Doğar doğmaz ilk ağlayışıyla her bebek, “Dünyanıza ben geldim! Benimle ilgilenin!” diye çığlığı basar! Dokuz ay karnında taşıdığı bebeğinin ıpılım nefesini, kadife gibi süt beyaz tenini koklarken büyük bir mutluluk yaşayan annelerin bakışlarında, kelimelerle anlatılması imkânsız tanrısal bir sesleniş vardır, “Cennetin kokusunu duymak istiyorsanız bebeğinizi kucağınıza alıp koklayınız.”
Bir süre önce TÜYAP fuarında İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin standında kitaplarımı imzaladığım yüzlerce çocuğun yüzlerindeki gülümsemeyi, yüreklerindeki sevgiyi ve gözlerindeki tertemiz masum pırıltıyı görünce; tanrının, çocukları bize kutsal bir varlık gibi armağan ettiğini düşünmüşümdür hep.
Hastane kapılarında ilk baba olduğumuzun müjdesinin sevincini, ilk kez “Baba” deyişini, dizleri üzerinde oradan oraya emekleyişini, düşe kalka ilk adım atışını, biraz büyüyünce bıcır bıcır konuşarak bize laf yetiştirişini, tertemiz önlüğü ve rengârenk küçücük sırt çantasıyla okula başladığı ilk günkü mutluluğunu yaşamımız boyunca unutamayız.
Anne ile babanın, bir çağlayanın coşkusu gibi yüreğinden kopup gelen bir sevgiyle çocuğunu kucağına alması, okşaması ve sarılarak öpüp koklamasından daha güzel bir duygu ve daha güzel bir mutluluk var mıdır'
Yaşamımızın en büyük serveti çocuklarımızın sevinçlerini, mutluluklarını içtenlikle paylaşmalıyız. Sorunlarını, eleştirmeden yargılamadan azarlamadan sevgiyle okşayarak çözüm bulmalıyız ve sıcacık ellerini hiç bırakmamalıyız.