Birkaç gündür firuze rengi gökyüzünün sessizliğinde gözyaşı döküyor anılarımız. Belleksiz bir toplum olmanın rüzgârına kapıldık gidiyoruz. Farkında olsak da olmasak da yaşanmışlıkların üstüne sünger çekerken geleceğimizden kaçtığımızın farkında değiliz belki de.
Fırtınalı dalgalı denizlerde unutulmuşluklara doğru yelken açarak kaybolmayı göze alan bir toplum mu olduk acaba. Oysa geçmişin anılarıyla yaşamak hayallerin peşinden koşmaktır, geleceğe gülümsemektir.
Kış dönenceleri gelip kapıyı çalınca göçmen kuşların ılıman ülkelere doğru uçup giderken okyanusun ortasında ıssız küçük bir adaya konup dinlenmesi gibidir anılarımız. Onlarsız nefes alamayız yaşamayız. Göçmen kuşların göç mevsiminde okyanusun ortasında dinlendikleri bir adanın denizin yükselmesiyle yok oluşu gibidir anılarımızın mabetlerini yıkmak.
Martıların üstünde çığrışa çığrışa uçuştuğu, öpüşüp koklaştığı, deli dolu gençliğimizin gönül bahçesi, Karşıyaka sahilindeki gizemli “Anka Kuşu”, Atatürk, annesi ve cumhuriyet kadınları anıtı iki gün önce yıkıldı.
Ne yazık ki, yıkılanın yerine dünyanın en güzelini yapsanız bile o’na eskisinin ruhunu asla veremezsiniz, onunla yaşanmışlıkları geri getiremezsiniz.
Keşke, konumumuz görevimiz ne olursa olsun, bir ressamın duygusallığı ile bize umut bağlayan insanların gönül tuvallerine, en güzel renklerimizin darbeleriyle sevginin, vefanın en güzelini resmedebilseydik, yüreğimizdeki sevgi ırmağını çorak gönülleri yeşertmek için akıtabilseydik.