Malumunuz CHP’nin üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi Kurultay iptal davası duruyor. Ha düştü ha düşecek.
“Ertelenecek”, “iptal çıkacak”, “mutlak butlan kararı verilecek” söylemleri arasında davanın bir sonraki duruşması 30 Haziran’da görülecek. Bu tarih CHP açısından bir dönüm noktası olacak!
4-5 Kasım 2023 tarihinde düzenlenen ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği 38. Olağan Kurultay bazı delegeler tarafından şaibe olduğu iddiasıyla yargıya taşınmıştı.
Kim bu delegeler?
Kılıçdaroğlu’na yakın olan bazı isimlerin güdümünde olan delegeler. Tekrar tekrar isimlerini yazmaya gerek yok. Çünkü onlar bu oyunda figüran, hatta piyonlar.
Esas olana yani mutlak butlan kararını dört gözle bekleyen ve el ovuşturanlara bakalım.
Kurultayı kim düzenledi? Kılıçdaroğlu ve ekibi. Yani kendilerinin düzenlediği Kurultaya “şaibeli” diyecek kadar izanlarını kaybetmiş olanlar.
Şimdi Kılıçdaroğlu ve çevresi hem kurultayı düzenleyip hem şaibe olduğunu iddia edip hem de mahkemeden mutlak butlan ya da iptal kararı bekliyor.
Gelelim meselenin özüne!
40 yıllık bir partili ile partili dediysem öyle sıradan partili değil ha!
Partinin gediklisi yani. Bir telefon görüşmemiz oldu.
‘Partinin hali ahvali ne olacak’ diye sohbet ederken, birden bana “Sahi ne istiyor partiden Kemal Bey?” dedi.
Ben de “ne isteyecek? Kaybettiği Genel Başkanlığı istiyor” dedim.
“Yakışır mı mahkeme kararı ile dönmek?” dedi.
“Bunlar gibisi için zafere giden her yol mubah” dedim.
“Eğer delegelerin kararıyla kaybettiği genel başkanlığı mahkeme kararıyla geri alırsa yazık eder partiye” dedi.
“Zaten yazık etti partiye” dedim.
“Nasıl” dedi.
“Oy oranları yüzde bir bile etmeyen partilerle milletvekili pazarlığı yapıp (1 kalemde 39 vekil verdi) Cumhurbaşkanlığı adaylığını direterek, seçimin en kritik noktasında çözülmüş türban mevzunu yeniden gündeme getirerek, 14-28 Mayıs seçimlerini kaybederek, daha sonra da partiden onuruyla ayrılmasını bilmeyerek” dedim.
“Haklısın” dedi.
Sonra partide başlayan değişim arzusunun önüne geçmek için “gemiyi limana sağlam götürmek yine kaptanın görevidir” ifadeleriyle oyalama taktiğini kullandı.
Kurultay’da aday olmasına kimse söyleyecek kelime bulamamıştı artık.
Kılıçdaroğlu’nun orada da taktiği “Ben hiç aday olmadım. Delegeler beni aday gösterdi.” cümlesiyle şark kurnazlığıydı.
Ve bugünlerde zan altında bıraktıkları delegelerin, o gün verdikleri tarihi kararla hiç beklemedikleri bir sonla kurultayı kaybettiler.
“Peki sonra ne oldu?” dedim.
CHP 47 yıl sonra girdiği seçimden birinci parti olarak çıktı. AK Parti ilk kez ikinci parti oldu.
Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra bana tekrar; “Ne istiyor” dedi?
Açıkça “partinin birinci olmasından rahatsız olmuş demek” dedim.
“Nasıl yani” dedi.
Dedim ki;
“Parti şuan bütün anketlerde birinci mi?”
“Evet birinci” dedi.
“Olası bir erken seçim ya da zamanında yapılacak bir genel seçimde parti birinci çıkar mı?” diye sordum. Ama bu yönetimle, diye de ekledim.
“Mutlak birinci çıkar” dedi.
“Partisini seven, onurlu bir duruş sergilemek isteyen biri böyle mi davranır?” dedim.
“Nasıl davranır” dedi.
“Partisini bölmeye gayret etmez, gider Genel Başkanının yanında durur.” dedim.
Mutlak butlan kararı çıkarsa; Ben kabul etmesem kayyum gelecek. Kayyuma mı bırakayım? Karardan sonra Özel ile oturur, konuşuruz’ demez.” dedim.
“Ne demeli peki” dedi?
Ben de sadece şunu söylese yeter; “Benim partimde şaibe olmaz. Ben bu kararı tanımıyorum.”
O da: “Böyle bir karar çıkarsa eski Genel Başkan Hikmet Çetin gibi gidip Genel Merkezin kapısında durmalı ve içeri kayyumu sokmamalı.” dedi.
Ama nerede Kılıçdaroğlu’nda bu düşünce, kendisi ‘karar çıksa da dönsem’ diye bekliyor.
Anadolu’da bir laf var tam da buraya çok uygun laf ebeliği yaparak, “Kayyuma mı bırakayım” diyor.
“Evet kayyuma bırak.”
Mutlak butlan ya da iptal kararı çıkarsa ki güçlü bir olasılık, partide genel görüş açıkçası kayyuma bırakılması yönünde…
Çünkü kayyum en azından belli yasal sürede 30-45 gün içerisinde partiyi olağanüstü kurultaya götürmek zorunda.
“Kendisi gelse ne olur?” diye sordu.
“Kendisinin mevcut delegeyle değil, mahalle delege seçimlerinden başlayarak olağan kurultay sürecini başlatacağı ve bu sürecin 1-1,5 yıl süreceği konuşuluyor.
Ayrıca bu davranış normal değil. Yaşına, bulunduğu makama göre; onun için bu kadar hırsla gelen birisi partiyi toparlayamaz. Aksine parti hem ivme kaybeder hem de seçmen nezdinde de cezalandırılır” dedim.
Zaten kulislerde de konuşuluyor. “Kılıçdaroğlu parti içi hesaplaşma için geliyor” diye…
“Kurultay davasına ismi karışanları ve önemli ölçüde değişimcileri partiden göndereceği” dillendiriliyor.
“Bir de Kılıçdaroğlu’nu savunanlara bak” dedim!
İktidar cephesinden yazarlar; Fuat Uğur, Abdulkadir Selvi, Rasim Ozan Kütahyalı, Sinan Burhan, Ali Saydam vb. isimler. Kılıçdaroğlu'nu savunan bu isimlere baktığımız zaman partinin iç çekişmesini körüklemek istedikleri ortada.
Peki ya 38. Kurultay’da açıktan kendisini destekleyen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer ve en yakın kurmaylarından PM üyesi Engin Özkoç'un 'Genel Başkan Özel ile bir araya gelin, açıklama yapın. Partiyi tatıştırmayın.' görüşmesinden çıkan sonuca ne demeli?
Eski kurmayları Yunus Emre ve Zeynel Emre’nin açıklamaları…
Aracı giden ve yine Kurultay’da kendisini destekleyen Ankara İl Başkanı Ümit Erkol’un 'çıkın açıklama yapın' ricasını neden geri çeviriyor?
40 yıllık partili ne dedi biliyor musunuz?
“Artık bunda bir art niyet var.”
İşte sonunda sihirli cümleyi söyledi: “Evet art niyet var. Kimse bu süreçte olanlara, yaşananlara bakınca iyi niyet aramaz.”
Hele ki 100 yıllık çınarın 13 yıl genel başkanlığını yapmış, Ata mirası koltukta oturmuş birisi bunu yapıyorsa vay partinin haline…
Eğer Kılıçdaroğlu mutlak butlanla gelirse partililer ve seçmen tarafından mutlak sorgulanmalı…
İşin özü; Özgür Özel’in genel başkanlık koltuğuna oturduktan sonra gösterdiği performansına bakınca “hem muhalefet böyle yapılır” dedim. “Hem de partililer uçup giden 13 yıla üzülsün” diye ekledim.