Toplum içinde konumumuz ne olursa olsun hepimiz yaşadığımız, havasını teneffüs ettiğimiz kentimizi kendi evimiz gibi önemsemeliyiz, sorunlarıyla ilgili konularda sorumluluktan kaçmamalıyız. Kentimizi yöneten başkanlarımız da iyi niyetli olduğuna inandığı kişilerin yapıcı eleştirilerine, önerilerine kızıp öfkelenmek yerine onları önemseyerek dikkatle dinlemeli ve teşekkür etme erdemliğini göstermelidir.
Diğer önemli bir konu da “Ben değişmem, ben buyum. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur.” gibi söylemler, yaşamın gerçekleriyle çelişir. İnsan iradesinin, sonradan sahip olunan makamların, mevkilerin büyüsüne direnebilmesi kolay değildir. Bu kişiler için en büyük tehlike, giderek yalnızlaşmak, çevresinden giderek kopmaktır. İnsan yalnızlaştıkça çevresinden koptukça gerçekleri görmezden gelmeyi, günü kurtarmayı, olumsuzluklara kılıf hazırlamayı kolaycılık haline getirir ve önceki kimliğini, sonradan oluşan aykırı içsel dürtüleriyle yavaş yavaş öldürür.
Bu değişim, hem siyasetçiler hem onlara umut bağlayan toplumlar için kötü bir olumsuzluktur. Bu nedenle toplumu yönetenler hiçbir koşulda değişmemeli. Bazı değerleri kolayca feda edilmemelidir. Karşılıklı sevgileri unutulmamalı, bitirmemelidir. Kum saatinin acımasız kum taneleri gibi yaşamımızdan eksilen her günün tekrar geri gelmesi mümkün değildir. Kişilerin birbirlerine kin ve nefretle belden aşağı vurmaları sevgiyi saygıyı yok etmekte, toplumsal çöküşe neden olmaktadır. Sevilip sevilmeme korkusu, unutulma ve hatırlanmama korkusu sevdiklerini, dostlarını kaybetme korkusu insanı ağacın kurdu gibi için için çürütür.
Dileğimiz, siyaset yoluyla toplumu yönetme sorumluluğunu üstlenenlerin, ahlaksızlığa, ikiyüzlülüğe, günü kurtarma hinliğine prim vermemeleridir. Dünü, geçmişin güzellikleri unutarak, bugün toplumdan kaçan bir yabancı gibi davranmamasıdır. Her şeyden önemlisi ise gönül bahçemizde üzerinde titrediğimiz, uzun yıllar yaşaması için emek verdiğimiz sevgi çiçeğini koparmamalarıdır.