Bir arkadaşımın Karşıyaka’daki mali müşavirlik bürosuna Süha Bey adında iyi giyimli orta yaşlı iyi giyimli bir beyefendi çıkıp gelmişti. Beş yıldır Almanya’daymış. Entelektüel birine benziyordu. Kültürlüydü. Güzel konuşuyordu. Hamburg’da “Türk Danış.” adlı bir turizm şirketinin yöneticisiymiş.
Almanya’ya gitmek için hazırlık yaptığım günlerdi. Söz Almanya’daki Türk işçilerinden açılınca, “Umut çiçekleri.” dediği Türk işçileri için Almanya’nın düşler ülkesi olmadığı söylemişti.
Uzunca bir sohbetten sonra kalkıp giderken esprili bir şekilde, “Bir gün yolun Hamburg’a düşerse buluşalım.” diyerek kartvizitini bırakmıştı.
Bir yıl kadar sonraydı. Hamburg’a geleli henüz üç-dört hafta olmuştu. Steel Esslingen fabrikasında çalışıyordum. Süha Beyle yağmurlu bir şubat akşamı Hamburg’un St. Pauli semtinde Reeperbahn caddesindeki ünlü Cafe House’de ilk kez buluşmuştuk.
Kendisini arayıp sorduğum için çok sevinmişti. Sinema salonu gibi geniş Cafe House’de Süha Bey anlattığına göre İkinci Dünya Savaşı yıllarında nasyonal sosyalizmin yasakladığı, “Büyük Özgürlük” filminin, “Reeperbahn Caddesi Gece Saat Yarım” adlı müziği çalıyordu. İnsanı duygulandıran Müziğin tema’sı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Reeperbahn Caddesindeki barlarda ve gece kulüplerinde çalıştırılan hayat kadınların acı dolu dramlarıymış.
Cafe’nin, sigara dumanından göz gözü görmeyen gizemli köşelerindeki masaların etrafında saçı sakalı birbirine karışmış, uyuşturucu kul-landıkları anlaşılan hippi kılıklı kızlı erkekli baykuş gibi suskun gençler vardı. Birbirleriyle hiç konuşmuyorlardı.
Yan tarafımızdaki masada, kalın pos bıyıklarını, saçlarını kömür gibi siyaha boyatmış, konuşurken sırıtınca ağzındaki altın dişi görünen beyaz fötrlü orta yaşlı bir adam vardı. İçkiyi fazla kaçırdığı anlaşılan yanındaki henüz çocuk denecek yaştaki genç ve güzel kadını, ayağa kalkınca sendeleyip yere düşmesin diye kolundan sıkıca tutarak, ihanetlerin gözyaşlarıyla dolu rutubetli bir evin; ya da küf kokan bir otelin yatak odasına alıp götürmüştü.
Gecenin sonunda Süha Beyle vedalaştıktan sonra az önce yağan yağmurla yıkanmış kimsesiz sokaklarda, St. Pauli’nin Shiller Oper semtinde kaldığım motele doğru yürürken duygularım alt üst olmuştu. “Umut çiçekleri’nin” her geçen gün birer birer solduğu düşler ülkesinde, gecenin sinsi kalleş karanlığından geriye, henüz çocuk denecek yaştaki o genç güzel kadının biçimli dudaklarındaki karmen kırmızısı rujun masumiyeti kalmıştı.