etti. Bittiğinde ben de o tünelde bir koşu yaptım Biz pandemiye ve olumsuzluklara rağmen bunu başardık. Pandemide biz hiç durmadık. Projelerimiz neyse bunun yapılması için çalışamaya devam etti arkadaşlarımız. Tabii pandemi olmasaydı sonuçları almamız daha ileride olurduk. Evet pandemi olumsuz etkiler yarattı ama biz hızla ve canla başla çalışmaya devam ettik” dedi.

“BÖYLE BİR ÖNGÖRÜYÜ KİMSE YAPAMAZ”

İzmir’in trafik sorununa da değinen Başkan Soyer, trafik sorununun temel nedeninin pandemi olduğunun altını çizerken araç sayısındaki ani artışın öngörülemeyen bir durum olduğunu hatırlattı ve “2 rakam vermek istiyorum. 1.’si biz toplu taşım konusunda hiçbir zaman ne sıklığında ne güzergahından taviz vermedik. Sokağa çıkma yasağı günlerinde bile hatlarımız faal olarak çalıştı. Nisan 2020’de bizim toplu ulaşımda günlük binişimiz 1 milyon 950 bin. Tam 1 sene sonra bu rakam 950 binlere düştü. Yaklaşık 1 milyon civarında bir düşüş ar. Yüzde 50’nin üzerinde dürüş var. E oldu? Bu insanlar İzmir’i terk etti ve bizim araçlarımız boş kaldı. Hayır. İnsanların toplu ulaşım araçlarına duyduğu güven azaldı. O nedenle araç satın aldı ve işinden evine nereye gidecekse kendi özel aracıyla gitmeyi tercih etmeye başladık. Rakam bu kadar net. Ama biz bırakın o sıklığı değiştirmeyi 450 adet yeni otobüs alarak yeni güzergahlar açtık. İkinci bir rakam…  2020 Mart-Nisan aylarında dolaşımda olana araç sayısı 660 binlerdeyken bu sene 1 milyon 449 bine çıktı Yüzde 110’un üzerinde bir artış var. Bir kentin büyüme hızının bir ritmi vardır. Her sene şu kadar yeni araç çıkar. Bütün dünyada böyle. Bir yandan göç de alıyor. Bunu bilirsiniz. 2022’de 20 bin araç vb. Bunu öngörürsünüz ve kent içindeki trafik ağını buna göre geliştirirsiniz. Ama böyle bir öngörüyü kimse yapamaz. 660 binden 1 milyon küsurlara çıkacak öngörüyü yapamazdık tabii bu kentin ulaşımını olağandışı etkileyen bir tablo bu bir tespit ve gerçek. Buna uygun olarak çok hızlı, çok sağlık ve verimli çözümler üretmek zorundayız Mesela… Öncelikle feribot seferlerini 15 dakikaya indirdik. Eskiden 30 dakika olan sıklık 15 dakikaya inince inanılmaz büyük bir taleple karşılaştık. Şimdi yeni feribot kiralama ihalesine çıktık. Ve bununla birlikte 15 dakikayı daha da aşağıya taşıyacağız. Hiç durmayacak. Vızır vızır gidip gelecekler. İnsanları hiç bekletmeden taşıyacağız. Ayrıca diğer hatlarımızda da yeni feribot alımları yapacağız. Kısacası İzmir trafiği içerisinde yüzde 3 payı olan deniz ulaşımını, biz çok daha yukarılara çıkartacağız. Denizi çok daha fazla kullanmaya başlayacağız” dedi.

“BİZİM MAKAMIMIZ MAZERET ÜRETME YERİ DEĞİL”

İzmir’i Demirağlarla donatma hedefini sıklıkla dile getiren Başkan Soyer, raylı sistemlerle ilgili yeni projelerin de müjdesini verdi ve şunları söyledi; “Onun dışında hafif raylı sistem proje ihalelerine çıkmaya karar verdik. Çükü kalıcı çözüm lastik tekerleklilerden ziyade raylı sistemlerde. Bu hem daha verimli ve gelir dönüşü hem vatandaş konforu hem finansman açısından daha fazla. Dolaysıyla her açıdan temiz olduğu için yatırım maliyeti yüksek de olsa buraya yönelme kararı verdik. Yeni 4 hat proje ihalesine çıkıyoruz. Şu anda arkadaşlarım bunu hazırlıyorlar. Ayrıca yeni kavşak düzenlemeleri, alt-üst geçit, üst yaya geçitleri, finiküler gibi yani İzmir’de daha önce hiç olmayan yeni araçlar hayatımıza girecekler. Biz bu durumu bir kader olarak yaşamıyoruz. Madem ki tablo bu biz buna uygun bir çözüm üreteceğiz. Mazeret değil. Bizim makamımız mazeret üretme yeri değil. Biz bundan hiç yakınmıyoruz. Çarenin ne olduğunu biliyoruz. Kısa sürede vatandaşlarımızın bu sorundan kurtulması için yeni çözümleri üreteceğiz.” 

“HERKES HOROZ DÖVÜŞÜNDEN BIKMIŞ DURUMDA” 

Geçtiğimiz haftalarda Başkan Soyer’in İzmir trafiğine ve çözümüne ilişkin sarf ettiği “Bu sorunun çözümü tüm dünyada aynı. Trafikteki araç sayısını azaltmak. Bunun başka çözümü yok” sözleri muhalefet tarafından birçok eleştiri almıştı. Sözlerinin anlamının çarpıtıldığını ifade eden Başkan Soyer, eleştirileri “popülist söylem” olarak tanımladı ve  “Bunu açmak lazım. Bıraktığım yerden devam edeyim. Gerçekten dünyanın büyük kentlerinde yapılan bu. Amaç, kent merkezine mümkün olduğu kadar araçlı girişi engellemek. O nedenle kent çeperlerinde otoparklar inşa ederek vatandaşları yayalaştırmak. Bugün dünyanın en gelişmiş kentlerine gidin kent merkezine araçla giremezsiniz. Kent merkezlerinin yayalaşması gerekir. Bu hem orada yaşayan insanların için huzur ve konfordur hem de kentin ulaşım ağını hafifletir. Bunu anlamamak mümkün değil. Bunu eleştiren arkadaşlar da bunun o anlamda söylendiğini biliyorlar ama böyle yapmıyorlar. Neden? Siyaset, sığ yapıldığı için. Bu sığlık Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmıyor. Popülist söylemleler üzerinden siyasetin hiç kimseye faydası yok. Çünkü bizim insanımız sağ duyulu. Siz istediğiniz kadar popülist söylem üretin. O buradan giriyor buradan çıkıyor. Gerçekten onun hayatını iyileştiren bir şey yapıyorsanız ona kulak veriyor. Onun dışında herkes horoz dövüşünden bıkmış durumda. Bunun bir manası yok. Türkiye bu kadar yoksulluk, yolsuzluk ve işsizlikle baş başayken… Neler diniyoruz. Paçalardan akıyor. Bunlar olurken buralardan siyaset söylem üretmeye çalışmak… Hakikaten yazık. Bu millet bunu hak etmiyor ve gerçekten kimse de yemiyor” dedi.

MECLİSLERDEKİ TARTIŞMALARIN NEDENİ…

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki gerilimlere de değinen Başkan Soyer, demokrasi vurgusu yaparak şunları söyledi; “Ben bununla hiçbir gurur duymuyorum ve çok üzülüyorum. İzmir de meclis üyelerimiz de bunları hak etmiyor. Biz birebirimizi duymayı başarmalıyız. Birbirimizi paçasından çekiştirmeyi bırakmalıyız. Etten kemikteniz. İnsan bazen çileden çıkıyor ama yapmamak lazım. Gerilmemek, sesi yükseltmemek lazım. Kolay değil. Ama diliyorum ki biz o günleri göreceğiz. İçine düştüğümüz sığ siyaset girdabından çıkacağımıza inanıyorum. Bu memleketin gençlerine inanıyorum. Aslında mesele şurada: izim meclis toplantılarımız uzun sürüyor. Neden? Çünkü birbirimizi duyup dinlemeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Biz konuşabiliyorsak böyle demokratik bir platform varsa biz niye bunu bozalım? Uzasın, daha çok konuşulsun, buna itirazı yok ki kimsenin. Ama orada kişilik haklarını zedeleyecek ve provoke edecek şeylere ihtiyaç yok. Hani konuşma imkanı verilmese birilerinin isyan etmesi anlaşılır. Ama öyle değil. Her şey konuşulabiliyor. Madem ki kararların yüzde 99’u oy birliğiyle geçiyor. Yaşanan tartışmaların bir nedeni de meclisleri canlı yayınlamamız. Canlı yayınlandığı için herkes kendince bir mesaj vermeye çalışıyor. Tabanına, yandaşına, seçmenine, İzmirliye… Ama bu sertlikte olmasına gerek yok. Sanıyor ki İzmirli vatandaş daha çok bağıranı daha çok beğeniyor. Yok öyle bir şey. İzmirli gerçekten onun derdine derman olacak şeylerin nasıl konuşulduğuna bakıyor. bunda da tartışılacak bir şey yok. İşin sırrı demokraside. Demokrasi, 5 yılda bir sandığa gidip oy vermek değil. Demokrasi farklılıkların zenginlik olduğunu düşünen ve farlılıklar iyi ki var diyen bir yaşam biçimi. İlerlemek istiyorsak demokrasiyi içselleştirmek zorundayız. Farklı sesler olacak. Bu işin aslı astarı gelmişi geçmişi her şeyi demokrasi. Başımıza ne eliyorsa onun eksikliğinden geliyor. Demokrasi; şeffaflıktır, hesap verilebilirliktir, özgürlüktür, katılımcılıktı. Buralarda bir zafiyet varsa yoksulluk ve yolsuzluk başlar. Demokrasi olmazsa da ilerleme olur ama bu ilerleme sadece belirli zümrenin ekmeğine yağ sürer. Kısacası demokrasi için de saygı, hoşgörü, tolerans, anlamaya çalışmak lazım. Biz hepimiz bu memleketin insanıyız. Hepimiz bu vatanın evladıyız. Ortak atalarımız bu memleket için can vermiş. Sen Muşlusun sen Bingöllüsün sen sağcısın solcusun mu dediler? Bizim atalarımız ortak. Biz burada beraber yaşayabilelim diye can vermişler. Bizim aklımızı başımıza toplayıp geleceği bu şekilde inşa edebileceğimizi anlamız lazım. Demokrasi en kıymetli inovasyon.”

“İZMİR EKONOMİSİ İÇİN CAN SUYUDUR” 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, son İzmir ziyaretinde depremzedelerle bir araya gelmişti. Kılıçdaroğlu’nun ziyaretinde depremzede bir vatandaş kendisine neden yanlarına gelmediğini sormuş ve bu soru sitem olarak adlandırılmıştı. Yaşananları değerlendiren Başkan Soyer, depremzedelerin mağdur olarak herkesten destek beklediğini ve bunun için ellerinden geleni yaptıklarını belirtti ve “Elbette değil. Ama insanlar çaresiz ve canları yanıyor. Evleri boşaltıldı, bir destek alamıyorlar. Zor. Kim destek olabilecekse herkesten medet umuyorlar. Bu çok anlaşılabilecek bir şey. Büyük acılar yaşadılar ve büyük mağduriyetler var. O yüzden mümkün olduğunda herksen destek istiyorlar. O gün orada birlikteydik. Bir hanımefendi yardım istedi. Burada kızacak bir şey yok. Aksine biz daha fazla ne yapabiliriz? Gerçekten bu pandemi öncesinde Washington’da dünya banasında kentsel dönüşüm finansmanı konusunda bir görüşme yapmıştık ve bizi İzmir’de yaptığımız çalışmaları çok olumlu bulmuşlardı ve hemen Türkiye’ye gelip yerine çalışmak üzere mutabık kalmıştık ama pandemi nedeniyle durdu. Depremden sonra biz bu çalışmalarımızı aktardık ve  acil statüsünde bir krediyle ilgili destek çıkmalarını istedik. 250 milyon dolar talep etmiştik. O rakam yapılan müzakerelerle 330 milyonun zerine çıktı. Bu, bir yandan Hazine Bakanlığımızın bürokratlarıyla bir yandan İller Bankası yöneticileriyle birlikte sürdü. Sonuna gelindi. Bunun, özellikle orta hasarlı binalar için kullanılması komsunda da mutabık kaldık. 30 yıl vadeli ve düşük faizli bir kredi. Sayın Cumhurbaşkanı İzmir’e geldiğinde kendisine arz etmiş ve onay talep etmiştim. Henüz bir dönüş yapılmadı ama ben inanıyorum ki Sayın Cumhurbaşkanı bunu onaylayacaktır. Çünkü sonuçta bu, kendisine de arz ettiğim gibi İzmir ekonomisi için can suyudur. Binlerce konutun yapılmasına imkan saplayacak. Orada bir istihdam, para akışı ekonomi demek. Herkesin kazanacağı, herkes fayda yaratacak bir çözüm. Faizi düşük olduğu içi kimse için yaralayıcı bir sonucu olmayacak. Ben inanıyorum ki Sayın Cumhurbaşkanımız bunu onaylayacaktır” diye konuştu.

“TARIMDA İTHALAT SİSTEMİ KARTOPU GİBİDİR”

Başkan Soyer’in her fırsatta dile getirdiği “Başka bir tarım mümkün” misyonu gün geçtikçe İzmir sınırlarını aşıyor. Doğru tarım politikalarının önemini örneklerle anlatan Başkan Soyer, “Geçtiğimiz hafta Burdur’da belediye başkanımızla buluştuk Belediye başkanımızla Salda Gölünü gezdik. Olağanüstü güzellikler. Fakat içimiz parçalandı. Burdur Gölü kuruyor, Salda Gölü de aynı şekilde. Göl kuruyor. 100 metreden fazla çekilmiş. Daha sonra Denizli’ye geçerken yol boyunca birçok gölün kenarından geçtikçe. Göllerin hepsi kurumuş. İnsanın içi parçalanıyor. Şu anda Türkiye büyük bir kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya. Bu sene yağmur yağdı kurtulduk diye bir şey yok. On yılların birikimiyle yeraltı kaynaklarımız çok gerilemiş durumda, yaptığımız yanlış tarım politikaları nedeniyle suyu çok hoyrat kullandığımız için daha da azalıyor. Bir yandan iklim krizi dediğimiz bir şey var. Biz 37 derecede bedenimiz iyiyizdir. 38 olduğunda hastalanıyoruz. Dünya da 1,5 derece ısındı. Bu, büyük iklim değişikliklerini doğuyor. Artık tsunami ve hortumlar bizim topraklarımızda da yaşanmaya başaltı. Bu gezegende iklim değişikliklerini etkisi daha da artacak. Bir yandan böyle bir tehdit var bir yandan da siz hala su zenginiyleymişsiniz gibi salma sulamayla silajlık mısır yetiştiriyorsunuz. Geçen yılki rakam 25 milyon ton. Bir tek fidanı için 85 litre su harcıyorsunuz. 4 milyon ton pamuk, 2 milyon ton patates üretmişiz. Niye silajlık mısır üretiyoruz? Büyükbaş hayvancılık yapıyoruz. Hangi büyükbaş hayvancılık? Yurtdışından ithal ettiğimiz. Niye meraları kullanmıyoruz? Çünkü büyükbaş hayvancılığın üstelik yurt dışından ithal ettiğimiz hayvanların çoğalmasını büyükbaş hayvancılık yapılmasını istiyoruz. Peki silajlık mısır tek çözüm mü? Saz çavdarı gibi bir ürün var. Bu toprakların kadim ürünlerinden biri. Diktik, hasat ettik, 1,5 metre. Bir damla su istemiyor.  Sadece bu iklimin yağmuruyla beslenip büyüyor. Bizim tarım politikalarının geldiği noktaya birkaç örnek vereyim. Geçen sene Türkiye 30 Haziran’da 320 ton arpa alımına çıktı 2 bin 400 liradan. Arpa üreticinse hükümet taban fiyat olarak bin 700 lira. Bu ne demek? Sen kendi üreticinden arpayı bin 700 liraya alıyorsun. Yurtdışından ithal ettiğine 2 bin 400 lira veriyorsun. Niye buradaki bin 700 lira vermiyorsun? Haksız rekabete sokmuş olmuyor musun bu şekilde? Niye bunu yapıyorsun? Çünkü şunu biliyor. Başaklar 30 santim. Samanı bile çıkmıyor. Tarımda ithalat sistemi kar topu gibidir. Bugün arpayı ithal edersin yarın samanı. Samanı ithal edersin yarın sütü… her ithal ettiğin ürün vatandaşın doğduğu yerde doymasını engeller. Her gün o vatandaşı tarımdan, toprağından köyünden uzaklaşır. Sen ithal ettikçe o gider Sonunda işsizlik yüzde 20’lerin üzerine çıkar, gecekondulaşma artar. Kendin de kırsalın da dengesi bozulur. Kısacası kuraklık ve yoksullukla mücadele ederek yeni bir tarım politikası inşa etmek mümkün. Bu toprağın bu doğanın u iklimin koşullarına uygun ürünler ekmeye başlarsan, doğanın korunmasını esas alırsan, o göllerin suyunu tasarruflu kullanmayı esas alırsan başka bir tarımı da şekillendirmeye başlarsın” dedi. 

“MİRASYEDİ GİBİ HAR VURUP HARMAN SAVURMUŞUZ”

Doğru tarım politikalarının yoksulluk ve kuraklıkla mücadele ettiği gibi vatandaşın refahını artırdığını da ifade eden Başkan Soyer, konuyu şu şekilde örneklendirdi; “2 örnek vereyim. Kars, Ardahan ve Erzurum’a gittik Ardaha’da muazzam bir büyükbaş hayvancılık yapılıyor. Kilometrelere meralar var. Biz bunu daha önceden keşfettik ve oradan et alıp İzmirli vatandaşlar ulaştıralım dedik. Aklımıza gelmeyen şey şuydu. Yol boyunca su kaybediyor ve kilosu düşüyor. Dolayısıyla biz aldığımız kilodan parasını ödediğimiz için kaş yapalım derken göz çıkarıyoruz. O zaman bunu değiştirelim dedik. Orada bir kavurma tesisi kuracağız. Eti orada kavuracağız ve eti orada kavurup buraya kavurma olarak getireceğiz. O eti alırken parasını neyle ödeyeceğiz? Saz çavdarıyla, samanla. Çünkü oradaki meralar da azalıyor. Büyükbaş hayvancılık yem bulamadığı için can çekişiyor. Biz burada saz çavdarını yetiştireceğiz, onlar orada büyükbaş hayvancılığı daha rahat yapacak, biz oradan kavurmayı alacağız, burada evine et girmeyen mutfaklara kavurma vereceğiz Tam bir takas ekonomisi. Aynısını Burdur’da da yapacağız. Fasulye 1,5 lira. 7,5 liraya satılıyor. Diyeceğiz ki ‘Ben senin fasulyeni alırım. 2 liradan alırım. Ama sen seneye saz çavdarı ekeceksin. Onu da ben senden devletin verdiği taban fiyatın 2 mislinden almayı taahhüt ediyorum. Böylece oradaki su daha tasarruflu kullanılabilir hale gelecek. Orada silajlık ısır ekmeyecek. Saz çavdarı ekecek. Çünkü ben taahhüt edeceğim. Özetle bu coğrafya Ardahan’dan İzmir’e Burdur’a son derece bereketli topraklarımız var. Ama biz bugüne kadar mirasyedi gibi har vurup harman savurmuşuz. Vahşi sulama yapmışız. Sonrasını düşünmemişiz. O ürün kaçtan satılır, nereye satılır, gerçek ihtiyaç mıdır, atalık tohumlarımız nerede dememişiz. Şimdi bu surları sormanın vakti Biz bunları soruyoruz, doğru cevaplar buluyoruz ve bulduğumuz her doğru cevap üreticinin doğduğu yerde doymasını sağlıyor. Bu durum, bu toprakların refahı, huzuru ve toprakların bereketi için de el ele birlikte yaşamamızın teminatıdır. Köylü milletin efendisidir. Bir pandemi oldu anladık. Şu anda buğdayı hayvan yemi olarak alıyor üretici. Ekmeklik buğdayı hayvan yemi olarak alıyor üretici. Yani tarım politikalarında öyle bir duruma gelmiş durumdayız ve bir frene basıp başka bir tarımın mümkün olduğunu göstermek zorundayız.”

YORUM EKLE

Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır

YORUMLAR


   Bu haber henüz yorumlanmamış...

DİĞER HABERLER

Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
POLİTİKA YEREL POLİTİKA GÜNCEL İZMİR EGE 3. SAYFA YAZARLAR FOTO GALERİ VİDEO GALERİ SPOR YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ DÜNYA KÜLTÜR - SANAT GENEL MAGAZİN SEÇİM
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Ege Postası