Şemikler’deki toprak yollu, çivit badanalı kerpiç evlerin duvar diplerindeki gölgelerde kimi zaman gazoz kapağı ve çelik çomak oynadığımız kimi zaman ilkbahar gelince yemyeşil kırlarda gazete kâğıdından yaptığımız uçurtmalarımızı uçurarak beraber büyüdüğümüz çocukluk arkadaşım bir dostumla yıllar sonra tesadüfen bir belediye otobüsüne binerken karşılaşmıştık.
1980 öncesi İzmir’in büyük bir ilçesinde belediye başkanlığı yapmıştı. Başka bir geliri olmadığından yaşamını kıt kanaat işçi emekli maaşıyla sürdürüyordu. 65 yaş kartını göstererek belediye otobüse binmişti. Belediye başkanı iken forslu son model lüks makam aracına kurularak kent sokaklarında dolaştığı görkemli ikbal günlerini anımsamıştım o an.
O ikbal günlerinde karşısında ceketinin düğmesini ilikleyerek saygı ve sevgi gösterenlerin, eğilip bükülenlerin pek çoğu, 1980 darbesiyle belediye başkanlığı görevinden alındıktan sonra kendisini hiç arayıp sormamıştı.
Mevki ve makam sahibi olduğu günlerde onurundan kişiliğinden ödün vermeyen, ayaklarının önüne serilen servetleri hiç tereddüt etmenden elinin tersiyle iten bu onurlu dürüst insanları unutmamalıyız.
Her hangi bir yerde kendileriyle karşılaştığımız zaman yolumuzu değiştirerek görmezlikten gelmemeliyiz. Görevimiz ve konumumuz ne olursa olsun; yarını asla unutmamalıyız. Kimse için yarın çok uzak değildir.
Ve öyle bir zaman gelir ki, bir kahvenin köşesinde tek başınıza otururken geçmişin külleri arasında unutulup gitmiş o şaşaalı ve görkemli günlerinizin anıları gözlerinizin önünden bir film şeridi gibi gelip geçerken; eski bir şarkıyı dinler gibi hüzünlenirsiniz, yalnızlığınızın gözyaşlarını tutamazsınız.