İzmir!
Ege'nin incisi, Türkiye'nin batısındaki bu muhteşem şehir, 31 Mart 2024 seçimlerinde AK Parti'ye kocaman bir "dur" dedi. Ne oldu da bu tarihi kent, bir zamanların güçlü partisine sırtını döndü?
Bu, sadece bir seçim sonucu mu, yoksa İzmir'in kendi hikayesini mi yazıyor?
Bir yıl öncesinden, Hamza Dağ'ın aday olması durumunda AK Parti'nin İzmir'de tarihinin en kötü sonucunu alacağını iddia etmiştim. Hatta öyle bir iddiada bulundum ki, "2014 ve 2019 seçimlerinden daha fazla oy alırsa gazeteciliği bırakırım" demiştim. Peki, neden bu kadar emindim?
Gel birlikte bir bakalım.
İzmir, her zaman özgürlükler şehri olmuştur. Sosyal demokrat değerlere sahip, açık fikirli bu kentin havası bile başkadır. Ve işte bu kent, Hamza Dağ gibi bir adayla karşılaştığında, kısa sürede "Bu bizim hikayemiz değil" dedi.
Hamza Dağ ve seçim kampanyası macerası...
Siyasi sahne, çoğu zaman şaşırtıcı hamlelere, beklenmedik manevralara ev sahipliği yapar. Ancak Hamza Dağ'ın kampanyasının başında attığı adımlar, siyasi taktiklerin kitabına yeni bir bölüm ekleyecek cinstendi. Kampanyanın ilk günlerinde, en fazla eleştirdiği CHP'li başkanları ziyaret etmesi... Ve ardından AK Parti logosunu kullanmaması...
Şimdi, bu hamlelerin perde arkasını biraz karıştıralım, bakalım neler çıkacak?
İlk olarak, Hamza Dağ'ın CHP'li başkanları ziyaret etmesi... “Bu, sanki bir veganın, et festivalinin açılış konuşmasını yapması gibi bir şeydi.” Bir yandan, rakiplerine uzanan bir "barış eli" gibi görünebilir; ama unutmayın, siyasette her el sıkışma, bir stratejinin parçasıdır.
Ancak bu hamle, özellikle de Dağ'ın daha önce bu başkanları ne kadar eleştirdiğini düşününce, kafalarda soru işaretleri bırakmaktan başka bir işe yaramadı. Bu, "Dün dündür, bugün bugündür" yaklaşımını biraz fazla zorlamak gibi oldu.
Peki, ya AK Parti logosunun kullanılmaması Bu, aslında bir siyasi kampanyada en normal şeylerden biri olmalı. Ancak Hamza Dağ'ın, parti çizgisinden bu denli farklı bir yol izlemesi, parti logosunu kullanmamasını adeta bir paradoksa dönüştürdü. Bu durum, "Kendimi bir AK Partili olarak mı görüyorum, yoksa kendi yolunda mı yürüyen bir siyasetçi olarak mı?" sorusunu akıllara getirdi. Bir nevi, Hamza Dağ kendi siyasi kimlik krizini yaşarken, seçmen de onun bu kimlik bunalımını izlemek zorunda kaldı.
Dağ'ın seçim kampanyasına eski CHP'li büyükşehir belediye başkanlarına yapılacak ziyaretlerle başlaması ve ardından İzmirlilik vurgusunu barlara giderek pekiştirmeye çalışması, tam bir strateji hatasıydı. AK Parti'nin muhafazakar kesimi tarafından tepkiyle karşılandı, İzmirlilerse sadece başlarını salladı.
Hamza Dağ'ın "terör" üzerinden muhalefete yüklenmesi ise, İzmir'de "Müslüman mahallesinde salyangoz satmak" kadar etkisiz kaldı. İzmir, her zaman farklı seslere ev sahipliği yapan, hoşgörüsüyle bilinen bir şehir…
Hamza Dağ, ne kendi tabanını memnun edebildi ne de muhalif seçmeni kendi saflarına çekebildi. Bir yanda terörle suçlama politikası, diğer yanda 'bar dostu' imajı... İzmirli seçmen, belki de belediye başkanlarından şikayetçi olmasına rağmen, Dağ'a oy vermekte tereddüt etti.
Burada, siyasi liderlerden ve adaylardan kucaklayıcı bir dil ve yaklaşım beklenir. Ancak Dağ'ın bu suçlamaları, şehrin temel değerlerine aykırı düştü ve İzmirli seçmenler arasında, AK Parti'nin şehrin sosyal dokusu ve kültürel değerlerini anlamadığı ve saygı duymadığı yönünde bir algı oluşturdu.
Seçim süreçlerinde, adayların ve partilerin söylemleri, seçmenlerin tercihlerini belirleyen önemli faktörlerden biridir. Ve İzmir'de, toplumsal barış ve birlik mesajlarına her zaman daha sıcak bakılmıştır. Ancak Hamza Dağ'ın ifadeleri, İzmirlilerin değer yargılarına ve beklentilerine ters düştü, sonuç olarak da seçim performansına olumsuz yansıdı.
İzmir'de yaşananlar, siyasi iletişimin ve kampanya döneminde kullanılan dilin, seçim sonuçları üzerinde ne denli belirleyici olabileceğinin bir göstergesi oldu. Bu, toplumun farklı kesimlerini kucaklayan, bütünleştirici ve saygılı bir dilin, siyasi başarının anahtarlarından biri olduğunu bir kez daha kanıtladı. Hamza Dağ'ın deneyimi, gelecek seçimler için tüm adaylara önemli dersler sunuyor: Siyasetin dili bölücü değil, birleştirici olmalı.
Böylece, İzmir'in hikayesi, bir kez daha, değişime ve yeniliğe açık olduğunu, ancak bunun, şehrin ruhuna ve değerlerine uygun bir şekilde gerçekleşmesi gerektiğini gösterdi. Ve ben, bu iddialı tahminimle gazetecilik kariyerime devam ediyorum. Ne de olsa, İzmir bize her zaman, siyasetin sadece anlayarak, dinleyerek ve kucaklayarak yapılabileceğini hatırlatıyor.
Ve unutmayın, İzmir gibi özgürlükçü ve renkli bir şehirde siyaset yapmak, denizde yüzmenin ta kendisidir. Eğer dalgalarla dans etmeyi bilmiyorsanız, boğulmamanız işten bile değildir.
Ve bu hikaye, bir kez daha gösterdi ki, siyasetin sadece strateji değil, aynı zamanda kalp işi olduğunu unutmamak gerek.
Ve unutmayın, sevgili okurlar, siyasette her şey bir gün döner. Kim bilir, belki de gelecek seçimlerde sandıklar yine şaşırtıcı sonuçlarla dolup taşar. Ama bir şey kesin; İzmir, kendine has karakteriyle, Türk siyasetinde daima önemli bir yer tutacak.
İzmir... Seninle dans etmek her politikacının harcı değil!