Bir zamanlar Karşıyaka’nın en güzel köyü Şemikler’de öğle vakti, Temmuz güneşiyle kavrulan kızgın toprağın altında su başını ağaç köklerine dayamış uykudayken, tenha toprak yollarda ellerinde asalarıyla dolaşan siyah pelerinli gizemli büyücüler… Demir tekerlekli at arabalarını… Kuyulardaki dolaplı kuyuları… Evlerin kayrak taşlı avlularındaki suyu buz gibi tulumbaları… İslam Bey’in mandalina ve portakallı bahçelerini… İtalyan eriklerini… Narları… Karadutları… Muşmulaları… Çatıları oluklu kiremitli küçük bostan evlerini… Yazları ağaçların dallarında susmak bilmeyen Ağustos böceklerini… Peri kulübelerine benzeyen küçük tren istasyonunu… Demiryolu kenarında boy atmış çimenlerin arasındaki küçük makasçı kulübesini… İstasyon kahvesini… Biraz ilerisindeki Kekliğin balıkçı kahvesini… Demiryolu Tantanların bitişiğindeki Kovacı’nın kahvesini… Osman Amcanın bakkalını… Bunaltıcı Yaz günleri istasyon kahvesinin önündeki ulu çınarın altındaki tulumbada ıslattığı mendilini başına sererek akşama kadar oturan Kambur Ali dayıyı… Köylü poşunu başından hiç çıkarmayan Muhtar Hasan Amcayı… Kore’li berber Ali’yi… Keten helvacı yaşlı Kamil dayıyı… Bahçıvan Şair Hüseyin Ege’yi… Çıkıkçı Zeynel Çavuş'u… Bekçi Halilakiyi… Yaz akşamları yerli filmlerin oynadığı Doğan açık hava sinemasını… Çivit badanalı kerpiç evlerin duvar diplerindeki gölgelerde kısık sesle gazoz kapağı ve meşe oynayan kısa pantolonlu küçük çocukları soruyorlardı.
Gide gide… Bir bahçe içinde yalnız yaşadığı kulübesinin kapısını çaldıkları aksakallı ihtiyar dedi ki. " Geçmişleri boş yere arayıp sormayın; çoktan yitip gitti o güzelim yıllar”