Ahmet'in suçu ne'
Savaşın yoksul çocuklarını ağlatmayınız. Sevgi dolu ellerinizi ellerine uzatınız, sevgi dolu yüreğinizi yüreklerine yaslayınız. İç savaşların, haksızlıkların, namussuzlukların ve soysuzlukların suçlusu çocuklar değil.
Onların gözyaşları, hıçkırıkları, korku dolu ürkek bakışları, insanın yüreğini, kor gibi yakar, kurşun gibi delip geçer ve can evinden vurur insanı.
Yaşamının en güzel en masum duygusu, çocukluğunun büyülü düşlerini elinden alan iç savaşın vahşetinden kurtulmak için ailesiyle ülkesini terk eden Suriyeli küçük Ahmet, Basmane meydanındaki lokantaların önünde üç kuruş ekmek parası için yalın ayak mendil satıyor. Çalmıyor, dilenmiyor, yoksulluğun zorluklarına, çaresizliklerine direnerek yaşamda var olmaya çalışıyor. Tek suçu;tanrının verdiği canı taşımak.
Müşterilerine mendil satmasına sinirlenen lokanta sahibi, onu yaka paça ite kaka lokantadan dışarıya çıkararak herkesin gözü önünde, onun küçücük bir insan olduğunu unutarak tekme tokat acımasızca dövüyor, sövüyor.
Türkçe bilmeyen Suriyeli küçük Ahmet, ağzı burnu kan revan içinde lokantanın önündeki bir masanın altına can havliyle sığınıyor. Masanın altında hıçkıra hıçkıra ağlarken kendisine yardım etmek isteyenleri, bir kedi tedirginliği ile yanına yanaştırmıyor, korkuyor ürküyor.
Ayağında ayakkabısı bile yok. Çalmıyor, dilenmiyor. Üç kuruş ekmek parası için yalın ayak mendil satarken itilen, kakılan, ağzından burnundan kan gelesiye kadar dövülen, sövülen Suriyeli yoksul küçük Ahmet’in suçu n? Tanrının verdiği canı taşımak mı'
Sözün özü;
Ülkesindeki iç savaşın suçlusu Suriyeli küçük Ahmet değil. Kardeşi kardeşe düşman eden, ülkesini kan gölüne çeviren savaş tanrılarıdır suçlu. Ve onlara tank, tüfek, mayın. bomba gibi ölüm makinelerini pazarlayan silah tüccarları.