(Bugün 14 Şubat Sevgililer Günü)
“Koşun çocuklar koşun Sevgi gelin olmuş; gelin arabasını kırlangıçkuyruklu kelebekler çekiyor; telli duvaklı gelinliği ile sepetinden güller, menekşeler saçıyor.”
Öğle vakti, küçük Sevgi’yi kovalayan kalabalığın üstünde uçuşan serçe kuşları çığlık çığlığa kanatlarını çırpıyordu. Ölüm kızıla boyamıştı dudaklarını. Can havliyle kaçıyordu küçük kız; yılanın önünden kaçar gibi.
Sevgi’nin ayağı kaderine takıldı. Yere yuvarlandı sere serpe. Kısa pantolonunun cebinden saçılan misketler yokuştan aşağıya kaçıştılar… Mavi, yeşil, kırmızıydılar. Dün gece gökyüzündeki yıldız tarlasından toplamıştı hepsini.
Öfkeler, küfürler çullandı üstüne.
“Vurun! Acımayın! Gebertin!”
“Ellerini kırın keratanın”
Mandal şıkırtılarıyla evlerin kapıları kapandı aceleyle içeriden birer birer. Güneş bulutların arkasına saklandı utancından. Evlerin yola bakan pencerelerdeki saksı çiçekleri; nergisler, sümbüller, zambaklar, sarmaşık gülleri iki elleri böğründe yalvardı, ”Ne olur yapmayın! ”diye
Her şey bir kaç saniyede olupbitti; Sevgi’nin eli yüzü kan revan içindeydi. Soluksuzdu. Öylece yatıyordu kaldırım taşlarının üstünde; gökyüzünden gelip geçen turnalar gibi sessiz sedasız.
Öfkeler, küfürler hemen oradan sıvıştı.
Yoldan gelip geçenler başına üşüştü. Bakışları endişeli:
“Ölmüş bu çocuk ya!”
Sevgi’nin dudaklarındaki burukluk doğum sancısına sevinemeyen düşler gibi acılıydı, hüzünlüydü. Kır çiçeklerinin korkup ürkündüğü rüzgârlı bir gece, çivit badanalı kerpiç bir evin basık odasında kapısını çalmıştı yaşamın. Süt kokulu bedenini öpüp kokladılar usulden. Masal ülkesinin beklenen prensesi değildi zaten; basma bez kundağından kaderi belliydi o günden.
Işık damlaları düşüyordu çimenlerin üstüne şafak uyanırken. Tanrının bahçesinde melekler ağlıyordu hıçkırarak. Gözü yaşlıydı toprak ananın. Beyaz gelinliğiyle kollarında uyuyan Sevgi’yi çimenlerin üstüne bıraktı yavaşça; meleklere tembih etti; üstünü çiçek-lerle örtün gece üşümesin