Hiroşimo'da kelebeklerin sessizliği
Aradan belki kırk yıl belki de daha fazla geçmişti. Çocukluğunun ilk yıllarının geçtiği küçük kentte geldiği zaman o küçük kentin yok olup gittiğini görmüştü. İrili ufaklı dükkânların bulunduğu demirciler çarşısı, bakırcılar arastası, taş döşeli meydanları, kıvrımlı dar yolları, akasya ağaçlı parkları; içlerindeki kır kahveleri yoktu artık.
Her yerinde adım başı katlı iş hanları vardı. Çatıları kırmızı kiremitli, çoğu ikişer katlı asırlık evlerin geniş avlularındaki tulumba sesleriyle demir tekerlekli at arabalarının takır tukur sesleri duyulmuyordu. Beş asırlık tarihi kurşunlu caminin çevresindeki keçecilerin, yün atan hallaçların tokmak ve kınnap sesleri de yoktu artık. Çarşıda, susamlı helva, akide şekeri, lokum, tahin pekmez satan tatlıcıların, mis gibi kokan leblebici dükkanlarının, yemeklerini güveçte pişiren lokantaların yerinde şimdi adım başı kafeler, birahaneler, bilardo, kuaför salonları ve modern iş hanları sıralanıp gidiyordu.
Çocukluğundaki o küçük kentin insanları gitmişti de sanki onların yerine başka başka insanlar gelmişti. Herkes birbirine yabacılaşmış, tanışıklıkların yerini birbirini umursamayan bireysellikler almıştı. Kimse kimsenin umurunda değildi. Önlerin geçip giderken, kimd? Nerden gelmişt? Diye dönüp bakmıyorlardı bile. Birkaç saatliğine geldiği bu küçük kente geçmişi, özlemle ararken, yeniden yaşamaya çalışırken, bir yok oluşun ürpertici acımasızlığını, “Keşke gelmeyip yaşamasaydım daha iyi olurdu.” diye hüzünlenmişti.
1946 sonbaharıydı. Sabah güneşi yeni doğmuştu. Yaşıtı, kızlı erkekli komşu çocuklarıyla çimenlerin üzerinde sevinç içinde oradan oraya koşuşurken, masmavi gökyüzünde ilk kez gördüğü tayyareler, küçük martılar gibi arkalarında beyaz çizgiler bırakarak sanki sonsuzluğuna doğru yavaşça yol alıyordu.
Mevsimler, yıllar birbiri ardından hiç durmadan gelip geçti. Çocukluğunun ilk yıllarının geçtiği o küçük kentte, 1946 yılının o sonbahar sabahında, henüz üç-dört yaşlarındayken, gökyüzünde ilk defa gördüğü tayyarelerin, arkalarında bıraktığı beyaz çizgilerde, 6 Ağustos 1946’da saat 8.15’de Hiroşimo’ya atılan atom bombasının alevleri arasında çıra gibi yanan on binlerce Hiroşimo’lu çocukların çığlıklarını o sabah, “Kelebeklerin Sessizliği.” gibi duyamamanın acısını ve hüznünü yaşamı boyunca hiç unutmadı.