Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Gezi Parkı olaylarına dair yaptığı açıklamaya Nesil Yayın Grubu ve Turkuvaz Kitapçılık’tan tepki geldi. İki kurum da birliğin açıklamasında tacize uğrayan, evlerinde tencere ve tava sesleri ile oturmaya mahkûm edilen milyonlar için tek bir kelime bulunmadığından yakındı.
Nesil Yayın Grubu ve Turkuvaz Kitapçılık’ın bildirisinde şu ifadelere yer verildi:
“Üyesi olduğumuz Türkiye Yayıncılar Birliği adına 27 Haziran’da yapılmış olan ‘İfade Özgürlüğü ve Mecralarına Saygı Gösterilmeli’ başlıklı basın açıklamasını üzüntüyle ve teessüfle öğrenmiş bulunuyoruz.
Üzüntüyle çünkü isminin başında ‘Türkiye’ ifadesini taşıması Bakanlar Kurulu kararıyla olan ve sektörün bütün seslerini savunur görüldüğü için bu hakkı elde eden bir kurum, ne yazık ki sadece belli seslere açık, ama diğer seslere sağır olduğunu bizzat bu açıklamada ortaya koyar durumdadır.
Üzüntüyle çünkü bir kesimin ifade hürriyetine sınırsız bir saygıya davet ederken, bu kesimin sınırsız ifade hürriyetinin mağdur ettiği kesimlere dair tek bir ibarenin bulunmaması bir kasdın eseri değilse, tam bir talihsizliktir. Bildirinin ifade hürriyeti kapsamında değerlendirdiği olaylar esnasında hakarete ve hatta tacize uğrayan; yahut evlerinde tencere ve tava gürültüsüyle oturmaya; gecenin bir vakti korna sesleriyle uyanmaya mahkûm edilen milyonlara dair tek bir kelime yoktur. Bir kadını başörtülü diye 6 aylık çocuğuyla birlikte linç etmeye kalkmanın ifade hürriyeti ve mecraları ile nasıl bir alakası vardı? Namazın olmazsa olmaz şartı olan temizlikin korunması için asla ayakkabıyla girilmemesi gereken bir camiye ayakkabıyla girip oturmak ve yatmak ifade hürriyeti midir, yoksa kutsala saygı mıdı? İfade hürriyetini ve mecralarını savunan bildiride Türkiye Yayıncılar Birliği adına bütün bu gayriinsanî ve gayrimedenî uygulamalara dair tek bir üzüntü ifadesine ve tek bir uyarıya yer verilmemesi, üzücü ve utandırıcıdır.
Üzüntüyle çünkü ifade hürriyetine saygıya davet eden bu metin, bir sağırlığın yanı sıra yukarıda zikrettiğimiz örneklerin de ortaya koyduğu gibi bir körlüğü de içerir durumdadır. Bir ayda olup biten her şey bütün kamuoyunun gözü önünde olmuştur; ama Yayıncılar Birliği'nin bildirisinin ifade hürriyetinin bütün mecralarından değil, sadece belli mecralarından bakarak ortaya koyulduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle bildiri, bütüncül bakmaktan, aklıselimden ve adil bir değerlendirmeden uzak durumdadır. Bunun en bariz örneği, bildirinin ifade hürriyetinde kapsamında değerlendirdiği göstericilerin ifade hürriyetinin mecralarına yönelik saldırganlığını görmezden gelmesidir. Bildiride kamuoyunun gözleri önünde canlı yayın esnasında tokatlanan ve tartaklanan TV muhabirlerine; yıkılıp yakılan canlı yayın araçlarına dair tek bir kelime yoktur. Yakılıp yıkılmış araçların önünde poz veren, içlerinde kimi gazeteci ve yazarların da olduğu göstericilere dair tek bir kelime yoktur. En kötüsü, bu olayın hükûmetin ifade hürriyeti ve mecralarına yönelik olarak suçlandığı bir paragrafın cümleleri arasına sıkıştırılarak, bunu yapan hükûmet yetkilileri imiş gibi çirkin bir çarpıtmaya cüret ve cesaret edilmesidir.
Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi şu soruya cevap vermelidir: ‘İfade hürriyetine ve mecralarına saygı sadece hükûmetin mi görevidi? Yönetimin kendisini fikir ve duruş itibarıyla yakın hissettiği mecraların ifade hürriyetine ve bu hürriyetin diğer mecralarına karşı saygısızlık ayrıcalığı mı vardı? Saygı dileyenin saygılı olması, en basit ahlak kuralıdır.
Teessüfle çünkü bu bildiri, kendisine yapılmasından yana olmadığın şeyi başkalarına yapma gibi en basit ve en açık ahlak ilkesine açıkça duyarsızdır. İfade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na, eşine, annesine ve bu ülkede milyonlarca dindar insana terbiyesizce ve saygısızca küfretme, hakaret etme; nefret suçu işleme ve nefret suçuna teşvik etme anlamına gelemez. Ancak, bu süreç içerisinde sokaklarda, sosyal medyada, yazılı ve görsel medyada alenen ve milyonlarca kez işlenmiş nefret suçlarına dair tek bir üzüntü ifadesi ve tek bir uyarı, Türkiye Yayıncılar Birliği bildirisinde yoktur. Şunu belirtelim ki bu olaylar sırasında hakikaten ifade hürriyetini kullandığı için gözaltına alınan herhangi bir kişi veya bu hürriyete mecra olduğu için baskı altında kalan herhangi bir kurum varsa, buna karşı elbirliğiyle mücadele verilmelidir. Ama gazetecilik veya yayıncılık, kimseye suç işleme hakkı tanımaz. İfade hürriyeti, insanları demokratik yollarla seçilmiş meşru hükûmeti devirmek için ayaklanmaya çağırmanın, bu uğurda ekonomiyi çökertme davetinde bulunmanın, bu amaçla her türlü manipülasyon, provokasyon ve dezenformasyonun kamuflajı olamaz.
Teessüfle çünkü bildiri, hükûmeti bu olaylarda belli bir tarafta duran sanatçı, gazeteci, yayıncı ve yazarlara karşı adil olmaya ve ayrımcılık gözetmemeye çağırmakta; ama bu olaylarda hükûmete karşı taraf olanların sergilediği her türlü adaletsiz ve ayrımcı tutumu görmezden gelmektedir. Her türlü vandalizm ve nefret suçunu içerir hale gelen olaylarda ifade hürriyetinden provokasyon ve darbe teşebbüsü devşiren belli mecraların kendisi gibi bakmayanh sanatçı, akademisyen ve yazarlara karşı oluşturduğu medyatik karalama, boykot ve hatta medyatik linç kampanyaları, apaçık ortadadır; ama Türkiye Yayıncılar Birliği bildirisinde ifade hürriyetine ve mecralarına bu yönde saygısızlık hakkında yine tek bir eleştiri ve uyarı bulunmamaktadır.
Teessüfle çünkü bildiriyi hazırlayan Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi, kendi içerisinde hayret verici bir çelişki içindedir. Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi, olayların sıcak günlerinde de bir bildiri yayınlamış ve bu bildiride Anayasanın 34. maddesine atıfta bulunarak bu maddenin ‘Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir’ amir hükmünü kamuoyuna hatırlatmıştır.
Gerçekten, olan bu mudu? Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi, bizzat hatırlatmış olduğu bu anayasa hükmünün içerdiği silahsız ve saldırısız şartını niye görmezden gelmektedi? Yoksa Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi, hakiki kurşunlarla iki polisin yaralandığı, yine molotof kokteylleri, taşlar ve sapanlarla yüzlerce insanın yaralandığı, eli silahlı kişilerin göstericileri yönlendirdiği görüntülerin kamuoyunca izlendiği bu olayları silahsız mı görmektedi? Aynı şekilde, ambulanslar dahil kamu mallarına, Başbakanlık binasına ve ofisine, vatandaşların ise dükkanlarına ve arabalarına yönelik bütün saldırıları saldırı olarak görmemekte midi? Bütün bu olaylar zincirini silahsız ve saldırısızmış gibi sunmak, silahlı ve saldırıya karşı bir mesafe koymamak, böylece adeta bu şiddete arka çıkarken ifade hürriyetine atıfta bulunmak, bütün toplumu huzursuz eden ve meşru bir hükûmeti devirme iradesini içeren bir teşebbüs ortadayken, esef vericidir.
Bu vesileyle demokratik yollardan seçilmiş meşru bir hükûmetin Başbakanı’na ve bakanlarına atıfta bulunurken ‘hükümet görevlileri’ gibi bir ifade cimriliğinin tercih edilmesini de demokratik nezakete uygun görmediğimizi bildirmeliyiz. Diğer taraftan yapılan anayasal ve yasal değişiklikler çerçevesinde geçmiş senelere ve on senelere göre belli iyileşmeler olsa da ifade hürriyeti ve mecraları ile ilgili engeller olduğu, hala daha almamız gereken bir yol olduğu bir vakıadır. Türkiye Yayıncılar Birliği yönetiminden hem bu yönde de bir çaba beklediğimizi; hem de dün yayınlanmış olan bildirideki tek yanlı ifade hürriyeti görüntüsü altında işlenen her türlü saldırganlığa ve nefret suçlarına tavır koymaktan aciz, adaletsiz ve haksız tutumundan dolayı, birliğin bir üyesi olarak, açık ve net bir özür beklediğimizi kamuoyuna duyururuz.”